İnfak ve İkram

 

AÇLARI DOYURMAK, SUSUZLARA SU VERMEK, İNFÂK ve CÖMERTLİK

 

SU İKRÂM ETMEK

Bir gün bir bedevî Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e gelerek:

“‒Beni cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyleyebilir misiniz?” dedi. Nebî r:

“‒Sen bu ikisi sebebiyle mi amel ediyorsun?” buyurdular. Bedevî:

“‒Evet.” cevabını verdi. Efendimiz r şu tavsiyede bulundular:

“‒Her zaman adâleti söylersin, yani hep âdil davranır, devamlı doğru söyler ve her zaman gerektiği gibi konuşursun ve ihtiyâcından fazla malını Allah yolunda infak edersin!”

Bedevî:

“‒Vallâhi her vakit adâleti söylemeye gücüm yetmez, ihtiyaç fazlası malımı da infak edemem!” dedi. Rasûlullah r:

“‒O hâlde yemek yedirir, selâmı yayarsın!” buyurdular. Bedevî:

“‒Bu da aynı şekilde zordur.” dedi. Allah Rasûlü r:

“‒Develerin var mı?” diye sordular. Bedevî:

“‒Evet!” dedi. Allah Rasûlü r şöyle devam etti:

“‒Develerinden birini seç ve bir de su kırbası al, sonra su temin etmekte zorluk çeken bir ev halkının su ihtiyâcını karşılayıver. Umulur ki deven ölmeden ve su kırban eskimeden cennet sana vâcip olur!”

Bedevî tekbir getirerek gitti. Hakîkaten de su kırbası eskimeden ve devesi ölmeden şehîd edildi. (Heysemî, III, 132; Mamer bin Râşid, el-Câmi, I, 456; Beyhakî, Şuab, V, 64)

*

Nebiyy-i Ekrem r Efendimiz şöyle anlatırlar:

“İki kişi bir çöle girmişlerdi. Biri âbid idi, diğerinin ise yaptığı bazı zulümler vardı. Âbid yolda çok susadı ve nihayet dermansızlıktan düştü. Arkadaşı, yerde yatmakta olan âbide bakıyordu. Yanında bir kap, onun içinde de biraz su vardı. Kendi kendine:

«‒Vallahi, benim yanımda su varken bu sâlih zât susuzluktan vefat ederse, bundan sonra Cenâb-ı Hak’tan gelen hiçbir hayra ebediyyen nâil olamam! Ama suyumu ona içirirsem kendim ölürüm?!» diye düşündü. Sonra Allah’a tevekkül edip azme geldi, suyun birazını âbidin üzerine serpti, kalanını da ona içirdi. Âbid ayağa kalktı ve birlikte çölü geçtiler.

Bazı zulümler işlemiş olan kişi kıyamet günü hesap için durdurulur ve cehenneme atılması emredilir. Melekler alıp götürürler. Yolda âbidi görür:

«‒Ey filan! Beni tanımadın mı?» der. Âbid:

«‒Sen kimsin?» der. O:

«‒Ben filân, hani o çöl gününde seni kendime tercih etmiştim!» der. Âbid:

«‒Evet, seni tanıdım.” der. Meleklere:

«‒Durun!» diye seslenir. Dururlar. Yanlarına gelip durur ve Azîz ve Celîl olan Rabbine şöyle:

«‒Yâ Rabbî! Onun bana yaptığı iyiliği ve nasıl beni kendisine tercih ettiğini biliyorsun! Yâ Rabbî, onu bana bağışla!» diye yalvarır.

Cenâb-ı Hak:

«‒Onu sana bağışladım!» buyurur.

O da gelir kardeşinin elinden tutar ve onu cennete koyar.” (Heysemî, III, 132

*

Sa‘d bin Ubâde t:

“‒Yâ Rasûlallah! Ümmü Sa‘d, (yani annem) vefât etti, hangi sadaka daha fazîletlidir?” diye sordu. Rasûlullah r:

“‒Su!” buyurdular. Sa‘d hemen bir kuyu kazdırdı ve:

“‒Bu, Ümmü Sa‘d içindir!” dedi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 41/1681)

*

Rasûlullah r şöyle buyurmuşlardır:

“Hangi müslüman elbise ihtiyacı olan başka bir müslümana bir elbise giydirirse, Allah da ona cennetin yeşil ipek elbiselerinden giydirir. Hangi müslüman aç bir müslümanı doyurursa, Allah da onu cennet meyvelerinden yedirir. Hangi müslüman susamış bir müslümana su verirse, Allah da ona (kabı) mühürlü hâlis cennet şarâbı (Rahîk-ı Mahtûm) içirir.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 41/1682)

*

Müslümanlar su hizmetlerine çok ehemmiyet verirler. Bilhassa Kâbe’nin yanında hacılara su ve şerbet ikram etmeyi büyük bir şeref ve mühim bir vazife sayarlar. Peygamber Efendimiz’in amcası Abbâs t’ın Tâif’te üzüm bağı vardı. İslâm’dan önce de sonra da oradan kuru üzüm taşır, Zemzem’in içine katarak hacılara ikrâm ederdi. Kendisinden sonra oğulları ve torunları da hep böyle yaptılar.[1]

Bir defâsında Rasûlullah r Harem-i Şerif’teki su ve şerbet ikrâm edilen sebîl mahalline gelmiş ve içecek istemişti. Hz. Abbâs t, oğluna:

“–Fadl! Annene git ve yanındaki (husûsî) içecekten Rasûlullah r’e getir!” dedi. Rasûlullah Efendimiz:

“–(Hayır) bana herkesin içtiği bu içecekten ver!” buyurdu. Hz. Abbâs:

“–Yâ Rasûlallah, buradaki içeceğe bazen insanların eli dokunuyor” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–İşte insanların içtiği bu içecekten ver!” buyurdu ve Hz. Abbâs’ın sunduğu içecekten içti. Sonra Rasûlullah r Zemzem kuyusuna geldi. Hz. Abbâs’ın âilesi burada kuyudan su çekiyor ve hacılara ikram ediyorlardı. Rasûlullah r:

“–Ey Abdülmuttalib oğulları, çekiniz! Siz sâlih bir amel üzeresiniz!” diye taltîf buyurdu. Sonra Rasûlullah r:

“–İnsanlar, (benim yaptığım bir şeyi tatbik etmek için) hücûm edip başınızda kalabalık etmeyecek olsalardı, ben de devemden iner, kuyunun ipini şuraya koyar, sizin gibi su çekerdim” buyurdu. Bu esnâda eliyle mübârek omzuna işâret ediyordu. (Buhârî, Hac, 75)

