Kıble ve Makâm-ı İbrâhîm
Ömer (r.a) şöyle buyurur:
“Üç şeyde Rabbime muvâfakat ettim:
«‒Yâ Rasûlallâh, Makâm-ı İbrâhîm’i musallâ (yâni namazgâh) edinsek!» dedim. «Makâm-ı İbrâhim’i namazgâh edinin!»[1] âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
Bir de hicâb (örtünme) âyeti: «‒Yâ Rasûlallâh, emretsen de ezvâc-ı tâhirâtın hicâb (örtü) içine girseler. Çünkü iyi-fâcir her türlü insan onlarla konuşabiliyor.» dedim. Derken hicâb âyeti nâzil oldu.
Kezâ Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ezvâc-ı mutahheresi bir defasında kendisine karşı kıskançlık göstermek üzere ittifâk etmişlerdi. Onlara: «‒Ne bilirsiniz, eğer sizi boşayacak olursa Rabbi belki size bedel ona sizden daha hayırlı zevceler verir!» dedim. Derken aynen bu şekilde âyet-i kerime nâzil oldu.[2]” (Buhârî, Salât, 32)
Şerh:
Cenâb-ı Fârûk-ı A’zam’ın sözleri âyetlerin nüzûlünden evvel olduğu halde “Rabbim bana muvâfakat etti” demeyip de “Ben Rabbime muvâfakat ettim” demesi “edeb maallâh”tır, fıkıh ve ilminin açık bir nişanesidir. O, “Benim reyim, zuhurları vakt-i muayyenlerine kadar taahhur eden hükm-i ezelî-i Rabbânîye muvafık düştü” demek istemiştir.[3]
Makâm-ı İbrâhîm, Kâ’be’nin yanında İbrâhîm (a.s)’ın ayak izinin bulunduğu taşa verilen isimdir. En sahih görüş budur. İbn-i Abbâs, Mücâhid ve Atâ’ya göre bütün harem Makâm-ı İbrâhîm’dir. İbn-i Abbâs’tan diğer bir rivâyete göre bütün mevâkıf-ı hac (hac menâsıkının yapıldığı yerler), Makâm-ı İbrâhîm’dir. Son iki tevcihe göre haremin ve mevâkıf-ı haccın namazgâh olması, duâya ve Allah’a yaklaşmaya mahal olması demektir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Şunu da hatırda tutun ki bir vakit İbrahim’i Rabbi bir takım kelimelerle imtihan etti, o da onları tam olarak yerine getirince «Ben seni bütün insanlara imam yapacağım» buyurdu…” (el-Bakara, 124)
“Sonra da sana vahyeyledik ki: Hakperest (hanîf) olarak İbrahim milletine ittiba et! O, hiç bir zaman müşriklerden olmadı.” (en-Nahl, 123)
Beyt, İbrâhim (a.s)’a izafe edilmekte, Beyt’i onun binâ ettiği haber verilmektedir.
Onun Makâm’daki ayak izi, sanki Beyt’i inşâ eden ustanın imzâsı gibi orada durmakta ve vefatından sonra onu hatırlatmaktadır. O hâlde insanlara imam ve önder kılınan kişinin durduğu yerde namaz kılmak hikmete daha muvafıktır. Makâm-ı İbrâhîm’de durup namaz kılmak, Kâbe’yi tavaf eden kişinin, onu inşâ eden bânînin ismini okumasına benzemektedir.
Kıblenin hangi yönde olduğunu bilmeyen kişi, araştırma yapar ve kanaat getirdiği yöne doğru namazını kılar. Daha sonra kıbleyi doğru tâyin edemediği anlaşılırsa namazını iâde etmesi gerekmez. Bu hususta farklı görüşler mevcuttur.
Örtünme âyeti, bütün mü’min kadınlara şâmil ise de Mü’minlerin Anneleri diğerlerinden farklı olduğu için, onların yüzlerini, ellerini ve hânelerinden çıkarken şahıslarını örtmeleri, perde ardında olmaları da farz-ı ayndır.