Allah Rasûlü’nün (s.a.v) Bazı Mûcizeleri – 1

İlletsiz, sebepsiz hiç bir hâdise yoktur. Her hâdiseden evvel, onu meydana getiren bir sebep vardır. Tesâdüf denilen şeylerin bile henüz keşfedilemeyen bir illeti vardır.

Mûcize ise, alışılmış olan şeye benzemeyen, ondan farklı olan bir hâdisedir. Alışılmışın değişmesidir. Bu durumda tabiî ki onu değiştiren bir sebep vardır. Bu sebep, arada vâsıta olan ve hakîkî sebebin tesir yollarından biri olan aracı illetlerden (sünnetullahtan) biri değilse mutlakâ illet-i ûlânın (ilk ve hakîkî sebebin) yani Yaratıcı’nın kendisidir.

Hep aynı şekilde görmeye alışmış olduğumuz bir cinsin fertleri içinde de aslında birer mucize vardır. Zîrâ yeni doğan her varlığın, hemcinslerinden farklı yönleri vardır. Onun bu ayırıcı vasıfları, alışılmışın hâricine çıkması sebebiyle aslında bize mucizenin bir nümûnesini takdim eder. Meselâ portakal meyvesinin tek tek fertlerine baktığımızda her birinin diğerinden farklı olduğunu görürüz. Bu farklılıkların her biri aslında bir mucizedir. Hep aynı şekilde görmeye alıştığımız varlık ve hâdiselerin ilk başlangıçları da insanlar alışıncaya kadar aslında birer mucize idi ve son bulmaları da birer mucize olacaktır. O hâlde bizim hayatımız iki mûcize arasında yer almaktadır ve bu esnâda da zaman zaman mûcizeler yaşanmaktadır.

İşte Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatında da pek büyük mûcizeler gerçekleşmiştir. Müsteşriklerin yolunu takip eden bazı kimseler, zaman zaman, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mûcizelerden tamamen uzak bir hayat yaşadığını iddiâ edebiliyorlar. O’nu “Dehâ”, “Kahraman”, “Kumandan” gibi sıfatlarla takdim ederek “nübüvvet”ini unutturmak istiyorlar. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v), her şeyden evvel nebî idi ve peygamberlerin en mühim vasfı da mûcize göstermeleridir. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in de sahih ve mütevâtir senedlerle gelen pek çok mûcizesi mevcuttur. Vahiy ve nübüvvet zâten başlı başına bir mûcizedir. İsrâ ve Mi’râc da Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahîh hadislerde haber verilen mûcizelerden biridir.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in en büyük mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’den başka o günkü insanların müşâhade ettiği mûcizelerden bir kısmı şöyledir:

Enes bin Mâlik (radıyallâhu anh) şöyle buyurur:

“Ben Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i şu hâlde gördüm: İkindi namazı yaklaşmıştı. İnsanlar abdest almak için su aradılar, fakat bulamadılar. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e (bir kap içinde tek kişiye yetecek kadar) abdest suyu getirildi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), su kabının içine mübarek elini koydular ve insanlara ondan abdest almalarını söylediler. Oradaki sahâbîlerin en sonuncusuna kadar hepsi abdest alıncaya kadar Efendimiz (s.a.v)’in parmaklarının altından su kaynadığını gördüm.” (Buhârî, Vudû’, 32, Menâkıb, 25)

Bu hâdise, Medîne’nin pazar yeri olan Zevrâ’da vâki’ olmuştur. Orada bulunan ashâb-ı kirâm 300 kişi kadardı. (Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Fedâil, 6)

*

Enes (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah (s.a.v) zamanında Medîne ahâlîsine bir kıtlık isabet etti. Bir Cuma günü Efendimiz (s.a.v) hutbe îrâd ederlerken bir kişi ayağa kalktı ve:

«‒Yâ Rasûlallah! At sürüleri helak oldu, koyun sürüleri mah­voldu. Allah Teâlâ’ya duâ etseniz de bize yağmur ihsân eylese!» dedi.

Rasûlullah (s.a.v) hemen ellerini kaldırıp dua ettiler.