*

Rasûlullah r, insanlara su ikram etmenin faziletini şöyle anlatmıştır:

“Kıyâmet günü cehenneme gidecek bir kişi cennet ehlinden birine rastlar ve:

«–Ey filân! Hatırladın mı sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der (ve bu sûretle şefaat ister). Mü’min de o kimseye şefaat eder. Bir diğeri, yine cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:

«–Hatırlıyor musun, sana bir gün abdest suyu vermiştim?» diyerek (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder. Yine cehennemlik olanlardan biri, cennetlik birisine:

«–Ey filân! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben de o gün senin için gitmiştim.» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder.” (İbn-i Mâce, Edeb, 8)

*

Allah Rasûlü r Ensâr’dan bir hastayı ziyaret etmişti. Elini alnına koyup:

“–Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu. Hasta cevap vermedi. Yanındakiler:

“–Yâ Rasûlallah! O sizi farkedemedi” dediler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Öyleyse beni onunla başbaşa bırakın!” buyurdu. İnsanlar dışarı çıktılar. Allah Rasûlü r elini kaldırdı. Hasta, “Elini tekrar koy!” diye işâret etti. Efendimiz tekrar:

“–Ey fülan, kendini nasıl hissediyorsun?” buyurdu. Hasta:

“–İyi hissediyorum. Yanıma biri siyah diğeri beyaz iki kişi geldi” cevabını verdi. Rasûlullah r:

“–Hangisi sana daha yakın?” buyurdu. Hasta:

“–Kara olan bana daha yakın” dedi. Peygamber Efendimiz:

“–Öyleyse iyilik az, kötülük çok!” buyurdu. Hasta:

“–Yâ Rasûlallah, dua buyurun da istifâde edeyim!” dedi. Allah Rasûlü r:

“Allah’ım! Çoğunu bağışla, azını tamamla!” diye dua etti. Sonra:

“–Ne görüyorsun?” buyurdu. Hasta:

“–Anam babam sana fedâ olsun, hayır görüyorum. İyiliğin çoğaldığını, kötülüğün azaldığını görüyorum. Siyah da benden uzaklaştı” dedi. Allah Rasûlü r:

“–Hangi amelin sana daha çok sahip çıkıyor?” buyurdu. Hasta:

“–Ben hayattayken su dağıtırdım…” cevabını verdi. (Heysemî, II, 322, 324)

*

Sadece insanları değil, diğer canlıları doyurmak ve sulamak da büyük bir sevap kapısıdır. Sürâka -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Kendi develerimi sulamak için hazırlayıp kenarlarını sıvadığım havuzlarıma, kaybolmuş bir deve gelir ve ben de onu sularsam, bu sebeple bana sevap yazılır mı?” diye sordum.

“–Evet, harâretli her ciğer sahibine (her canlıya) su vermekten dolayı insana ecir verilir.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Edeb, 8)

 

Açları Doyurmak

Yemek ve su, Allâh’a kulluk yapmak için yaratılan insanoğlunun en mühim bedenî ihtiyâcıdır. İnsan asıl maksadı olan kulluğu, ancak bu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra yapabilir. Bu sebeple açları doyurmak ve susuzlara su vermek, Allah’a ibadet ve kulluğun devamını sağlayan en zarûrî hizmetlerden biridir. Bu yönüyle de büyük bir ibadettir. Zâten İslâm âlimleri de, “İhsân nevîlerinin en kıymetlisi, yemek yedirmektir. Zîrâ insanın maddî yapısı, yemek ile kâimdir ve hayat da yemek ile devam eder.” demişlerdir.

Bu sebeple bazı şer’î cezâlar fakirlerin doyrulmasına yönelik konulmuştur. Meselâ yemin keffâreti, on yoksulu;[2] zıhar keffâreti de altmış yoksulu doyurmaktır.[3] İhramlıyken av hayvanını öldüren kimse, ceza olarak fakirleri doyurur,[4] oruç tutmaya güç yetiremeyen kimse de buna karşılık yine bir fakiri doyuracak kadar fidye verir. (el-Bakara, 184)

Yüce Rabbimiz, açları bizzat doyurmayan kişiler bir yana, diğer insanları buna teşvik etmeyen kimseleri dahî azarlayarak şöyle buyurur:

“Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (el-Fecr, 18)

Yine amel defteri solundan verilip de hüsrânâ uğrayan mücrimden bahsedilirken:

“Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.” (el-Hâkka, 34) buyrulmaktadır.

Âhirete inanmayan kimsenin başta gelen vasıfları sayılırken de yine, “Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.” (el-Mâûn, 3) buyrulur.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Ey insanlar! Birbirinize selâm veriniz, yemek yediriniz, insanlar uyurken geceleyin namaz kılınız. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.” buyurmuştur. (Tirmizî, Et`ime 45, Kıyâmet 42; İbn-i Mâce, İkâmet 174, Et`ime 1)

*

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kudsî hadîste açları doyurmayı şu çarpıcı üslûb ile anlatır:

“Allâh Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle buyurur:

…Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın!» buyurur. Âdemoğlu:

«–Sen âlemlerin Rabbı iken ben Seni nasıl doyurabilirdim?» der. Allâh Teâlâ:

«–Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin? Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin!» buyurur. Âdemoğlu:

«–Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbı iken ben Sana nasıl su verebilirdim?» der. Allâh Teâlâ:

«–Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?» buyurur.” (Müslim, Birr, 43)

*

Öyleyse âhirete inanan mü’minlerin husûsiyetlerinden biri de açları doyurmak, yoksula infâk etmektir. Nitekim bir kimse Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır?” diye sorduğunda, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmen ve selâm vermendir.” buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 6, 20; İsti’zân 9, 19; Müslim, Îmân 63)

*

Hazret-i Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahmân -radıyallâhu anhümâ- şu hâdiseyi nakleder:

“Suffe Ashâbı gâyet fakir kimselerdi. Bir defâsında Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«−İki kişilik yemeği olan, (Suffe Ashâbı’ndan) bir üçüncüsünü; dört kişilik yemeği olan da bir beşincisini ve hattâ altıncısını yemeğe buyur edip götürsün!»

Babam Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi evimize getirdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de on kişiyi hâne-i saâdetlerine götürüp ikrâm etti… Allâh’a yemin ederim ki, yediğimiz her lokmanın ardından yemek daha da artıyordu. Nihâyet misâfirler doydular. Yemek de ilk getirildiğinden daha fazla olarak ortada duruyordu. Hazret-i Ebû Bekir, yemeğe baktı ve hanımına hitâben:

«−Ey Benî Firâs’ın kızı! Bu ne hâl?» dedi. O da:

«−Gözümün nûruna yemin ederim ki, yemek şimdi öncekinden üç misli daha fazla!» dedi.

