Tâzimde bulunmakla ibadet etmeyi birbirine karıştırmamalıdır.
Birisi için ayağa kalkmak, el öpmek, Allah Rasûlü’ne “Efendimiz”, “Sâhibimiz” gibi ifadeler kullanmak, kabrini ziyaret esnasında önünde edep, vakar ve kalp huzuruyla durmak birer tâzim ifadesidir. Bunları, Allah’tan başkasına ibadet etmek şeklinde anlamak Allah ve Rasûlü’nün râzı olmadığı, şeriatin rûhuna aykırı câhilane bir inattır.
Allah (c.c.) tüm meleklerine, ilim verdiği ve diğer mahlûkat arasından seçtiği Hz. Âdem’e tazim anlamı taşıyan bir secde yapmalarını emretmiştir.
Melekler, Allah’ın tazim ettiği bir kimseye tazim ettiler. İblis ise çamurdan yaratılmış olan birine secde etmekten kibirlendi. O dinde kendi kafasına göre kıyas yapanların ilkidir. O: “Ben ondan hayırlıyım” demiş ve bunu kendisinin ateşten Âdem (a.s.)’ın da topraktan yaratılması safsatasıyla delillendirmiştir. O, ilk kibirlenen kişidir. Allah’ın tâzim ettiği, yücelttiği bir kişiye tazim etmemiştir. Sâlih bir kul olan Âdem (a.s.)’a karşı kibirlendiği için Allah’ın rahmetinden kovulmuştur.
Sâlih insanlara tazim edilmesinin misallerinden biri de Yusuf (a.s.) hakkındaki şu âyettir:
“Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar…” (Yûsuf, 100)
Bu secde, selâm, tekrîm, teşrîf ve tâzim secdesiydi.
Yusuf (a.s.) daha önce görmüş olduğu rüyâyı Allah’ın emri olarak kabul ettiği için kardeşlerinin secdesine müsâade etmiştir. Peygamberlerin rüyâları vahiy sayıldığı için bu rüyâ emir kabul edilmiştir.
*
Allah (c.c.), Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) hakkında şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Tâ ki (ey müminler!) Allah’a ve Rasûlü’ne iman edesiniz, Rasûlü’ne yardım edesiniz, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz!” (Fetih, 8-9)
“Ey iman edenler Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin!” (Hucurât, 1)
“Ey iman edenler seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin!” (Hucurât, 2)
“(Ey mü’minler!) Peygamber’i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın…” (Nûr, 63)
*
Amr bin Âs (r.a) âhir ömründe şöyle demiştir:
“…Rasûlullah (s.a.v)’den daha çok sevdiğim biri yoktu. Gözümde ondan daha büyük biri mevcut değildi. Ona duyduğum saygıdan dolayı gözlerimi kandıra kandıra yüzüne bakamazdım. Biri benden onu anlatmamı isteseydi, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım…” (Müslim, Îmân, 192; Ahmed, IV, 199)
*
Enes (r.a) şöyle rivayet eder:
“Muhacir ve Ensar’dan bir grup ashâb-ı kirâm otururken Rasûlullah (s.a.v) yanlarına varırdı. İçlerinde Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer (r.anhumâ) da olurdu. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhumâ) hâricinde ashâb-ı kirâmdan kimse gözünü kaldırıp da Efendimiz’e bakamazdı. Bu iki sahâbî Allah Rasûlü’ne bakar, Efendimiz de onlara bakardı. Onlar tebessüm eder, Efendimiz de onlara tebessüm ederdi.” (Tirmizî, Menâkıb, 16/3668)
*
Üsâme bin Şerîk şöyle der:
“Rasûlullah (s.a.v)’in yanına geldiğimde ashabı sanki başlarında kuş varmış gibi hareketsiz duruyorlardı. Selâm verip oturdum…” (Ebû Dâvûd, Tıb, 1/3855)
Buna benzer pek çok rivâyet mevcuttur. (Nesâî, Cenâiz, 81; Hâkim, IV, 443/8214)
*
Berâ bin Âzib (r.a) şöyle der:
“Rasûlullah (s.a.v)’e bir şey sormak istiyordum. Fakat heybeti sebebiyle ona duyduğum tâzimden dolayı iki sene boyunca sualimi tehir ettim. Hâlbuki her gün yanına gidip kendisini görüyordum.” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-mütefakkih, no: 847)
*
Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) yüksek tevâzuu sebebiyle ashâbının kendisi için ayağa kalkmasını istemezdi. Bir gün Hassân bin Sâbit’in yanına uğramıştı. Hassân (r.a) hemen ayağa kalktı ve şu şiiri okudu:
قِيَامِي لِلْعَزِيزِ عَلَيَّ فَرْضٌ وَتَرْكُ الْفَرْضِ مَا هُوَ مُسْتَقِيمُ
عَجِبْتُ لِمَنْ لَهُ عَقْلٌ وَفَهْمٌ يَرَى هٰذَا الْجَمَالَ وَلَا يَقُومُ
“Azîz, yani izzet sâhibi ve son derece yüce zât için ayağa kalkmak benim üzerime farzdır.
Farzı terk etmek ise doğru bir davranış değildir.
Azıcık aklı ve anlayışı olan kişiye şaşarım,
Eğer şu nûr cemâli görüp de ayağa kalkmaz ise.”[1]
*
Netice olarak Peygamber Efendimiz’e tazim ve saygı göstermek ve onun diğer tüm mahlûkatın üstünde bir değere sahip olduğunu kabul etmek, herkesin üzerine vaciptir. Rasûlullah (s.a.v)’in bu yüce mertebesi karşısında kusur gösteren, ona, îcâb eden tâzimi göstermeyen kimse ya âsî, ya kâfir olur.
Bir kişi Peygamber Efendimiz’e gösterilmesi gereken tâzim ve saygıda mübâlağa yapar, ancak onu Allah Teâlâ’ya âit bir vasıfla tavsif etmezse, hakka isabet etmiş olur. Rubûbiyet ve risâlet haklarını muhâfaza etmiş olur.
Mü’minlerin sözlerinde, bir şeyin Allah’tan başka birine nispet edildiği görülürse, onu mecâz-i aklîye hamletmek îcâb eder. Onları tekfir etme imkânı yoktur. Zira mecâz-i aklî, Kur’ân ve Sünnet’te kullanılmaktadır.
[1] Abdülhamîd bin Muhammed Ali, ez-Zehâiru’l-kudsiyye, s. 228; Dimyâtî, İânetü’t-tâlibîn, III, 305; Tuhfetü’l-Habîb alâ şerhi’l-Hatîb, VIII, 133.