Namazı Huşû ile ve Tam Olarak Kılmak
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurur:
“Bir gün Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:
«Siz, benim kıblem (yalnız) şurasıdır (ve namazda önümden başka bir yeri görmem) mi zannediyorsunuz? Allâh’a kasem ederim ki, sizin ne huşûunuz bana gizli kalıyor, ne de rükûunuz! Ben sizi arkamdan da görüyorum».” (Buhârî, Salât, 40)
Şerh:
İmam ve idâreciler, zaman zaman cemaatlerine ve tebaalarına namazı huşû ile kılmaları, tâdil-i erkâna riâyet ederek en güzel şekilde edâ etmeleri husûsunda tavsiyelerde bulunmalıdırlar.
Buhârî’nin hemen müteâkıben kaydettiği rivayetten anlaşıldığına göre Efendimiz (s.a.v) namazdan sonra minbere çıkıp bunları söylemişler ve cemaatin rükû, secde ve namazın diğer rükûnlarını edâ ederken gösterdikleri noksanları hatırlatmışlardır.
Enes (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullah (s.a.v) birgün bize namaz kıldırdılar. Namazı bitirdikten sonra mübârek yüzlerini bize dönüp:
«‒Ey insanlar! Ben sizin imâmınızım. Rükû ederken, secdeye varırken, ayağa kalkarken, namazdan çıkarken benden evvel davranmayınız! Muhakkak ki ben sizi önümden de ardımdan da görüyorum. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki benim gördüklerimi siz görseydiniz az güler çok ağlardınız!» buyurdular.
Ashâb-ı kirâm:
«‒Ne gördünüz ey Allâh’ın Rasûlü?» diye sordular.
Allah Rasûlü (s.a.v):
«‒Cennet’i ve Cehennem’i gördüm!» buyurdular.” (Müslim, Salât, 112)
Namazda Huşû
Rasûlullah (s.a.v) bir gün güzelce abdest aldıktan sonra şöyle buyurdular:
“Her kim şu benim abdest alışım gibi abdest alır, sonra iki rekât namaz kılar ve bu esnâda kalbinden namaz hârici düşünceler geçirmezse, geçmiş (küçük) günâhları mağfiret olunur.” (Buhârî, Vudû, 24, 28; Müslim, Tahâret, 3-4)
Sonra Rasûlullah (s.a.v):
“–Sakın aldanmayınız!” buyurdular. (Buhârî, Rikâk, 8; İbn Mâce, Tahâret, 6; Ahmed, I, 66)
Yâni Efendimiz (s.a.v)’in haber verdiği bu fazîletler bana yeter diye düşünerek kendinizi aldatıp diğer hayırlardan geri kalmayınız. Bu affa güvenerek günahları hafife almayınız![1]
*
Diğer hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:
«مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَتَوَضَّأُ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهُ، ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلِّي رَكْعَتَيْنِ، مُقْبِلٌ عَلَيْهِمَا بِقَلْبِهِ وَوَجْهِهِ، إِلَّا وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ»
“Bir müslüman güzelce abdest alır, sonra kalkar kalbiyle ve yüzüyle tam olarak yönelerek iki rekât namaz kılarsa, Cennet ona vâcib olur!” (Müslim, Tahâret, 17)
“İçinizden her kim, abdest suyunu hazırlayıp ağzına burnuna su verir ve burnunu temizlerse, mutlaka yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülür! Sonra Allah’ın emrettiği gibi yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının etrafından dökülür. Sonra dirsekleriyle birlikte ellerini yıkarsa, elinin günahları su ile beraber parmak uçlarından akar gider. Sonra başını mesh ederse, başının günahları su ile birlikte saçlarının ucundan dökülür. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa, ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akar. Eğer (böylece abdest alan) bu kişi, kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâ eder, O’nu layık olduğu vasıflarla yüceltir ve gönlünü bütün düşüncelerden arındırıp tam mânâsıyla Allah’a verirse (فَرَّغَ قَلْبَهُ لله), mutlaka anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.” (Müslim, Müsâfirîn, 294)
*
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:
“Bir gün Rasûlullah (s.a.v) bize namaz kıldırdı. Selâm verdikten sonra bir sahâbîye:
«‒Ey filân! Namazını güzel kılmayacak mısın? Hiç namaz kılan kişi nasıl namaz kıldığına bakmaz mı? Zira namazı ancak kendisi için kılmaktadır. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdan da öylece görmekteyim!» buyurdular.” (Müslim, Salât, 108)
*
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:
“İnsanlar, «Ebû Hüreyre, Peygamber Efendimiz’den çok hadîs-i şerîf rivayet ediyor!» diyorlar. Bir kişiyle karşılaştım:
«‒Rasûlullah (s.a.v) dün akşam yatsı namazında ne okudu?» diye sordum.
«‒Bilmiyorum!» dedi.
«‒Sen o namazda hâzır bulunmadın mı?» dedim.
«‒Evet, bulundum» dedi.
«‒Ama ben biliyorum, şu şu sûreleri okudu» dedim. (Buhârî, el-Amel fi’s-salâh, 18)
*
وَقَالَ أَبُو الدَّرْدَاءِ: «مِنْ فِقْهِ المَرْءِ إِقْبَالُهُ عَلَى حَاجَتِهِ حَتَّى يُقْبِلَ عَلَى صَلاَتِهِ وَقَلْبُهُ فَارِغٌ» (البخاري، الأذان، 42)
Ebu’d-Derdâ (r.a) şöyle buyurur:
“Kişinin, kalbini başka düşüncelerden boşaltarak kendini tamamen namaza verebilmek için âcil ihtiyaçlarını karşılayıp öyle namaza durması, ince anlayış sahibi olduğunun alâmetlerindendir.” (Buhârî, Ezân, 42)
[1] Bu kâide, amellerin fazîletini beyan eden bütün rivâyetler için geçerlidir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in, herhangi bir ameli yapan kişilerin çok büyük ecirler kazanacağını bildirmesi, insanları o amele teşvik etmek ve kıymetini bildirmek içindir. Dolayısıyla, sadece bir amel için va’dedilen büyük sevaba bakarak, “Bu bana yeter, başka bir şey yapmama gerek yok” demek doğru değildir. Onunla birlikte diğer amellere de devam etmek îcâb eder.