Babam yemeğin geri kalanını Allâh Rasûlü’ne gönderdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu yemekten yedi. Kalan yemek orada sabaha kadar durdu. Biz müslümanlarla bir kabile arasında anlaşma vardı. Anlaşmanın süresi bittiği için onlar Medine’ye gelmişlerdi. İçlerinden sözcü olarak on iki kişi ayırdık. Her biri ile beraber kaç kişinin bulunduğunu Allâh bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler.” (Bkz. Buhârî, Mevâkît 41, Menâkıb 25, Edeb 87-88; Müslim, Eşribe 176, 177)

*

Ebû Mûsâ (r.a), ölüm ânı yaklaştığında oğullarına öğüt vererek:

“–Ekmek bağışlayan adamı hatırlayın!” dedi ve şunları anlattı:

“Bir manastıra çekilerek, hayatını ibadetle geçiren bir adam vardı. Yetmiş sene inzivasını sürdüren bu adam, bir gün dışarı çıktı. Yolda şeytan kadın gibi görünerek onu aldattı. Âbid onunla beraber yedi gün kaldı.

Sonra şeytan âbide hakikatini gösterdi. Âbid yaptığına çok pişman oldu. Tevbekâr olarak yollara düştü. Her adımında namaz kılıyor, secde ediyor, Allâh’tan af diliyordu. Gece olunca bir eve sığındı. İçeride on iki fakir insan yaşıyordu. Acziyet duygusuyla kendini onların arasına attı.

O bölgede oturan bir râhip her gece bu fakirlere birer tane ekmek gönderirdi. Her zaman olduğu gibi o akşam da hizmetçi ekmekleri getirdi ve herkese birer tane verdi. Fakirlerden sandığı için, tevbekâr adamın önünden geçerken ona da bir ekmek uzattı. (On iki kişi olduklarından, tevbekâr ekmeklerden birini alınca, fakirlerden biri ekmeksiz kalmıştı.) Bu sırada kendisine ekmek verilmeyen adam râhibe:

“–Sana ne oluyor?! Niçin bana ekmeğimi vermedin?” dedi. Rahip:

“–Sana ekmek vermediğimi mi sanıyorsun? Git oradakilere bir sor bakalım, aranızda iki tane ekmek verdiğim kimse oldu mu?” dedi. Oradakiler:

“–Hayır! Hiçbirimiz iki ekmek almadık!” dediler. Râhip:

“–Benim seni ekmekten mahrum ettiğimi mi sanıyorsun? Vallâhi sana bu gece ekmek yok!” diye çıkıştı.

O anda tevbekâr adam, eline verilen ekmeği, ekmek almayan adama uzattı. Sabah olduğunda tevbekâr ölü olarak bulundu. Tevbekârın yetmiş senelik ibadetiyle yedi gecelik günahı tartıldı. Yedi gece ağır geldi. Günahları ağır basmıştı. Sonra yedi gecenin karşısına bir ekmek kondu. Bu kez ekmek ağır geldi. Tevbekârın son anlarında bağışladığı ekmek onu kurtarmıştı.”

Ebû Mûsâ sözlerini şöyle tamamladı:

“–Oğullarım! Ekmek bağışlayanı hatırlayın ve ibret alın.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 263)

Allâh’ın rızâsı bazen çok basit görülen bir amelde olabilir. Zaman gelir, küçük bir ekmek çok büyük mânâlar ifâde eder.

 

İnfâk ile Cehennemden Korunun!

Adiy bin Hâtim t şöyle anlatır:

“Ben Rasûlullah r’in yanında idim. Yanına iki kişi geldi. Biri fakirlikten şikâyet ediyordu, diğeri de yol kesilmesinden (emniyet ve asayişsiz­likten) şikâyet ediyordu. Rasûlullah r şöyle buyur­dular:

«Yol kesilmesi mes’elesine gelince, çok sürmez, bir ticâret kervanı, kimsenin himaye ve kefale­tine muhtâc olmayarak tâ Mekke’ye kadar çıkar gider. Fakirliğe gelince, biriniz sadakasıyla dolaşıp onu kabul edecek bir kişi bulamayacak bir hâle gelmeden kıyamet kopmaz.

Sonra her biriniz Allah Teâlâ’nın huzurunda durdurulur. Cenâb-ı Hak ile arasında ne bir perde ne de Allah’ın kelâmını terceme ede­cek bir terceman bulunmaz. Allah Teâlâ o kula:

“‒Ben sana mal vermedim mi?” diye sorar. O da:

“‒Evet, verdin yâ Rabbî” der. Sonra Allah Teâlâ:

“‒Ben sana rasûl göndermedim mi?” diye sorar. Kul:

“‒Evet, gönderdin yâ Rabbî” der. O kimse sağına bakar, cehennemden başka birşey göremez. Soluna bakar, cehennemden başka birşey göremez. O hâlde her biriniz bir hurmanın yarısı ile de olsa cehennem ateşinden korunsun! Onu da bulamazsa güzel bir sözle kendisini cehennem ate­şinden korusun!».” (Buhârî, Zekât, 9)

*

Adiy bin Hâtim t şöyle anlatır:

“Allah Rasûlü r birgün:

«‒Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz!» buyurdu ve yüzünü çevirip kendini geri çekti. Sonra yine:

«‒Kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz!» buyurup yüzünü çevirdi ve kendini geri çekti.

Bunu üç defa yap­tı. Hattâ biz O’nun cehenneme bakarak konuştuğunu zannettik. (Veya, o esnâda cehenneme bakarak konuştuğunu anladık.) Sonra şöyle buyurdular:

«‒Bir hurmanın yarısıyla bile olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz! Bunu da bu­lamayan, güzel bir sözle kendini ateşten korusun!»“ (Buhârî, Rikâk, 49)

*

Hazret-i Âişe c şöyle anlatır:

“Bir defasında yanıma bir kadın geldi. Yanında iki kızı vardı. Bir şeyler istedi. Ancak o esnâda yanım­da bir hurmadan başka birşey yoktu. Ben de o hurmayı kadına verdim. Kadın hurmayı iki çocuğu arasında taksim etti ve kendisi on­dan birşey yemedi. Sonra kalkıp gitti. Müteakiben yanımıza Allah Rasûlü r girdi. Bu vak’ayı kendisine naklettim. Şöyle buyurdular:

«‒Kim şu kız çocukları yüzünden herhangi bir sıkıntıya uğratılırsa, o kız çocukları kendisi için cehennem ateşine karşı bir perde olur».” (Buhârî, Zekât, 10)

Bu hadîs-i şerîf, az mikdarda bile olsa sadakaya teşvîk etmektedir. Burada, kız çocuklarının nafakası, terbiye ve yetiştirilmesi hususunda çalışmanın, cehennemden kurtuluşa sebeb olacak hayır işlerinin en fa­ziletlisi olduğuna da delâlet vardır.

 

Allah’ın Verdiği Malı İnfâk

Rasûlullah r Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Üç nevi insan vardır ki, Allah Teâlâ kıyamet günü on­larla konuşmaz ve onlara bakmaz:

Birisi, satmak istediği mala, müşteriye söylediği fiyattan daha çok ödediğini söyleyerek yalan yere yemin eden kişi,

İkincisi, ikindiden sonra müslüman bir kişinin malını koparıp almak için yalan yere yemîn eden kişi,

Üçüncüsü, ihtiyâ­cından fazla olan suyu insanlara vermeyen kişi. Allah Teâlâ kıyamet gününde ona: «Sen ellerinle îmâl etmediğin fazla suyu insanlara vermediğin gibi ben de bugün sana fazl u ihsânda bulunmayacağım!» buyuracaktır.” (Buhârî, Tevhîd, 24)

 

CÖMERTLİK

Hz. Hasan t bir gün Medine bağlarına uğramıştı. Orada zenci bir köle gördü. Köle elindeki ekmekten bir lokma kendisi yiyor, bir lokma da önündeki köpeğe veriyordu. Böylece ekmeğini köpekle paylaşmıştı. Hz. Hasan t:

“–Neden onun durumunu araştırmadan ekmeği ikiye böldün?” diye sordu. Köle:

“–Gözlerim onun gözlerinden hayâ etti de durumunu araştırmaya mecâlim kalmadı!” dedi. Hz. Hasan t:

“–Delikanlı, sen kimsin?” diye sordu. Köle:

“–Ebân bin Osman’ın hizmetçisiyim.” dedi. Hz. Hasan t:

“–Peki, bu bağ kime ait?” diye sorunca, köle:

“–Ebân bin Osman’a ait.” diye cevap verdi. Hz. Hasan t:

“–Sakın buradan bir yere ayrılma, birazdan buraya, senin yanına döneceğim!” diyerek oradan ayrıldı ve bağın sâhibine gitti. Hem bağı hem de o zenci köleyi satın aldı. Ardından kölenin yanına gelip:

“–Delikanlı! Seni satın aldım.” dedi. Köle hemen ayağa kalkarak:

“–Başım gözüm üstüne! İtaat; Allah’a, Rasûlü’ne ve sanadır!” dedi.

Bu sâdıkâne sözler Hz. Hasan t’ı daha da duygulandırdı. Hazret-i Hasan ona:

“–Sen Allah için hürsün! Bu bağı da sana hibe ediyorum!” dedi. Köle de:

“–Efendim, bu bahçeyi beni kendisi için âzâd ettiğin Cenâb-ı Hakk’a hibe ediyorum!” diye bir infakta daha bulundu. (İbn-i Manzûr, Muhtasaru Tarîhi Dımeşk, VII, 25)

Velhasıl köle kâbına erilemeyecek bir şekilde faziletler üzerine faziletler sergiledi.

 

Allah Yolunda İnfâk

Ebû Zerr el-Ğıfârî t şöyle demiştir:

“Ben bir kerresinde Rasûlullah r’in huzuruna vardım. O esnâda Efendimiz r Kâ’be’nin gölgesinde:

«‒Kâ’be’nin Rabb’ine yemîn ederim ki, muhakkak onlar çok hüsrandadırlar, Kâ’be’nin Rabb’ine yemîn ederim ki, muhakkak onlar çok zarardadırlar!» buyuruyorlardı.

Ben kendi kendime:

«‒Benim hâlim nedir? Bende birşey mi gö­rülüyor acaba?!» dedim.

Varıp yanına oturdum. Rasûlullah r hâlâ bu sözü tekrarlıyordu. Kendimi tutamadım, susmaya kâdir olamadım; beni, târif edemeyeceğim bir hâl kapladı ve:

«‒Kimdir onlar, babam anam size fedâ olsun yâ Rasûlallah!» dedim.

Rasûlullah r:

«‒Malı çok olanlar! Sâdece; “şunu şuraya, bunu buraya” diye malını Allah yolunda infâk edenler bundan mestesnâ olabilir!» buyurdular.” (Buhârî, Eymân, 3)

 

ÎMÂN-I KÂMİL

Ammâr bin Yâsir t şöyle demiştir:

“Her kim şu üç şeyi biraraya getirebilirse îmânı tam toplamış olur: Aleyhine bile olsa insafı elden bırakmamak, herkese selâm vermek, fakîr iken de infâk eylemek.” (Buhârî, İman, 20)

 

KUR’ÂN ve İNFÂK

Rasûlullâh r şöyle bu­yurmuştur:

“İki kişiden başkasına gıbta edilmez:

Biri; Allâh ona Kur’­ân öğretmiş, o da gece saatlerinde ve gündüz vakitlerinde durmadan Kur’ân okur. Komşusu bunu işitir ve:

«‒Keşke filana verilen Kur’ân nimeti gibi bir nimet bana da lûtfedilse de onun yaptığı gibi bende yapabilsem!» der.

İkincisi; Allâh ona da mal vermiştir, o da malını Cenâb-ı Hakk’ın yolunda sarfetmektedir. Bunu gören bir kişi:

«‒Keşke filana verilen mal gibi bana da verilse de onun yaptığı gibi ben de yapabilsem!» diye imrenir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 20)

 

KURBAN ETLERİ

Rasûlullâh r (bayram hutbesinde):

“‒Sizden kim kurban keserse, bayramın üçüncü gününden sonra evinde kurban etinden birşey kalmasın!” buyurdu.

Ertesi sene gelince sahâbîler:

“‒Yâ Rasûlallâh! Yine geçen sene yaptığımız gibi mi yapalım?” diye sordular.

Rasûlullâh r şöyle cevap verdi:

“‒Bu sene kendiniz yiyiniz, başkalarına yediriniz ve daha sonra yemek için saklayınız! Geçen sene insanlar geçim sıkıntısı çekiyorlardı. Bu sebeble onlara bu hususta yardımcı olmanızı istemiştim.” (Buhârî, Edâhî, 16)

 

EFENDİMİZ’İN İNFÂKI

Câbir bin Abdullah t şöyle demiştir:

“Peygamber Efendimiz’e biraz bal hediye edilmişti. Onu aramızda kaşık kaşık taksim etti. Ben kendi hissemi aldıktan sonra:

«−Yâ Rasûlallah! Bir kaşık daha alabilir miyim?» dedim. O da:

«Evet» buyurdu.” (İbn-i Mâce, Tıb, 7)

 

İNFÂK HEYECÂNI

Ümmü Seleme (r.anhâ) nakleder:

Birgün Peygamber (s.a.v) yanıma girdi, yüzünün rengi değişmişti. Bu hâlinin bir ağrı sebebiyle olmasından korktum.