Gökyüzü ayna gibi parlak iken bir rüzgâr esti, bu­lutlar meydana geldi. Sonra bulut toplandı ve gökyüzü kırbalarının ağzını açtı, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Mescid’den çıktık, sulara batarak evlerimize geldik. Öbür Cuma’ya kadar yağmur hep yağıp durdu. Cu­ma vakti yine o kişi veya bir başkası Rasûlullah (s.a.v)’in huzûrunda ayağa kalkıp:

«‒Yâ Rasûlallah! Evler yıkıldı, Allah Teâlâ’ya duâ etseniz de yağmuru durdursa!» dedi.

Rasûlullah (s.a.v) tebessüm ettiler, sonra da:

«(Allâh’ım!) Etrafımıza yağdır, üzerimize değil!» diye duâ ettiler.

Bulutlara baktım, açılıverdiler ve Medîne’nin etrâfında tâc gibi bir şekil oluşturdular.” (Buhârî, Menâkıb, 25)

*

Câbir bin Abdillah (r.a) şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Cuma günleri bir ağaca veya bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe okurlardı. Ensâr’dan bir kadın veya bir adam:

«‒Yâ Rasûlallah, Size bir minber yapalım mı?» dedi. Rasûlullah (s.a.v):

«‒İsterseniz yapın!» buyurdular.

Efendimiz (s.a.v) için bir minber yaptılar. Cuma günü olup da Efendimiz (s.a.v)’i min­bere çıkardıklarında hurma kütüğü çocuk gibi feryâd etmeye başladı.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) aşağıya inip onu kucakladılar. Hurma kütüğü, sâkinleştirilmeye çalışılan çocuk gi­bi içini çekiyor, inliyordu.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

«‒O, yanında yapılan zikirden uzak kaldığı için ağladı!» bu­yurdular.” (Buhârî, Menâkıb, 25; Ahmed, III, 300)

*

Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman (r.a) şöyle anlatıyor:

Biz bir seferde Peygamber Efendimiz’in yanında yüz otuz kişi idik. Rasûlullah (s.a.v):

“–Yanında yiyecek bir şeyleri olan var mı?” diye sordu. Hemen araştırdık, bir kişinin yanında bir sâ‘ veya ona yakın miktarda yiyecek bulduk. Ondan un öğütüp hamur yaptık. Sonra saç­ları çok uzamış ve bakımsız olan uzun boylu bir müşrik, koyun sürüsüyle üzerimize çıkageldi. Allah Rasûlü (s.a.v) ona:

“–Koyunları satıyor musun, yoksa atıyye veya hediye ola­rak mı getirdin?” diye sordu. Müşrik:

“–Hayır, satılıktır” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) o müşrikten bir koyun satın aldı. Koyun kesildi. Peygam­ber Efendimiz evvelâ koyunun karaciğerini kızartmamızı emretti. Allah’a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v) yüz otuz kişinin hepsine de bu ciğerden bir parça kesip verdi. Orada bulunmayanların hisselerini de saklayıp geldiklerinde verdi. Sonra Peygamber Efendimiz koyunu iki kap içine koyup pişirdi. Seferdeki insanların hepsi ondan yiyip doydukları hâlde yemek artmıştı. Biz de bu yemeği deveye yükleyip beraberimizde götürdük. (Buhârî, Hibe, 28; Buhârî, Büyû, 99)

*

Câbir bin Abdillah (r.a), babasının, üzerinde borç ol­duğu hâlde vefat ettiğini söyleyip şöyle demiştir:

“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in huzûr-u âlîlerine varıp:

«‒Babam arkasında bir borç bıraktı. Benim yanımda da onun hurmalığından çıkacak mahsûlden başka bir şey yok. O hurmalı­ğın vereceği birkaç senelik mahsûl de babamın üzerindeki borcu ödemeye yetmez. Onun için benimle birlikte gelseniz de alacaklılar bana çir­kin söz söylemese, baskı yapmasalar!» dedim.

Rasûlullah (s.a.v) topladığım hurma yığınlarından birinin etrafında dolaştı ve duâ ettiler. Sonra diğer bir yığının et­rafında dolaşıp duâ ettiler. Sonra hurma harmanının başına oturup:

«‒Alacaklıların hurmalarını bu yığınlardan alıp ödeyiniz!» buyurdular.

Câbir (r.a) alacaklıların haklarını tamamen ödedi ve onlara ver­diği kadar hurma da arttı.” (Buhârî, Menâkıb 25)

%d bloggers like this: