Câmiye Kapı ve Geçiş Yeri Açmak
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle buyurur:
“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) (son hastalığında) hutbeye çıkıp:
«‒Allâh Teâlâ bir kulunu dünyâ ile kendi katında olan (âhiret nimetleri) arasında muhayyer bıraktı. O da Allah katında olanları tercih etti!» buyurdular.
(Bu söz üzerine) Ebû Bekir (r.a) ağlamağa başladı. Ben kendi kendime: «Allâh Teâlâ’nın, bir kulu dünyâ ile kendi katında olan (âhiret nimetleri) arasında muhayyer bırakmasında, onun da Allah katında olanları ihtiyâr etmesinde ne var ki, bu güngörmüş yaşlıyı böyle ağlatıyor?» diye düşündüm. Meğer muhayyer bırakılan o kul Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in kendileri imiş! Meğer Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a) hepimizden daha bilgili imiş!
Rasûlullâh (s.a.v) Hz. Ebû Bekir’in ağladığını görünce şöyle buyurdular:
«‒Ey Ebû Bekr, ağlama! Sohbet (yâni arkadaşlık) husûsunda da, mâlını bezletme husûsunda da insanların bana en fazla ihsanda bulunanı Ebû Bekir’dir. Ümmetimden birini kendime halîl (dost) edineydim Ebû Bekir’i edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden (hâsıl) olan kardeşlik ve sevgi, (şahsî dostluktan efdaldir.) Mescid’de Ebû Bekir’in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın!».” (Buhârî, Salât, 80)
*
İbn-i Abbâs (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) vefâtı ile hitâma eren hastalığı esnâsında (mübârek) başını bir bez ile bağlamış olduğu halde Mescid’e çıkıp minbere oturdular. (Orada) Allâh’a hamd ü senâ ettikten sonra şöyle buyurdular:
«‒İnsanlar içinde nefsi ve malı îtibâriyle benim üzerimde Ebû Bekir bin Ebî Kuhâfe’den ziyâde iyilik ve ihsânı olan hiç kimse yoktur. İnsanlar içinden bir halîl edineydim, Ebû Bekir’i kendime halîl edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden olan dostluk daha efdaldir. Ebû Bekir’in kapısından başka bu Mescid’deki kapıların hepsini tarafımdan kapatınız!».” (Buhârî, Salât, 80)
Şerh:
“el-Havha” odanın duvarında olan bacaya denir ki, ondan odaya ışık girer. Bir de, iki ev arasında, birbirine geçecek küçük kapı tarzında deliğe denir, üzerinde tahta kapısı olmayıp açık olur, “komşu deliği” denir… (Kâmûs Tercemesi)
Peygamber Efendimiz’in mescidi Mü’minlerin Annelerinden her birine tahsis edilen hücreler ve büyük muhâcirlerin evleri ile çevrili idi. Bunların her birinden Mescid’e kolayca girebilmek için oraya açılan küçük bir kapı vardı. İşte Hz. Ebû Bekir’in kapısından başka kapatılmaları emredilen kapılar, bu husûsî küçük kapılar idi. Sahâbîler bu istisnâyı, onun halîfe olması gerektiğini gösteren işâretlerden biri olarak kabul etmişlerdir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v), odasının kapısından çıktığında hemen Mescid’e girmiş oluyorlardı. Kendisinden sonra Halîfe olacak olan Hz. Ebû Bekir’in de aynı şekilde yapması için onun kapısını kapattırmamışlardır.
“Hullet”, dostluk demektir. Meveddet ve mahabbet de o mânâda ise de, hullette halîl’den başka hiçbir kimseye ve hiçbir şeye mahabbete yer bırakmayacak derecede mahabbetin istilâsı altında bulunmak gibi bir ihtisâs mânâsı vardır. Hullet, ortaklık kabul etmeyen bir nevi mahabbettir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v) bunu Rabb-ı A’lâ’sına tahsis etmişlerdir. Gerçi bu nevi mahabbet bütün peygamberlerde vardır. Fakat Halîlullah lakâbi Ebu’l-Enbiyâ ile Hâtemü’l-Enbiyâ’ya hâstır.
Şu âyet-i kerîmede Hz. Ebû Bekir’in hicret arkadaşlığına ve dolayısıyla Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e olan derîn mahabbetine işâret edilmektedir:
“Eğer siz O’na (Rasûlullah’a) yardım etmezseniz (bu mühimnemli değil); O’na Allah Teâlâ yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; O, arkadaşına: «Üzülme, çünkü Allah Teâla bizimle beraberdir» diyordu. Bunun üzerine Allah Teâla O’na (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü (küfrünü) en alçak kıldı. Allah Teâlâ’nın sözü (kelime-i tevhîd) ise zaten yücedir. Allah Teâlâ Azîz ve Hakîm’dir.” (et-Tevbe, 40)
Sahâbî olduğu tevâtüren mâlum herhangi bir sahâbînin bu faziletini inkâr etmek, insanı câhilâne bir bid’ata soksa da küfür derecesine düşürmez. Bundan yalnız Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a) müstesnadır ki onun sahâbîliğini tanımamak, Kur’ân’ın nassını tanımamaktır, yâni küfürdür.
Bu hadîs-i şerîflerde, Allah Teâlâ’nın katında olan nimetleri tercih etmeye ve dünyaya karşı zâhid olmaya bir teşvik vardır.
Zaruret olmadıkça câmilere husûsî kapılar açılmamalı, normal kapılarından girilmelidir.