Nerede Olursa Olsun Kıble’ye Yönelmek
Berâ (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) (Medîne’de) on altı veya on yedi ay Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kıldılar…” (Buhârî, Salât, 31. Krş. Buhârî, Îmân, 30)
Şerh:
Ahmed bin Hanbel’in İbn-i Abbâs’tan rivâyetine göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Mekke-i Mükerreme’de Beytü’l-Makdis ile Kâ’be’nin ikisine birden yönelerek namaz kılardı. Bundan anlaşıldığına göre Beytü’l-Makdis’e yönelme emri daha Mekke’de iken gelmiştir. Fakat Efendimiz (s.a.v)’in kalb-i pâki, ilk ve son kıblesi olan Kâ’be-i Muazzama’ya yönelmekten bir türlü ayrılamadığı için hem emrin yerine gelmesi, hem de namaz esnâsında, pek sevdikleri Kâ’be’den, Beytullah’tan ayrı kalmamak maksadıyla Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer arasına yönelirlermiş. Hicret’ten sonra her iki kıbleyi bir araya getirmeye imkân olmadığı için on altı ay sadece Beytü’l-Makdis’e teveccüh buyurdular. Fakat bu müddet zarfında gönülleri hep Kâ’be’ye mütemâyil idi.
Namazda kıbleye yânî Kâ’be’ye yönelme esâsı, Bakara Sûresi’nin 144. ve 150. âyetleriyle de sabittir.
*
Câbir (r.a) şöyle buyurur:
“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) nâfile namazı (seferde) devesi üstünde -deve nereye teveccüh ederse etsin- kılarlar, farz namaz kılacaklarında ise inip Kıble’ye dönerlerdi.” (Buhârî, Salât, 31)
Şerh:
Sefer esnâsında nâfile namazı binek üzerinde kılmak câizdir.
Yoldan kalmamak için nafile namazları binek üzerinde kılmanın cevazı, bu hadîste sarihtir. İftitah tekbîrini alırken kıbleye yöneldikten sonra namaz esnâsında kıbleden ayrılmak, namazı bozmaz. Farz namazda ise, kıbleye yönelmenin farz olduğuna da bu hadîs delâlet eder. Bu hususta fakîhlerin icmâı vardır. Yalnız şiddetli korku zamanında kıbleden başka tarafa dönmeye ruhsat verilmiştir.
*
Abdullah bin Mes’ûd (r.a) şöyle buyurur:
“Bir defasında Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bize namaz kıldırdı (ve yanıldı). (Râvî İbrâhîm bin Yezîd: “Ama namazı fazla mı, eksik mi kıldırdı bilemiyorum.” dedi.) Selâm verince kendilerine:
«‒Yâ Rasûlâllâh, namaz hakkında yeni bir hüküm mü geldi?» diye soruldu. Efendimiz (s.a.v):
«‒Yok, neden sordunuz?» buyurunca:
«‒Yâ Rasûlâllâh, namazı şöyle şöyle kıldırdınız da ondan.» dediler.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) hemen teşehhüd vaziyeti almak üzere iki bacağını kıvırdı ve Kıble’ye karşı yönelip iki secde ettikten sonra selâm verdi. Mübârek yüzünü bize dönünce buyurdular ki:
«‒Namaz hakkında yeni bir hüküm gelmiş olaydı muhakkak size haber verirdim. Lâkin ben de nihâyet sizin gibi beşerim. Siz unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Bir şeyi unuttuğum zaman (tesbîh ve sâire ile) bana hatırlatınız. İçinizden biri namazda şüpheye düşecek olursa, zihnindeki ihtimâllerin doğruya en yakın olanını araştırıp (verdiği karâra binâen) namazını tamamlasın. Sonra selâm verip ondan sonra da iki kere secde etsin!».” (Buhârî, Salât, 31)
Şerh:
Muhtelif rivâyetlerde Efendimiz (s.a.v)’in öğle veya ikindi namazını beş rekât kıldırdığı haber veriliyor.
Bu hadîs-i şerîfe göre, sehiv secdesinden evvel imâm ile cemâat arasında konuşmalar olmuştur. Bu sözler namaz hakkında ve namazı ıslâh için olduğuna binâen, namazda imâm ile cemaatin hangisinin ne gibi hususlarda sehven veya kasden ne gibi kelâm ile ne mikdârda konuşabilecekleri hakkında fakîhler arasında uzun uzadıya ictihâd ve ihtilâf kapısı açılmıştır.
Peygamberlerin unutması ve hatâ etmesi câiz midir?
Allah Teâlâ tarafından îtikâdî ve amelî hükümlerin tebliğiyle alâkalı söz ve fiiller hakkında hatâ etmelerinin imkânsızlığı üzerinde bütün İslâm ulemâsı ittifak etmişlerdir. Tebliğle alâkalı olmayan fiiller hakkında ise âlimler ihtilaf etmişlerdir. Âlimlerin umumu, bu tür hatâların derhal vahiy ile veya farklı yollarla kendilerine bildirilmek şartıyla mümkün olabileceğini söylemişlerdir. Nitekim Efendimiz (s.a.v)’den birkaç defâ vâki olan sehiv ve nisyan, kendilerine tabiî olarak unutma ve hatâ ârız olan ümmet fertlerinin ne yapmaları lâzım geleceğini, daha tesirli olması için fiilen tâlim etmek hikmetine dayanmaktadır.