Ashâb-ı Kirâm’a Hürmet ve Muhabbet

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“…Hicret edenler, memleketlerinden çıkarılanlar, Ben’im yolumda eziyete uğrayanlar, savaşanlar ve öldürülenlerin günahlarını mutlakâ örteceğim, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Onlar, Allâh tarafından tasavvur edemeyeceğiniz bir mükâfâta kavuşacaklar. Mükâfâtın en güzeli Allâh katındadır.” (Âl-i İmrân, 195)

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan iman edip sâlih ameller işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih, 29)

“…Onlardan sonra gelenler de «Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce îmân etmiş olan kardeşlerimizi mağfiret eyle! Kalplerimizde îmân edenlere karşı kin bırakma! Rabbimiz, muhakkak ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!» derler.” (el-Haşr, 10)

Böylece Allah Teâlâ, ashâb-ı kirâma hakâret eden ve onlarda kusur arayanları müslüman saymadığı, onları âyette zikredilen üç grubun dışında tuttuğu için, bu gibilerin fey’den (savaşmaksızın gayr-i müslim tebaadan alınıp müslümanlara verilen ganimet) hiçbir pay alamayacaklarını bildirmiştir. (Kâdî Iyâz, Şifâ, trc. M. Yaşar Kandemir, İstanbul 2012, III, 540)

Sahabeye buğzeden ve sövenleri (Haşr sûresinde bahsedilen ganîmetten) mahrum eden âlimlerin, onların dinden çıkmış kabul ettikleri anlaşılmaktadır. (Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, II, 93; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 394)

*

İmam Malik şöyle demiştir:

“Muhammed -aleyhisselam-’ın ashabına öfkelenip kin besleyen kimse kâfirdir; zira «Onlarla Allah kafirleri böylece öfkelendirir» ayet-i kerimesi bunu göstermektedir.” (Fetih 48/29; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 395)

*

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Sizlere Ensâr’a iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen vazîfeleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir. (Âhirette fazlasıyla ödenecektir.) Bu sebeple onların iyilerine iyilikle muâmele edin, kötülük yapanlarını da affedin.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11)

“Eğer hicret olmasaydı ben Ensâr’dan biri olurdum.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 2)

“Allâh’a ve âhirete îmân eden kimse, Ensâr’a buğzetmesin!” (Tirmizî, Menâkıb, 25/3906)

“Ashâbım aleyhinde aslâ konuşmayınız! Ashâbım hakkında konuşmaktan şiddetle sakınınız! Benden sonra onlara kesinlikle laf dokundurmayınız! Onları seven, sırf bana olan muhabbeti sebebiyle sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlığı sebebiyle bunu yapar. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş, bana eziyet eden ise Allah’a eziyet etmiş olur. Allah’a eziyet edenin ise, çok geçmeden Allah belâsını verir.” (Tirmizî, Menâkıb, 58/3862)

“Ashâbıma sövmeyiniz! Kim ashâbıma söverse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Allah onların tevbelerini de kabul etmez, ibâdetlerini de!” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X, 21, VI, 260. Krş. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, XII, 179, nr. 33086)

Ashâb-ı Kirâm’a Dil Uzatmamak

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Allah -tebâreke ve teâlâ- beni seçti ve insanlar arasından benim için ashâb seçti, onların içinden de bana vezirler, yardımcılar ve akrabalar ihsân eyledi. Kim onlara söver, hakâret ederse, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Allah Teâlâ, kıyâmet günü onun hiçbir farz ve nâfile ibadetini kabul buyurmasın!” (Hâkim, Müstedrek, III, 732/6656; Ebû Nuaym, Hilye, II, 11; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X, 17)

*

Behiy anlatıyor: “Bir keresinde Abdullah b. Ömer (r.a), Mıkdad’a (r.a) ağır konuştu. Ömer (r.a) bunu duyunca (oğluna):

“–Eğer senin dilini koparmazsam nezir borcum olsun!” dedi.

Hz. Ömer’in ciddi olduğunu görenler araya girerek oğlunu bağışlamasını rica ettiler.

Hz. Ömer (r.a):

«–Bırakın, dilini koparayım da bundan böyle Allâh Rasûlü’nün ashabından kimseye dil uzatamasın!» dedi.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, XII, 660/36009)

Bu hadise ile alakalı diğer bir rivayet şöyledir: “Abdullah b. Ömer ile Mıkdad (r.a) arasında bir anlaşmazlık vardı. Abdullah, Mıkdad’a hakaret etti. Mıkdad da onu babasına şikayet etti. Hz. Ömer oğlunun dilini koparacağına dair yemin etti. Abdullah, babasının muhakkak bunu yapacağından korktuğu için babasına şefaatçiler gönderdi. Ömer (r.a):

«–Bırakın, dilini koparayım! Benden sonra tatbik edilecek bir âdet olsun da Allâh Rasûlü’nün sahabîlerine sövenlerin dilleri koparılsın!» dedi” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, XII, 669/36023)

*

Ebû Sahr Humeyd bin Ziyâd der ki:

“Birgün Muhammed bin Kaʻb el-Kurazî’ye:

«‒Bana Rasûlullah (s.a.v)’in ashâbının fikir ayrılıklarından haber verebilir misin?» dedim. Bu sözümle ashâb-ı kirâm arasında çıkan fitneleri kastediyordum.

Şu cevabı verdi:

«‒Allah Teâlâ Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in ashâbının hepsini de mağfiret eyledi ve Kitâb’ında onların güzel işler yapanlarına da, hatâ edenlerine de hepsine birden cenneti vâcip kıldı.»

Ben:

«‒Kitâb’ının neresinde onlara cenneti vâcip kıldı?» diye sordum. O:

«‒Sübhânallâh! Sen Cenâb-ı Hakk’ın şu sözünü okumuyor musun:

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’in bütün ashâbına cenneti ve rızâsını vâcip kıldı, tâbiîne de ashâba koşmadığı bir şartı koştu.» dedi.

«‒Tâbiîne neyi şart koştu?» dedim.

«‒Ashâb-ı kirâma ihsân üzere tâbî olmalarını şart koştu. Ashâbın güzel ve hayırlı işlerine tâbî olup örnek alacaklar, böyle olmayan davranışlarını bırakacaklar. (Onlar hakkında kötü söz söylemeyecek, yaptıklarını tenkid etmeyecek.)»

Vallâhi sanki bu âyet-i kerîmeyi daha evvel hiç okumamış gibiydim. Muhammed bin Kaʻb (r.a) bana okuyuncaya kadar da bu âyetin mânâsını anlayamamışım.” (Vâhidî, et-Tefsîru’l-vasît, II, 520; Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, XVI, 129)

*

Ebu Yezid anlatıyor: “Bir gün Ömer (r.a) bir grup insanla yolda yürürken Havle’ye (r.a) rastladı. Havle kadın, Ömer’e durmasını söyledi. O da durdu, kadının yanına yaklaştı. Başını Havle’ye doğru eğip onu dikkatlice dinlemeye başladı. Havle’nin derdini dinleyip arzusunu yerine getirdikten sonra geri döndü. Bir kimse:

“–Ey Müminlerin Emiri! Kureyş büyüklerini şu ihtiyar kadın için mi beklettin?” dedi. Hz. Ömer kızdı:

“–Yazık sana! O kadının kim olduğunu biliyor musun?”

“–Hayır!”

“–O kadın, Allâh’ın yedi kat gökler ötesinde dinlediği Sa’lebe kızı Havle’dir! Allâh’a yemin ederim ki eğer akşama kadar yakamı bırakmasaydı işi görülmedikçe yanından ayrılmazdım.” (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 290)

*

Hz. Ömer halife olduğu yıllarda bir gün ashâb-ı kirâmdan Cârûd İbni Muallâ ile yolda giderken karşılarına Havle Binti Sa’lebe çıktı. Artık yaşlanmış olan Havle, Hz. Peygamber zamanında genç bir hanımdı. Yaşlı kocasıyla arasında geçen bir olayı Rasûlullâh (s.a.v)’e şikâyet etmiş, meselesini halletmek üzere Mücâdele sûresinin ilk âyetleri nâzil olmuştu. İşte bu hanım sahâbî:

“–Ömer!” diye seslendi. Hz. Ömer durunca Havle ona şunları söyledi:

“–Biz seni bir hayli zaman «Ömercik» diye bilirdik. Sonra büyüdün «delikanlı Ömer» oldun. Daha sonra da sana «Mü’minlerin Emîri Ömer» dedik. Allâh’dan kork ve insanların işleriyle ilgilen. Zira Allâh’ın azabından korkan kimseye uzaklar yakın olur. Ölümden korkan, fırsatı kaçırmaktan da korkar.”

Bu sözler üzerine Hz. Ömer duygulandı ve ağlamaya başladı. Onun bu haline üzülen Cârûd, Havle’ye dönerek:

“–Yeter be kadın! Mü’minlerin Emîri’ni rahatsız ettin.” dedi. Hz. Ömer arkadaşına şunları söyledi:

“–Bırak onu istediğini söylesin! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun? Bu, şikâyetini Allâh Teâlâ’nın arş-ı a’lâdan duyup değer verdiği Havle’dir. Vallahi beni geceye kadar burada tutmak istese, namazımı kılıp gelir yine onu dinlerdim.” (Mehmed Zihnî Efendi, Meşhur Kadınlar, I, 249-250)

*

Tebe-i tabiin alimlerinden Abdullah ibni Mübarek şöyle demiştir:

“Şu iki husûsiyet kimde bulunursa kurtulmuş demektir: biri doğruluk ve doğru sözlülük, diğeri de Muhammed r’in ashabını sevmektir.” (M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 395)

*

Peygamber r Efendimiz’e duyulan üstün hürmetin bir îcâbı da O’nun ashâbına hürmet göstermek ve onları yüceltmektir. Onların bizim üzerimizdeki haklarını bilip takdir etmek ve onları kendimize örnek almaktır. Onları övmek, Cenâb-ı Hak’tan onların bağışlanmasını niyaz etmektir. Ashâb-ı kirâmın arasında meydana gelen hâdiseler yüzünden onları çekiştirmemek ve onlara düşman olanları düşman bilmektir. Târihçilerin, câhil râvîlerin, müfrid şiîlerin ve ashâb hakkında asılsız haberler uyduranların yazıp söylediklerine ehemmiyet vermemek, onların arasında meydana gelen anlaşmazlıklar dolayısıyla anlatılanları en güzel şekilde yorumlamaktır. (M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 388)

Ashâb-ı Kirâma Dua Etmekle Emrolunduk

“…Bunların (Muhâcir ve Ensâr’ın) arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (el-Haşr, 8-10)

Bu âyet-i kerîme ile alâkalı olarak müfessir Katâde (r.a) şöyle der:

“…Daha sonra Allah Teâlâ üçüncü bir grubu zikretti. (Yani Muhâcir ve Ensâr’dan sonra gelenler) Bunlar, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ashâbına istiğfâr etmekle emrolundular, onlara sövmekle değil!” (Taberî, Tefsîr, c. 23, s. 288)

Hz. Âişe vâlidemiz de yeğeni Urve’ye:

“Ey kızkardeşimin oğlu! İnsanlar, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ashâbına istiğfâr etmekle emrolundular, ancak onlar sövdüler.” (Müslim, Tefsîr, 15)

*

İbn-i Ömer (r.a) bir kimsenin muhâcirlerden birine dil uzattığını duyunca ona:

(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan fakir muhacirlerindir…” (el-Haşr, 8) âyetini okudu ve:

“‒Bu âyette bahsedilenler Muhâcirlerdir! Sen onlardan mısın?” dedi. Adam:

“‒Hayır.” cevâbını verdi.

İbn-i Ömer (r.a): “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler…” (el-Haşr, 9) âyetini okudu ve:

“‒Bu âyette bahsedilenler Ensâr’dır. Sen onlardan mısın?” dedi. Adam:

“‒Hayır.” cevâbını verdi.

İbn-i Ömer (r.a):

“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (el-Haşr, 10) âyetini okudu ve:

“‒Sen bunlardan mısın?” dedi. Adam:

“‒Bunlardan olmayı ümid ediyorum!” dedi.

İbn-i Ömer (r.a):

“‒Hayır, onlara söven kimse bunlardan değildir!” buyurdu. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VIII, 113)

Ehl-i Beyt’in Ashâb-ı Kirâma Bakışı

Kadı Ebu’s-Sâib (r.a) şöyle anlatır:

“Birgün Teberistan’da Hasan bin Zeyd ed-Dâî[1] Hazretleri’nin huzûrundaydım. Kendisi, yünden elbise giyer, mâruf’u emreder, münkerden nehyeder ve her sene Medînetü’s-Selâm’a (Bağdâd’a) yirmi bin dînar gönderir, bu paralar ashâb-ı kirâmın evlâdlarına dağıtılırdı.

Yanında bir kimse vardı. Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz hakkında kötü sözler söyledi. Hasan bin Zeyd (r.a) hizmetçisine:

«‒Oğlum, şunun boynunu vur!» dedi.

Oradaki Hz. Ali neslinden gelenler:

«‒Bu, bizim taraftarlarımızdandır!» dediler.

Hasan bin Zeyd (r.a):

«‒Bundan Allah’a sığınırım. Bu adam Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e taʻnetti. Cenâb-ı Hak: “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular, (iftiracıların) söylediklerinden çok uzaktırlar. Kendileri için bağışlanma ve güzel bir rızık vardır.” buyuruyor. (en-Nûr, 26) Eğer Hz. Âişe (r.a) onun dediği gibi kötü ise Peygamber Efendimiz’in de kötü olması lâzım. Hâşâ! O adam kâfirdir, boynunu vurun!» dedi ve ben oradayken boynunu vurdular.” (Usûlü iʻtikâdi Ehli’s-Sünne, VII, 1345; Mollahâtır, Mekânetü’s-sahâbe, s. 1173-1174)

*

Hasan bin Zeyd’in kardeşi Muhammed’in yanına Irak’tan bir adam gelmişti. Adam, Hz. Âşie (r.a) vâlidemiz hakkında kötü konuştu. Muhammed (r.a) kalkıp eline bir direk aldı ve adamın beynine vurarak onu öldürdü. Yanındakiler:

“‒Bu adam bizim taraftarlarımızdan ve atalarımızın neslinden idi!” dediler.

Muhammed (r.a):

“‒O benim en muhterem cedd-i mübârekime -hâşa- deyyus dedi. Kim ceddime böyle hakaret ederse ölümü hakeder!” dedi. (Usûlü iʻtikâdi Ehli’s-Sünne, VII, 1346; Mollahâtır, Mekânetü’s-sahâbe, s. 1174)

*

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Ali ile diğer sahabe arasında vukû bulacak hâdiseleri haber vermiş ve “iki müslüman tâife” buyurarak iki tarafın da müslüman olduğunu ifade buyurmuştur. O hâlde sonradan gelen müslümanlara ne oluyor? Peygamber Efendimiz’in mübârek sözlerine mi uymaları gerekir, yoksa O’na muhâlefet ederek hevâlarına ve şeytana mı uymalıdırlar?! (Mollahâtır, Mekânetü’s-sahâbe, s. 1178-1179)

Hz. Ali (r.a) de kendisiyle savaşanlara müslüman muâmelesi yapmıştır: Kaçanları, yaralıları ve esirleri öldürmemiş, mallarını ganimet olarak almamıştır. (Abdurrazzâk, Musannef, X, 123/18590)

*

Hz. Ali Efendimiz’in önceki halifelere olan muhabbetinin büyüklüğünü gösteren delillerden biri de Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve halîfelerin vefâtından sonra doğan çocuklarına Ebû Bekir, Ömer ve Osman isimlerini vermesidir. (Mollahâtır, Mekânetü’s-sahâbe, s. 1204)

*

Hz. Ali (r.a), üç halifeye taʻnda bulunduğu için İbn-i Sebe’nin öldürülmesini emretmiştir. (Araya girenler olmuş ve bu fitneci sürgüne gönderilmiştir.) Demek ki Hz. Ali’ye göre halifelere dil uzatanların hükmü öldürülmektir. (Mollahâtır, Mekânetü’s-sahâbe, s. 1212)

*

Hz. Ali’nin neslinden gelen büyük İmamlar ve insanlar, Hz. Ebû Bekir’in ve diğer ashâbın neslinden gelen insanlarla evlenmişlerdir. Bu da onların arasında bir meselenin olmadığını gösterir. (Mollahâtır, Mekânetü’s-sahâbe, s. 1219-1220)

Ashâb-ı Kirâm’ın Vasıfları

Tâbiînin meşhur âlim ve zâhidlerinden Hasan Basrî (r.a) Hazretleri’ne:

“‒Bize Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ashâbının vasıflarından bahsedebilirmisin!” dediler. Ashâb-ı kirâmın zikrini iştince göz yaşlarına hâkim olamadı. Bir müddet ağladıktan sonra şöyle buyurdu:

“‒Onların sîmâlarında, hallerinde, hareketlerinde hep hayır ve sadâkat alâmetleri zuhûr etmişti. İktisâd sebebiyle elbiseleri kalın ve sert idi. Yürüyüşleri mütevâzı idi. Konuştukları şeyleri yaşarlardı. Yedikleri ve içtikleri hep helâl u hoş idi. İtaat ederek boyun eğermeleri Rablerine idi. Hoşlarına gitse de gitmese de hakkı kabul ederlerdi. Üzerlerindeki hakları dost düşman herkese edâ ederlerdi. (Günâh korkusu onları yanlış konuşmaktan korurdu.) Gündüzleri susuz geçerdi. Bedenleri nahifleşmişti. Allah’ın rızâsını düşünerek kulların kızmasını hafif görürlerdi. Öfke ânında aşırıya gitmez ve zulmetmezlerdi. Hevâlarına uyarak Allah’ın Kur’ân’daki ahkâmını çiğnemezlerdi. Lisanlarını zikirle meşgul ederlerdi. «Allah’ın dînine yardım edin!» denildiğinde kanlarını cömertçe bezlederlerdi. Allah için borç istendiğinde mallarını cömertçe sarfederlerdi. Mahlûkâttan korkmazlardı. Ahlâkları güzel idi. Dünyevî ihtiyaçları gâyet az idi. Âhireti kazanabilmeleri için dünyadan az bir mal onlara kifâyet ederdi.” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 150)

Ashâb-ı Kirâm Bu Ümmete Bir Emniyet ve Rehberdir

Ebu Musa (r.a) anlatıyor: “Rasûlullâh (s.a.v) ile beraber akşam namazı kılmıştık. Aramızda: “Burada oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak” dedik ve oturduk. Derken yanımıza geldi ve:

“–Hala burada mısınız?” buyurdular.

“–Evet!” dedik.

“–İyi yapmışsınız!” buyurdu ve başını semaya kaldırdı. Başını sıkça semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu:

“–Yıldızlar semânın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaadedilen şey semâya gelir. Ben de ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaadedilen şey gelecektir. Ashabım da ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaadedilen şey gelir.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 207)

*

Rasûlullâh (s.a.v) buyurdular ki:

“Ashâbımdan biri bir bölgede vefât ederse, Kıyâmet günü mutlaka o bölge ahâlisi için (cennete sevkeden) bir rehber ve (yollarını aydınlatan) bir nûr olarak diriltilir!” (Tirmizi, Menakıb 58/3865)

Ashâb-ı Kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn Güvenilirdir

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra onları tâkip edenler, sonra da onları tâkip edenlerdir…” (Buhârî, Fedâilu Ashâbi’n-Nebî, 1)

“Size ashabımı, sonra onların peşinden gelenleri ve sonra bunların peşin­den gelenleri tavsiye ederim. Daha sonra yalan yayılır…” (Tirmizî, Fiten, 7/2165)

“Sizin hayırlılarınız, benim zamanımda yaşayanlardır. Sonra onların ardından gelenler, sonra da onları izleyenlerdir. Daha sonra öyle bir topluluk gelir ki, kendilerinden şâhitlik istenmediği hâlde şahitlik yaparlar; hiyânet ederler de kendilerine güvenilmez; bir adakta bulunurlar, fakat yerine getirmezler; onlarda şişmanlık baş gösterir.” (M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 173)

 

Ehl-i Beyt Sevgisi

Üsâme bin Zeyd’in nakline göre, Peygamber Efendimiz r onu ve Hz. Alî’nin oğlu Hasan’ı kucağına alarak:

“Allah’ım! Sen bunları sev! Çünkü ben bunları seviyorum!” diye dua ederdi… (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 18)

Yine bir defâsında Rasûlullah r Hazret-i Hasan ve Hüseyin v’yı kucağına alıp elbisesiyle sarmış ve şöyle buyurmuştur:

“Bunlar benim torunlarım ve kızımın oğullarıdır. Allah’ım, ben onları seviyorum, Sen de sev! Onları sevenleri de sev!” (Tirmizî, Menâkıb, 30/3769. Bkz. Buhârî, Menakîb, 27)

*

Irak ehlinden bir kimse, İbn-i Ömer (r.a)’ya, sivri sineği öldüren ihramlı kişinin durumunu sordu.

Bu sual üzerine İbn-i Ömer (r.a) şöyle buyurdu:

“–Irak ehli, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in, «Bunlar benim dünya reyhanlarımdır!» buyurdukları kızının oğlunu katlettiler de kalkmış bir de bana sivrisineği öldürmenin hükmünü soruyorlar!” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 22; Tirmizî, Menâkıb, 30/3770)

İnsan Öldürmek Fitne ve İmtihanlara Sebep Olur

Sâlim bin Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle demiştir:

“Ey Iraklılar! Küçük ve basit şeyler hakkında ne kadar çok sual soruyor ve buna mukâbil büyük günahları da ne kadar çok işliyorsunuz! Ben babam Abdullah bin Ömer’i şöyle derken işittim:

Rasûlullah (s.a.v)’i şöyle buyururlarken dinledim:

«Şüphesiz ki fitne şu taraftan gelecektir!»

Eliyle doğu tarafına işaret ederek:

«Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yerden!»

Halbuki siz birbirinizin boynunu vuruyorsunuz. Mûsâ (a.s), Firavun hânedânından öldür­düğü şahsı hatâ ile öldürmüştü. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) kendisine:

«…Hem bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık ve türlü mihnetlerle seni imtihan ettik…»[2] buyurmuştur.” (Müslim, Fiten, 50)

 

Ashâb-ı Kirâm’ın Fedâkârlığı

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatmaktadır:

Biz Rasûlullah (s.a.v) ile beraber bir seferde idik. Derken bir ara halkın azığı tükendi. Bineklerinden bazısını kesmek istediler.

Hz. Ömer:

“−Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben cemaatin geri kalan yiyeceklerini toplasam da sen onlar üzerine -bereketlenmeleri için- dua ediversen daha iyi olmaz mı?” dedi.

Efendimiz de öyle yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması olan hurmasını, (hurma) çekirdeği olan da çekirdeğini getirdi.

“−Çekirdekle ne yapıyorlardı?” diye sorulunca Ebû Hüreyre:

“− Halk onu emiyor, üzerine de su içiyordu.” dedi.

Rasûlullah dua buyurdu. Yiyecekler öylesine bereketlendi ki herkes azık kaplarını doldurdu. Fahr-i Kâinât (s.a.v) bu İlahî ikram karşısında:

“Şehadet ederim ki Allâh’tan başka ilâh yoktur ve ben O’nun Rasûlü’yüm. Bu iki hususta şüpheye düşmeden Allâh’a kavuşan kimse cennete gidecektir” buyurdu. (Müslim İman, 44)

*

Ashâb-ı kiram, bütün varlıklarını Allah yolunda bezleder, hiç birşeyleri kalmayınca yine bir yolunu bularak Allah yolundan geri kalmazlardı.

Abdullah bin Ebî Hadred t sarığını elbise olarak kullanmak mecbûriyetinde kalmıştı. Seleme bin Eslem t bir elbise verdi de onunla Hayber gazâsına çıkabildi.

Ebû Abs bin Cebr t, Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“‒Yâ Rasûlallah! Elimizde ne çoluk çocuk için geçimlik, ne yol azığı, ne de yolculuk elbisesi var!” dedi.

Rasûlullah r Efendimiz ona bir elbise verdi. O da bu elbiseyi sekiz dirheme satıp iki dirhemine yol azıklığı için hurma satın aldı. İki dirhemini, âilesinin maîşeti için evine bıraktı. Dört dirhemine de kendisi için bir elbise satın aldı ve öylece sefere çıktı. (Vâkıdî, Meğâzî, II, 635)

*

Sa’d bin Ebî Vakkâs şöyle der:

“Boykot günlerinde bir gece açlıktan dolayı dışarı çıkmıştım. Ayağım yaş bir şeye dokundu. Hemen onu ağzıma attım. Hâlâ onun ne olduğunu bilmiyorum.” (Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf, Beyrut 2000, III, 216)

 

Ebû Hüreyre’nin Çok Hadis Rivâyet Etmesi

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurur:

“İnsanlar, «Ebû Hüreyre çok fazla (hadîs) rivâyet ediyor» diyorlar. Hâlbuki bunun sebebi, karın tokluğuna devamlı Hazret-i Peygamber’in yakınında bulunmamdır. Hiç mayalı ekmek yemez, gösterişli elbise giymezdim. Bana kadın veya erkek hiç kimse de hizmet etmezdi. Ve sık sık açlıktan karnıma taş bağlardım. Bir kimseden sadece beni eve götürüp karnımı doyursun diye ezberimde olan bir âyet okutmasını isterdim. Fakirlere karşı insanların en hayırlısı Câfer bin Ebî Tâlib idi; o bizi eve götürür ve evinde ne varsa bize yedirirdi. Hattâ çoğu zaman boş yağ tulumunu bile bize ikrâm ederdi, onu yarardı, bizde içinde kalanı yalardık.…” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 10. Krş. Buhârî, İlim, 42)

“Muhâcir kardeşlerimiz çarşıda, pazarda ticâretle; Ensâr kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatle meşgûl iken, Ebû Hüreyre karın tokluğuna Allâh Rasûlü’nün yanında bulunuyor, onların şâhid olmadığı nice şeylere şâhid oluyor, ezberleyemediklerini ezberliyordu.” (Buhârî, İlim, 42. Krş. Müslim, Fedâil, 159, 160)

Namazda Huşû

Ebû Hüreyre t şöyle anlatır:

“İnsanlar, «Ebû Hüreyre, Peygamber Efendimiz’den çok hadîs-i şerîf rivayet ediyor!» diyorlar. Bir kişiyle karşılaştım:

«‒Rasûlullah r dün akşam yatsı namazında ne okudu?» diye sordum.

«‒Bilmiyorum!» dedi.

«‒Sen o namazda hâzır bulunmadın mı?» dedim.

«‒Evet, bulundum» dedi.

«‒Ama ben biliyorum, şu şu sûreleri okudu» dedim. (Buhârî, el-Amel fi’s-salâh, 18)


[1] Hz. Ali el-Murtezâ’nın neslinden olup Taberistan’daki Alavîler Zeydî Hânedanlığı’nın kurucusudur. Deylem-Taberistan-Gürgan bölgesi ve Türkistan’da ed-Dâî Kebîr Hâlife – İmâm bil’Hâkk nâmıyla meşhur olmuştur. 6 Ocak 884’te vefât etmiştir.

[2] Tâhâ, 40.

%d bloggers like this: