Çatıda, Minberde ve Tahta Üzerinde Namaz Kılmak
Sehl bin Saʻd (r.a)’e, (Medîne’deki) Minber-i Nebevî’nin neden yapılmış olduğu suâl edildiğinde şöyle buyurdu:
“‒İnsanlar içinde bunu benden daha iyi bilen bir kişi kalmadı. (Minber) Gâbe’nin Esl ağacındandır. Onu Rasûlullâh (s.a.v) için falanca kadının kölesi filân yapmıştı. Minber, yapılıp yerine konduğu zaman Rasûlullâh (s.a.v) üzerine çıkıp kıbleye doğru döndüler ve iftitah tekbîrini aldılar. İnsanlar da arkasından (Mescid-i Şerîf’te namaza) durdular. Efendimiz (s.a.v), kıraatte bulunduktan sonra rükûya vardılar, cemaat da arkasında rükû etti. Sonra Efendimiz (s.a.v) rükûdan mübârek başlarını kaldırdılar, (yönlerini kıbleden ayırmadan) gerisin geriye aşağıya indiler ve yere secde buyurdular. Secdeden kalkınca yine minbere çıktılar. Sonra yine rükûya vardılar. Sonra yine rükûdan mübârek başlarını kaldırıp (önceki gibi) gerisin geriye aşağıya indiler ve yere secde buyurdular. İşte minberin kıssası budur.” (Buhârî, Salât, 18)
Şerh:
Sehl bin Saʻd’dan diğer bir rivayette Rasûlullah (s.a.v) bu namazı tamamladıktan sonra, cemâate dönüp:
“‒Ey insanlar, bunu, bana uymanız ve namazımın nasıl olduğunu öğrenmeniz için yaptım” buyurmuşlardır. (Buhârî, Cuma, 26)
Buradan, bir ihtiyaç hâlinde imâmın me’mûmdan yüksek bir yerde durmasının caiz olduğu anlaşılıyor. Herhangi bir ihtiyaç olmaksızın imamın cemaatten yüksek bir yerde durması ise mekruhtur.
Minber-i Şerîf, iki kademe ile bir meclisten (oturacak yerden) ibâretti. Bâzılarının üç basamak demesi bu itibarladır. Efendimiz (s.a.v) hutbeyi ikinci basamakta durup îrâd buyururlar ve iki hutbe arasında, meclis denilen üçüncü basamağa otururlardı. Buna göre kavme ile secde arasına giren hareketlere amel-i kesir denilemez. Kıbleden yüzünü çevirmeden bir iki adım yürümek namazı ifsâd etmez.
Aynı şekilde Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Meşrube” denilen yüksekçe bir odada ashâbına namaz kıldırmışlardır. (Buhârî, Salât, 18)
Buhârî (r.a) şöyle der: Hasan Basrî, buz üzerinde namaz kılınmasında ve altından veya üstünden ya da önünden idrar aksa bile, namaz kılanla necaset arasında bir engel bulunduğu zaman köprüler üzerinde namaz kılmakta bir beis görmemiştir. Ebû Hüreyre (r.a) de aşağıdaki imamın namazına uyarak mescidin çatısında, yani üst katında namaz kılmıştır. İbn-i Ömer (r.a) da, sıkışmış kar üzerinde namaz kılmıştır.
Hadîsin râvîsi olan Sehl bin Saʻd (r.a), Medîne’de en son hayâtta kalan sahâbîdir.
Gâbe, Medine’nin Şâm cihetinde dokuz mil mesafede ağaçlık bir yerin ismidir. Orası Peygamber Efendimiz’in develeri için merʻâ idi. Minber, işte bu ormanlığın Esl denilen ağacından yapılmıştır. Bu ağaç iki nevidir. Bodur olanına Tarfâ’ denir. Dikensiz ve gayet sert bir ağaç olup tahtası çok güzel olur. Minber-i Şerîf bundan yapılmıştır. İri olanına ise Türkçe’de ılgın denir.
*
Namaz kılan kimse secdeye vardığında, elbisesinin hanımına dokunmasında bir beis yoktur. Nitekim Meymûne (r.a) şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v), ben karşısında ve hayızlı olduğum hâlde namaz kılarlardı. Bazen secdeye vardıkları zaman giydikleri elbise bana dokunurdu.” (Buhârî, Salât, 19, Hayz, 27)
Yine Meymûne (r.a): “Rasûlullah (s.a.v), hurma yaprağından yapılmış küçük bir seccade (humrâ) üzerinde namaz kılarlardı” demiştir. (Buhârî, Salât, 19)