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, neyiniz var, yüzünüzün rengi değişmiş?” diye sordum.

“–Bize dün gelen yedi dînâr yüzünden bu hâldeyim. Akşam oldu hâlâ onları infak edemedik!” buyurdu. (Bkz. Ahmed, VI, 293; Heysemî, X, 238)

*

Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kim sadaka verecek bir şey bulamazsa, duasında:

«Allâh’ım, kulun ve Rasûlün Muhammed’e salât eyle! Mü’min erkek ve mü’min kadınlarla müslüman erkek ve müslüman kadınlara da salât eyle!» desin. Bu, onun için zekât yerine geçer.” (İbn Hibbân, Sahîh, no: 903; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 640)

*

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin (sağlıklı iken) hayatında bir dirhem sadaka vermesi, ölümü esnâsında yüz dirhem sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Ebû Dâvud, Vasâyâ, 3/2866)

 

Gizli Sadaka İnsanın Rûhânî Kuvvetini Artırır

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ arzı yarattığı zaman, arz sarsılmaya başladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak dağları yaratarak yeryüzüne yerleştirdi ve böylece onu istikrâra kavuşturdu. Melekler dağların şiddetine hayret ettiler.

«–Ey Rabbimiz, dağlardan daha şiddetli bir mahluk yarattın mı?» dediler.

Allâh Teâlâ:

«–Evet, demiri yarattım» buyurdu.

Melekler:

«–Ey Rabbimiz, demirden daha şiddetli bir şey yarattın mı?» dediler.

Hak Teâlâ:

«–Evet, ateşi yarattım» buyurdu.

«–Ey Rabbimiz, ateşten daha şiddetli bir şey yarattın mı?» diye yine sordular.

Hak Teâlâ:

«–Evet, suyu yarattım!» buyurdu.

«–Ey Rabbimiz, sudan daha şiddetli bir şey yarattın mı?» dediler. Hak Teala tekrar cevap verdi:

«–Evet, rüzgârı yarattım» cevâbını verdi.

«–Ey Rabbimiz, rüzgârdan daha şiddetli bir şey yarattın mı?» diye yine sordular. Hak Teâlâ:

«–Evet insanoğlunu yarattım» buyurdu ve devam etti: «Eğer o, sağ eliyle sadaka verir ve bunu da sol eli görmeyecek kadar gizlerse (daha şiddetlidir).»” (Tirmizî, Tefsîr, 113-114)

 

Her Hâl Üzere İnfak

Ebû Zer (r.a) şöyle anlatmış:

Bir gün Allâh Rasûlü (s.a.v) ile birlikte öğle namazı kıldık. Mescide bir sâil geldi ve oradakilerden sadaka istedi, fakat kimse sadaka vermedi. Sâil ellerini göğe kaldırdı ve:

“–Ey Allâh’ım, ben şehadet ederim ki Rasûlullâh (s.a.v)’in mescidinde sadaka istedim ama kimse bana bir sadaka vermedi.” dedi.

Hz. Ali o esnâda rükûda idi. Sâile sağ elinin küçük parmağındaki yüzüğü işaret etti. O da gelip parmağındaki yüzüğü aldı. Hz. Ali’nin işaretini ve sâilin yüzüğünü alıp gidişini Rasûl-i Ekrem (s.a.v) de gördü ve:

“–Ey Allâh’ım, kardeşim Musa senden istedi ve: «Rabbim! Yüreğime genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimden (şu) bağı çöz. Ki sözümü anlasınlar. Bana âilemden bir de vezir (yardımcı) ver, kardeşim Harun’u. Onun sayesinde sırtımı kuvvetlendir. Ve onu işime ortak kıl.» (Tâhâ, 25-32) dedi ve onun hakkında Kur’ân indirildi:

«Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz (mucize yardımlarımız) sayesinde onlar size erişemiyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.» (el-Kasas, 35) buyruldu.

Ey Allâh’ım, ben de senin peygamberin, safiyyin Muhammed’im. Benim sadrıma da inşirah ver, işimi kolaylaştır, âilemden bana bir vezir ver, Ali’yi; onunla benim sırtımı kuvvetlendir.” diye dua etti.

Allâh’a yemin olsun, Allâh’ın Rasûlü (s.a.v) daha duasını bitirmemişti ki Cibrîl geldi ve ey Muhammed oku:

“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Rasûlü’dür, îman edenlerdir, ki namaza devam ederler ve rükû hâlinde (bile) zekât verirler. Kim Allah’ı, Rasûlü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.” (el-Mâide, 55-56) dedi. (Râzî, XII, 23; Taberî, VI, 186)

Hz. Ali (r.a) da diğer mü’minler gibi tasaddukta bulunmayı severdi ve bu âyet-i kerimenin hükmüne evleviyetle dahildir. Bu rivayet sebebi hususileştirmekle birlikte âyetin, bütün mü’minler hakkında umûmî olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.

*

Allâh Rasûlü (s.a.v) bir gün kalktı ve:

“–Ey insanlar, tasaddukta bulunun! Ey insanlar, tasaddukta bulunun ki kıyâmet günü size onunla şehâdet edeyim. Belki de biriniz, devesinin yavruları tok ve rahat içinde yatarken yakınında (amcasının) oğlu açlıktan kıvrılmış hâldedir. Belki de birinizin ağaçları güzel meyve vermiş, malı artarken komşusu hiçbir şeyi olmayan bir yoksuldur. Bir adam yok mu ki develerinden birini sadaka olarak versin de bu fakir âile için sabah bir ihsân, akşam bir ihsan olsun. Deve onlara sabah akşam süt versin. Uyanık olun! Bunun mükâfatı pek büyüktür.” buyurdular.

Bir kişi kalktı:

“–Ey Allâh’ın elçisi, benim develerim var; yanımda dört deve sürüsü var (bu develerimden birisi sadaka olsun).” dedi.

Bir başkası kalktı. Kısa boylu ve fazla güzel olmayan bir adamdı. Çok güzel bir deveyi çekiyordu. Münâfıklardan birisi Hz. Peygamber’in duymadığını düşünerek yanındakine:

“–Devesi kendisinden daha hayırlı.” diye fısıldadı.

Ancak bunu duyan Rasûlullâh (a.s):

“–Yalan söyledin, o senden de devesinden de daha hayırlıdır.” buyurdular.

Abdurrahman bin Avf (r.a) kalktı ve:

“–Yâ Rasûlallâh! Sekiz bin dirhemim var. Dört binini âileme bıraktım, dört binini de getirdim. Onları Allâh’a takdim ediyorum.” dedi. Münafıklar bu miktarı çok buldular.

Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–Allâh’ım, onun getirdiğini de âilesine bıraktığını da bereketli eyle!” diye dua ettiler.

Sonra Asım bin Adiyy (r.a) kalktı ve yetmiş vesak hurma tasaddukta bulundu. (Münâfıklar) her ikisiyle de eğlendiler ve:

“–Bu ancak bir riyâdır. Bunlar gösteriş olsun diye böyle çok tasaddukta bulunuyorlar. Gizlice verselerdi ya, parça parça verselerdi ya!” dediler.

Sonra Ensâr’dan Ebû Akîl (r.a) kalktı:

“–Yâ Rasûlallâh! Benim malım yok, lâkin geçen akşam falan kimselere sırtımda ücretle yük taşıdım. Onlardan aldığım iki sa’ hurmanın birini ehlime bıraktım birini de Allâh’a yaklaşabilmek için tasadduk etmeye getirdim.” dedi. münâfıklar ona da gülüştüler ve:

“–Deve sahipleri develer getirdi, gümüşü olan gümüş getirdi, bu da şu hurmacıkları getirmiş. Allâh, Ebû Akîl’in bir sâ’ hurmasından müstağnîdir.” dediler.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Allâh senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirdiği hurmanın toplanan yardımlar içine dökülmesini emretti. Bu hâdiseler üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

«Sadakalar husûsunda mü’minlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden baş­kasını bulamayanları çekiştirip alay eden (münâfık)lar var ya, Allâh, işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır.» (et-Tevbe, 79)[5]

*

Ebû Mes’ûd el-Ensârî (r.a) şöyle der:

“Rasûlullâh (s.a.v) bize tasaddukta bulunmayı emredince bizden biri çarşıya gider, sırtında yük taşıyarak bir müd (yiyecek) kazanır ve ondan infâk ederdi. Bugün onlardan birinin yüz bin (dinarı) var.” (Buhârî, Zekât, 10)

 

Allâh Adına…

Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki:

“Kim Allah adına sığınma talebinde bulunursa ona sığınma verin, kim Allah adına isterse ona verin, kim sizi dâvet ederse ona icabet edin, kim size bir iyilik yaparsa karşılıkta bulunun, şayet verecek bir şey bulamazsanız, ona karşılığını verdiğinize kanaat getirinceye kadar dua edin.” (Ebu Davud, Zekat 38/1672; Nesâî, Zekat 72)

Bu hadisten anlaşıldığına göre iyilikte bulunana şeklinde dua etmekle ona teşekkür edilmiş ve mükâfatı Allah’a havale edil­miş oluyor. Hz. Âişe (r.anhâ) herhangi bir âileye sadaka gönderdiğinde, hizmetçisine:

“−Sadakayı alınca ne dediler?” diye sorardı. Hizmetçi “Şöyle şöyle dua ettiler” derse Hz. Âişe vâlidemiz de aynı şekilde onlara dua ederdi. Bunu da, sadakası sırf Allah rızâsı için olsun ve sevâbı Cenâb-ı Hak katında tam olarak kalsın diye yapardı. (Zemahşerî, Keşşâf, [İnsan, 9])

 

Vakıf ve İnfâk

İbnu’l-Firâsî’nin anlattığına göre, babası: “Ey Allâh’ın Rasûlü! (ihtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?” diye sormuş, (a.s) da:

“Hayır, isteme! Ancak istemek zorundan kalmışsan, bari sâlihlerden iste!” buyurmuşlardır. (Ebû Davud, Zekat, 28; Nesâî, Zekat, 84)

{

Ebû Mes’ûd Ukbe bin Amr el-Ensârî el-Bedrî (r.a) şöyle dedi:

Sadaka âyeti inince, biz sırtımızda yük taşıyarak (hamallık yaparak) sadaka vermeye başladık. Derken bir adam geldi ve çokça sadaka verdi. Münâfıklar, “Gösteriş yapıyor.” dediler. Bir başkası geldi, bir ölçek hurma tasadduk etti. Yine münâfıklar, “Allâh’ın bunun bir ölçek hurmasına ihtiyâcı yoktur.” dediler. Bunun üzerine, “Sadakalar husûsunda gönülden veren mü’minleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştiren ve onlarla alay edenler yokmu, Allâh onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı bir azab vardır.” (Tevbe, 79) âyeti indi. (Buhârî, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 72)

*

İbn-i Ömer (r.a)’dan:

“Hz. Ömer’e Hayber’de (ganimetten) bir arazi düştü. Peygamber (a.s)’a gelip şöyle dedi:

−Ey Allâh’ın Rasûlü! Hayber’de bir yer edindim. Bugüne kadar onun gibi kıymetli bir yer elde etmedim. Onu ne yapmamı emredersin?

Fahr-i Kâinât Efendimiz şöyle buyurdu:

“−İstersen onun aslını (Allâh için) habset ve onu(n gelirini) vakfet!

Bunun üzerine Ömer (r.a) onu şu şartlarla vakfetti: Onun aslı satılamaz, hibe edilemez ve ona varis olunamaz. O fakirler, yakın akrabalar, köle âzât etmek, Allâh yolunda harcamak ve yolda kalmış kimseler içindir.”

Bir rivayette şu ilave mevcuttur:

“Ve misafir için. Onu idare edenin, malı kendisine sermaye etmeden yemesinde ve arkadaşına yedirmesinde herhangi bir beis yoktur.” (Buhârî, Şurut, 19; Vasâyâ, 28; Eyman, 33; Müslim, Vasiyet, 15)

*

Ebû Zer (r.a) şöyle demiştir:

“Bir malda üç ortak vardır. Birincisi mal sâhibi, yani sen, ikincisi kaderdir. O, hayır mı yoksa felâket ve ölüm gibi şer mi getireceğini sana sormaz. Üçüncüsü mirasçıdır. O da bir an önce başını yere koymanı (yani ölmeni) bekler, ölünce malını alır götürür, sen de cezasını çekersin. Eğer gücün yeterse sen bu üç ortağın en âcizi olma. Allâh Teâlâ: «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe hakikî iyiliğe eremezsiniz.» buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (âhirette karşıma çıkması için) onu benden önce gönderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)

*

Peygamber Efendimiz’in hanımı Âişe (r.a) oruçlu iken bir yoksul gelip kendisinden birşeyler istedi. Âişe vâlidemizin evinde bir somundan başka birşey yoktu. Hizmetçisine:

“−Ekmeği ona ver!” dedi. Hizmetçi:

“−Akşam iftar edeceğiniz başka birşey yok!” dedi. Hz. Âişe:

“−Sen ekmeği ona ver.” dedi. Hizmetçi hâdisenin devamını şöyle anlatıyor:

Âişe’nin emri üzerine ekmeği o fakire verdim. Akşam olunca birisi bize pişmiş koyun küreği gönderdi. Hz. Âişe beni çağırdı ve:

“−Ye, bu senin ekmeğinden daha iyidir!” dedi. (Muvatta’, Sadaka, 5)

*

Hulefâ-yı râşidînin beşincisi diye meşhur olan Ömer İbni Abdülaziz hazretleri çuval çuval şeker alır, fakirlere dağıtırmış. Ona:

–Böyle yapacağına para dağıtsan olmaz mı? diye sormuşlar. O da:

–Ben şekeri çok severim. Onun için sevdiğim şeyi infâk etmek istedim, demiş.

*

Rasûlullâh (s.a.v) buyurdular ki:

“Bir kimseye sütünden istifade etmesi için verilen sütlü bir deve ve bol sütlü bir koyun ne güzel infâktır. Sabah bir kap, akşam bir kap süt verir.” (Buhari, Hibe 35, Eşribe 14; Müslim, Zekat 73)

*

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Rasûlullâh (s.a.v) buyurdular ki:

«–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.»

«–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?» diye sordular. Şu cevabı verdi.

«–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Diğeri ise malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.» (Nesai, Zekat 49)

 

İnfâktaki Bereket

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Allah azze ve celle «Sen infâk et ki, ben de sana infâk edeyim» buyurdu. Allah’ın hazîneleri geniştir. Bütün mahlûkâta verdiği rızıklar O’nun hazînesinden hiçbir şey eksiltmez. O, gece gündüz ardı arkası kesilmez infâklarda bulunur. Semâ ve arzı yarattığı günden beri Allah’ın infâk ettiği şeyleri düşünün! Bunlar, O’nun mülkünden hiçbir şey eksiltmemiştir.” (Buhârî, Tefsîr, 11/2; Tevhîd, 22)

*

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Allah yolunda malını harcayan kimseye, harcadığının yedi yüz misli ecir verilir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 4/1625; Nesâî, Cihâd, 45/3184)

*

Peygamber Efendimiz buyururlar:

“Hangi müslüman ihtiyacı olan bir müslümana elbise giydirirse, Allah da ona cennetin yeşil elbiselerinden giydirir. Hangi müslüman aç bir müslümanı doyurursa, Allah da ona cennet meyvelerinden ikrâm eder. Hangi müslüman susamış bir müslümana su verirse, Allah da ona kabı mühürlü hâlis cennet şarâbı (Rahîk-ı Mahtûm) içirir.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 41/1682; Tirmizî, Kıyâmet, 18/2449; Ahmed, III, 13)

*

Rasûlullah (s.a.v) bir defâsında sadakanın mânevî bereketini anlatarak:

“Allah -azze ve celle- bir lokma ekmek, bir avuç hurma ve yoksulun faydalanacağı buna benzer bir şey vesîlesiyle üç kişiyi cennete koyar:

1. Evin sâhibi ve onun verilmesini emreden kişi,

2. Verilecek şeyi hazırlayan zevce ve,

3. Sadakayı yoksulun eline veren hizmetçi” buyurmuş ve sözlerini şöyle tamamlamıştır:

“Hiç birimizi unutmayan Allah’a hamdolsun!” (Heysemî, III, 112)

*

Peygamber Efendimiz buyururlar:

“…Bir kişi haramdan mal kazanır ve onu harcarsa, bu ona bereketli kılınmaz; tasaddukta bulunursa kabûl edilmez. Arkasında bıraktığı da onu ancak ateşe yaklaştırır. Çünkü Allâh -azze ve celle- kötülüğü kötülükle silmez, lâkin kötülüğü iyilikle yok eder. Şüphesiz habîs habîsi silip yok etmez.” (Ahmed, I, 387)

*

Hadîs-i şerîflerde şöyle haber verilir:

“Su ateşi söndürdüğü gibi sadaka de günah(ın azâbını) söndürür.” (Tirmizî, Îmân, 8/2616. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Fiten, 12)

 

“Sadaka, Rabbın öfkesini söndürür ve kötü ölümden uzaklaştırır.” (Tirmizî, Zekât, 28/664)

 

“Müslümanın sadakası, ömrü uzatır, kötü ölümü önler ve Allah onunla kibri, fakirliği ve övünmeyi giderir.” (Heysemî, III, 110)

 

“İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar herkes sadakasının gölgesinde olacaktır.”

Bu hadîsin râvîlerinden Ebu’l-Hayr, hergün mutlaka bir sadaka vermeye gayret ederdi. Bu bir kek, bir soğan ve benzeri şeyler olsa bile. (Ahmed, IV, 147-8; Heysemî, III, 110)

 

Rasûlullah (s.a.v) diğer hadîslerinde şöyle buyururlar:

“Sadaka, sahipleri için kabirlerin sıcaklığını söndürür. Mü’min kıyâmet günü sadakasının altında gölgelenir.” (Heysemî, III, 110)

 

“Sadaka vermekte acele edin! Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.” (Heysemî, III, 110)

*

Rasûlullah (s.a.v)’in haber verdiğine göre Îsâ (a.s)’a bir grup insan uğramıştı. Hz. Îsâ:

“–Bunlardan biri Allah dilerse bugün ölecek” buyurdu.

Onlar gittiler. Akşam olunca sırtlarında odun demetleriyle tekrar Hz. Îsâ’nın yanına geldiler. Îsâ (a.s):

“–Odunları yere bırakın!” dedi.

Sonra o gün öleceğini söylediği kişiye:

“–Odun demetini çöz!” buyurdu.

Adam demeti çözdüğünde içinden siyah bir yılan çıktı. Hz. Îsâ:

“–Bugün hangi ameli işledin?” diye sordu. O kişi:

“–Bugün herhangi bir sâlih amel işlemedim” dedi. Îsâ (a.s):

“–İyi düşün, ne yapmıştın?” buyurdu.

Bu sefer o zât:

“–Bir amel işlemedim ancak elimde bir ekmek parçası vardı. Yanıma bir yoksul gelip isteyince ben de ekmeğin bir kısmını ona verdim” dedi.

Bu cevap karşısında Hz. Îsâ:

“–İşte bu sâyede (belâ) senden uzaklaştırılmış” buyurdu. (Heysemî, III, 109-110; Ahmed, Zühd, I, 96)

 

İNFAKTA ACELE ETMEK

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin hayatında (sağlıklı iken) bir dirhem sadaka vermesi, ölümü esnâsında yüz dirhem sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Ebû Dâvud, Vasâyâ, 3/2866)

*

Büsr bin Cahhâş (r.a) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) bir gün avucuna tükürdü ve üzerine işaret parmağını koyarak şöyle buyurdu:

“Allah -azze ve celle- buyuruyor ki:

«Ey Âdemoğlu! Sen nasıl olur da beni âciz bırakabileceğini düşünürsün?! Hâlbuki ben seni şu tükrük damlası kadar bir sudan yarattım ve sana en güzel bir şekil verip seni her yönden mütenâsip kıldım. Yeryüzünde süslü elbiseler içinde kibir ve azametle yürüdün. Çocuğunu diri diri toprağa gömdün. (Yâni bu derece ağır günahlar işledin.) Mal biriktirip kimseye vermedin. Can boğaza gelince:

“Tasadduk ediyorum” diyorsun. Sadaka vermenin zamanı şimdi mi?!»“ (Ahmed, IV, 210. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Vasâyâ, 4; Hâkim, II, 545/3855)

*

Rasûlullah (s.a.v) buyururlar:

“Ölüm esnâsında köle âzâd eden (ve tasaddukta bulunan) kişi, kendisi iyice doyduktan sonra kalanları hediye etmeye çalışan kimse gibidir.” (Ebû Dâvûd, Itk, 15/3968; Tirmizî, Vasâyâ, 7/2123)

*

Abdurrahmân bin Ebî Amra’nın anlattığına göre annesi, bir köle âzad etmek istemiş ve bunu sabaha tehir etmişti. Ancak sabaha çıkamadan vefât etti. Abdurrahmân, Kâsım bin Muhammed’e:

“–Ben anneme bedel bir köle âzad etsem, ona faydası olur mu?” diye sordu.

Kâsım şu cevâbı verdi:

“–Sa’d bin Ubâde, Rasûlullah (s.a.v)’e:

«–Annem vefat etti, ben onun adına köle âzad etsem anneme faydası olur mu?» diye sormuştu. Rasûlullah (s.a.v):

«–Evet!» buyurdu.” (Muvatta’, Itk, 13)

*

Âişe (r.a)’nın bildirdiğine göre, bir kişi Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e gelerek:

“–Annem âniden vefat etti. Öyle zannediyorum ki konuşabilseydi mutlaka sadaka verirdi. Ben onun adına tasaddukta bulunabilir miyim?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“–Evet, onun yerine sadaka ver!” buyurdular. (Buhârî, Vasâyâ, 19; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 15/2881)

 

İNFAK EDEBİ

Ebû Zerr (r.a) şöyle der:

Peygamber Efendimiz’e:

“–Yâ Nebiyyallah! Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sordum. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Fakire gizlice verilen ve malı az olan kimsenin zorlanarak verdiği sadakadır” buyurdu. (Ahmed, V, 265, 178-179. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1677)

*

Birgün Âişe (r.a), kokusu biraz değişmiş bir eti sadaka olarak vermek istemişti.

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz ona:

“Kendin yemediğin bir şeyi mi tasadduk edeceksin?!” buyurdu. (Heysemî, III, 113)

*

Yine Âişe vâlidemiz, Allah Rasûlü’nün hoşlanmadığı bir yiyecek hakkında:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, onu yoksullara verelim mi?” diye sormuştu.

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v):

“–Onlara kendi yemediğiniz şeyleri vermeyiniz!” buyurdular. (Ahmed, VI, 105, 123; Heysemî, III, 113; IV, 37)

*

 “Gizli verilen sadaka, Rabbin gazabını söndürür.” (Beyhakî, Şuab, III, 244; VI, 255; Heysemî, III, 115)

*

Uzun bir hadîs-şerîfin mevzumuzla ilgili kısmı şöyledir:

“…Bir adam bir cemaate gelir, aralarındaki bir yakınlık sebebiyle değil de, sırf Allâh adına onlardan bir şeyler ister. İstediğini vermezler. Bu topluluktan biri yavaşça, kimseye hissettirmeden cemaatin arka tarafına kayar ve isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sâdece Allâh ile yardım ettiği kimse bilir. (Allah bu kişiyi sever)…” (Tirmizî, Cennet, 25/2568; Nesâî, Zekât, 75/2568)

*

Ashâb-ı kirâmdan Hârise bin Nûmân (r.a) gözlerini kaybetmişti. Namazgâhından odasının kapısına bir ip çekmiş, yanına da içinde hurma ve başka şeyler bulunan bir sepet koymuştu. Herhangi bir fakir yanından geçip selâm verdiğinde, sepetten bir şeyler alır, ipe tutunarak odasının kapısına gelir ve fakire bizzat verirdi. Âilesi:

“–Biz senin adına veririz” dediklerinde o:

“–Rasûlullah (s.a.v)’in:

«Yoksula kendi eliyle sadaka vermesi, kişiyi kötü ölümden muhâfaza eder» buyurduğunu işittim” cevâbını verirdi. (İbn-i Sa’d, III, 488; Taberânî, Kebîr, III, 229, 231; Heysemî, III, 112)

 

AZDAN VEREN CANDAN VERİR

Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’e:

“–Ya Rasûlullah, Allah’ın salât u selâmı senin üzerine olsun! Fakir gelip kapımın önünde duruyor da ona verecek bir şey bulamıyorum” demişti.

Rasûlullah (s.a.v) ona şöyle buyurdu:

“–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)

*

Birgün Rasûlullah (s.a.v):

“İçinizde bugün herhangi bir fakiri doyuran var mı?” diye sormuştu.

Ebû Bekir (r.a):

“–Mescide girdiğimde, ihtiyâcını arzeden bir yoksul gördüm. Oğlum Abdurrahman’ın elinde bir parça ekmek vardı. Onu alıp fa­kire verdim” dedi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501) 



[1] İbn-i Hişâm, IV, 32; İbn-i Sa’d, II, 137; Vâkıdî, II, 838.

[2] el-Mâide, 89.

[3] el-Mücâdele, 4.

[4] el-Mâide, 95.

[5] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Beyrut ts., X, 146, [Tevbe, 79]; İbn-i Kesîr, Tefsîr, IV, 127; Taberî, X, 251; Ali el-Müttakî, no: 16181. Ayrıca bkz. Buhârî, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 72.

%d bloggers like this: