Müslümanların İlim ve Hizmet Aşkı ve Bu Esnâda Yaşanan Bazı Mûcizeler
Sahâbeden Ubâde bin Sâmit (r.a)’in torunu Ubâde bin Velîd (r.a) şöyle anlatır: Ben ve babam, vefât etmeden evvel kendilerinden ilim elde edelim diye Ensâr’ın ikamet ettiği mahalleye gittik. İlk rastladığımız kişi Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sahâbîsi Ebü’l-Yeser (r.a)[1] oldu. Beraberinde bir de hizmetçisi vardı ki, elinde sahîfelerden müteşekkil bir bohça taşıyordu. Ebü’l-Yeser (r.a)’in üzerinde çizgili bir elbise ile bir maâfir kumaşı vardı. Hizmetçisinin üzerinde de aynısı, yani çizgili bir elbise ile maâfir kumaşı vardı. Babam kendisine:
“–Amcacığım! Ben senin yüzünde bir kızgınlık alâmeti görüyorum” dedi. Ebü’l-Yeser (r.a) şöyle anlattı:
“–Evet, benim Benî Haram kabilesinden filân oğlu filânda alacağım vardı. Âilesine gelerek selâm verdim ve: «–O burada mı?» diye sordum. «–Hayır!» dediler. Yanıma bulûğa yaklaşmış bir oğlu çıktı. Ona: «–Baban nerede?» diye sordum. «–Senin sesini işitince annemin yatağına giriverdi!» dedi. Borçluya: «–Yanıma çık! Nerede olduğunu öğrendim» diye seslendim. Bunun üzerine çıktı:
«–Niçin benden saklanıyorsun?» dedim:
«–Ben… Vallahi… Anlatayım. Sonra sana yalan söylemem. Vallahi seninle konuşup da sana yalan söyleyeceğimden, sana vaad edip sözümden döneceğimden korktum. Sen Rasûlullah r’in ashâbındansın. Ben vallahi sıkışık durumdayım» dedi.
«–Allah aşkına mı?» dedim. «–Allah aşkına!» dedi. Bunu üç kere tekrarladık. Sonra senedini getirdi. Onu elimle yırttım ve dedim ki:
«–Ödeyecek bir şey bulursan bana öde! Yoksa serbestsin, helâl olsun! Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyururken şu iki gözüm gördü (Bunu söylerken iki parmağını iki gözünün üzerine koydu), şu iki kulağım işitti ve şu kalbim ezberledi (kalbinin damarına işaret etti):
“Her kim zor durumdaki borçluya mühlet verir veya alacağında indirim yaparsa, Allah onu kendi gölgesinde gölgelendirir.”»”
Ben de Ebü’l-Yeser Hazretleri’ne:
“–Amcacığım! Hizmetçinin çizgili elbisesini alsan da, ona kendi maafirini versen yahut onun maafirini alsan da, kendi çizgili elbiseni ona versen, bu sûretle senin üzerinde bir takım elbise, onun üzerinde de bir takım elbise olurdu” dedim. Bunun üzerine başımı sıvazladı ve:
“Allah’ım, buna bereket ihsân eyle! Ey kardeşimin oğlu! Rasûlullah r: «Onlara kendi yediklerinizden yedirin ve giydiklerinizden giydirin!» buyururken şu iki gözüm görmüş, şu iki kulağım işitmiş ve şu kalbim ezberlemiştir. (Bunu söylerken kalbinin damarına işaret etti.) Dünya malından ona vermem, kıyâmet gününde hasenâtımdan almasından daha kolay ve hafif gelir bana!” dedi.
Sonra yürüdük. Nihayet mescidinde bulunan Câbir bin Abdullah t’ın yanına vardık. Kendisi tek bir elbiseye sarınmış namaz kılıyordu. Cemâatin boyunlarından atlayarak onunla kıble arasına oturdum ve:
“–Allah sana merhamet etsin, ridân yanıbaşında iken bir giysi içinde namaz mı kılıyorsun?” dedim. Elini sadrıma koyup parmaklarının arasını açtı, onları kavisleştir ve şöyle anlattı:
“–Senin gibi sünnetleri tam olarak bilemeyen insanlar yanıma geldiğinde nasıl yaptığımı görsün de ona göre davransın diye böyle yaptım. Bir defâsında Rasûlullah r Efendimiz şu mescidimize bizi ziyârete gelmişti. Elinde İbnü Tâb diye bilinen hurma ağacından bir dal vardı. Mescidin kıble tarafında bir tükrük gördü ve onu elindeki dal ile sildi. Sonra bize dönerek:
«–Hanginiz Allah’ın kendisinden yüz çevirmesini ister?» buyurdu. Biz çok korktuk. Sözünü tekrar etti. Biz yine korkuyla ürperdik. Bir daha söyleyince:
«–Hayır! Hiç birimiz istemeyiz ya Rasûlallah!» dedik. Rasûlullah (s.a.v):
«–Biriniz namaza kalktığında Allah Tebâreke ve Teâlâ onun karşısında, kıble tarafında olur. Binâenaleyh kimse sakın ön tarafına ve sağına tükürmesin…» buyurdu. Sonra da: «–Bana bir zâferan verin!» buyurdu. Mahalleden bir genç kalkarak bütün hızıyla evine koştu ve avucunda zâferanlı bir koku getirdi. Rasûlullah r onu alarak elindeki dalın ucuna sürdü ve onunla tükrüğün izini sildi. Mescidlerinize zâferanlı koku sürmeniz buradan kalmadır.
Bir defâsında da Rasûlullah r ile birlikte Batn-ı Buvât gazâsına çıkmıştık. Su taşımak için kullanılan bir deveye beş, altı veya yedi kişi nöbetleşe biniyorduk. Derken Ensâr’dan bir zâtın sırası geldi. Deveyi çökerterek üzerine bindi. Sonra onu sürdü. Ancak deve biraz durakladı. O da deveye kızarak:
«–Deh! Allah sana lânet etsin!» dedi. Rasûlullah (s.a.v):
«–Kim o devesine lânet eden?» diye sordu. O zât:
«–Ben yâ Rasûlallah!» dedi. Rasûlullah (s.a.v):
«–İn onun üzerinden, lânetlenmiş hayvanla bizim yanımızda yolculuk yapma! Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Mallarınıza beddua etmeyin! Yoksa duaların kabul edildiği vakte denk gelir de bedduanız kabul ediliverir» buyurdu.
Yine birgün Rasûlullah r Efendimiz’le birlikte gidiyorduk. Yatsı vakti Arab sularından birine yaklaştığımızda Rasûlullah r:
«‒Hanginiz bizden önce giderek, havuzu düzeltip su içecek ve bize de içirecek?» diye sordu. Ben hemen kalktım ve:
«–Ben ya Rasûlallah!» dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
«–Câbir’le birlikte kim gidecek?» buyurdu. Hemen Cebbâr bin Sahr t kalktı ve birlikte kuyuya gittik, havuzun içine bir veya iki kova su çektik. Havuzun taşlarını örüp etrafını güzelce düzelttik. Sonra onu iyice dolduruncaya kadar su çektik. Yanımıza ilk gelen Rasûlullah r oldu:
«–Müsaade eder misiniz?» buyurdu.
«–Evet, ey Allah’ın Rasûlü!» dedik. Devesini saldı, o da su içti. Daha sonra hayvanın gemini çekti ve onu kenara çekip çöktürdü. Sonra Rasûlullah r havuza gelerek abdest aldı. Ben de hemen kalkıp Peygamber Efendimiz’in abdest aldığı yerden abdest aldım… Rasûlullah r ayağa kalkıp namaza durdu. Benim üzerimde çizgili bir elbise vardı. Elbiseyi iki omzuma birden sarıp güzelce sarınmaya çalıştım, fakat yetişmedi. Giysinin saçakları vardı. Onları ters çevirdim. Sonra ona sarındım ve düşmesin diye de boynumla tutup biraz eğildim. Gelip Peygamber Efendimiz’in sol tarafına durdum. Rasûlullah r elimden tutup beni sağ tarafına geçirdi. Sonra Cebbâr t gelip abdest aldı ve o da Efendimiz’in soluna durdu. Bu sefer Rasûlullah r ikimizin elinden tutup bizi hafifçe geriye doğru itti ve arkasında saf tutmamızı sağladı. Rasûlullah r göz ucuyla bana bakıyordu ancak ben farkına varamamıştım. Sonra maksadını anladım. Eliyle, elbiseyi belime bağlamamı işaret ediyordu. Efendimiz r namazı bitirince:
«–Câbir!» dedi.
«–Buyurun, emrinize âmâdeyim yâ Rasûlallah!» dedim.
«–Elbise genişse, iki ucunun arasına sarın! Dar ise, onu beline bağlayıver!» buyurdu.
Rasûlullah r ile birlikte yine bir seferdeydik. Her birimizin günlük azığı bir tek hurma idi. Herkes o hurmayı biraz emer ve elbisesinin arasına sarardı. Elimizdeki yaylar ile ağaç yaprakları silkeler ve onları yerdik. Hatta bu yüzden avurtlarımız yara olurdu. Yemin olsun ki, bir gün birimize yanlışlıkla hurma verilmemişti. Halsizliği sebebiyle onu kollarından tutup kaldırdık, taksimat yapılan yere götürdük, kendisine hurma hissesinin verilmediğine şahitlik ettik de ona bir hurma verildi. O da kalkıp onu almıştı.
Yine bir gün Rasûlullah r ile beraber yürüyorduk. Nihâyet geniş bir vâdiye indik. Rasûlullah r kaza-yı hâcet için gitti. Ben de bir su kabı ile kendisini tâkip ettim. Efendimiz r bakındı, fakat arkasına gizlenebileceği bir şey bulamadı. Vâdinin kenarında iki ağaç gözüne ilişti. Onlardan birinin yanına giderek dallarından birini tuttu ve:
«–Allah’ın izniyle bana boyun eğ!» buyurdu. Ağaç, burnu gemli deve gibi Efendimiz’e râm olup eğildi. Öteki ağaca da gidip dallarından birinden tutarak:
«–Allah’ın izniyle bana râm ol!» buyurdu. O da öteki gibi eğildi. İkisinin ortasına varınca aralarını birleştirdi ve:
«–Allah’ın izniyle benim üzerime kapanın!» dedi. Hemen üzerine kapandılar.
Rasûlullah r, benim o yakınlarda olduğumu hissederse oradan uzaklaşır diye korkarak hızla koşup uzaklaştım. Bir yere oturup kendi kendime konuşmaya başladım. Gözüm hafifçe yana kayınca birden Peygamber Efendimiz’in geldiğini gördüm. O iki ağaç da birbirinden ayrılmış ve her biri gövdesinin üzerine doğrulmuştu. Peygamber Efendimiz’in bir an durakladığını gördüm. Başıyla sağa ve sola işaret etti. Sonra bana doğru yürüdü, yanıma gelince:
«–Ey Câbir! Durduğum yeri gördün mü?» diye sordu.
«–Evet, yâ Rasûlallâh!» dedim.
«–Öyleyse şu iki ağaca git de, her birinden birer dal kes ve getir. Durakladığım yere geldiğinde, bir dalı sağ tarafına diğerini de sol tarafına dik!» buyurdu.
Hemen kalkıp bir taş aldım. Onu kırıp iyice keskinleştirdim. Ağaçların yanına varıp birer dal kestim. Sonra onları sürükleyerek Peygamber Efendimiz’in durakladığı yere geldim. Birini sağıma birini de soluma diktim. Sonra Efendimiz’e yetişerek:
«–Söylediklerinizi yerine getirdim ey Allah’ın Rasûlü, ancak bunu niçin yaptık?» dedim. Rasûlullah r:
«–Azap gören iki kabrin yanından geçtim de, bu dallar yaş olarak kaldığı müddetçe şefaatim sâyesinde azaplarının hafifletilmesini arzu ettim» buyurdu.
Müteâkıben kâfilenin konakladığı yere geldik. Rasûlullah r:
«–Câbir, abdest suyu var mı, insanlara bir sesleniver!» buyurdu. Ben de:
«Dikkat, yanında abdest suyu olan var mı?» diye birkaç defa nidâ ettim. Sonra:
«–Yâ Rasûlallah! Kâfile içinde bir damla su bulamadım» dedim. Ensâr’dan bir zât Rasûlullah r için eski bir tulumda su soğutur ve onu hurma dalına asardı. Efendimiz r bana:
«–Ensâr’dan filân oğlu filâna git de, tulumunda bir şey var mı bak!» dedi. Ona giderek tuluma baktım. Ancak, tulumun ağzında kalmış bir damladan başka bir şey yoktu. O azıcık suyu boşaltacak olsam, tulumun kuru tarafında kaybolup gider, yere bir damla düşmezdi. Hemen Peygamber Efendimiz’e gelerek:
«–Yâ Rasûlallah! Tulumun ağzında kalmış bir damladan başka bir şey yok. Onu boşaltacak olsam tulumun kuru tarafı suyu içip bitirecek!» dedim.
«–Git, onu bana getir!» buyurdu. Onu derhal kendisine getirdim. Tulumu eline aldı ve ne olduğunu anlamadığım bir şeyler okudu. Bir taraftan da iki eliyle onu sıkıyordu. Sonra tulumu bana verdi ve:
«–Ey Câbir! Büyük bir çanak var mı, bir sesleniver!» buyurdu. Ben:
«–Kâfileyi doyuracak kadar büyük çanağı olan kimse onu bana getirsin!” diye seslendim. Hemen çanağı yüklenip getirdiler. Onu götürüp Efendimiz’in huzuruna koydum. Rasûlullah r elini çanağın içine sokup parmaklarını açtı. Sonra elini çanağın dibine koyup:
«–Ey Câbir! Tulumu al da elimin üstüne dök ve bismillah de!» buyurdu. Ben hemen suyu elinin üzerine döktüm ve bismillah dedim. Peygamber Efendimiz’in parmakları arasından su kaynıyordu. Sonra çanak kaynadı, su içinde döndü ve nihayet ağzına kadar doldu. Rasûlullah r:
«–Câbir! Suya ihtiyacı olanlara seslen!» buyurdu. İnsanlar gelip kana kana su içtiler:
«–Suya ihtiyacı olan kimse kaldı mı?» diye seslendim.
Artık Rasûlullah r elini kaldırdı, çanak ağzına kadar dopdolu duruyordu.
Yine bir gün insanlar açlıktan şikâyet etmişlerdi. Rasûlullah r:
«–İnşaallah, Allah sizi doyuracak!» buyurdu. Derken Sîfü’l-Bahr’a (deniz sâhiline) geldik. Deniz bir dalgalandı ve bir balık attı. Biz bu balığın yanına ateş yaktık, etinden pişirdik, kızartma yaptık ve doyuncaya kadar yedik, ancak yarısını bitirebildik. Ben, filân, filân beş kişi bu hayvanın göz çukuruna girdik. Bizi kimse göremiyordu. Sonra çıktık. Kaburga kemiklerinden birini alarak eğdik, kavis yaptık. Sonra kâfiledeki en uzun adamı, en büyük deveyi ve en kalın yaygıyı getirdik. Bu uzun zât, yaygıyı devenin hörgücüne serip üzerine bindi, eğdiğimiz kaburga kemiğinin altından geçti de, başını bile eğmedi.” (Müslim, Zühd, 74)
İşte onlar böyleydi… Allah Rasûlü r Efendimiz’in getirdiği ilmi öğrenmek, yaşamak ve tebliğ etmek husûsunda son derece hırslı idiler. Peygamber Efendimiz’i yakından tâkip etmek, O’ndan hiç ayrılmamak, O’na itaat ve ittibâ etmek husûsunda son derece azimli idiler. Bu uğurda çok büyük fedakârlıklara katlandılar. Ve bu itaat, teslimiyet ve fedakârlıklarının mükâfâtını daha bu dünyadayken gördüler, âhirette ise daha büyük ecirlere nâil olacakları muhakkaktır. Cenâb-ı Hak, bizleri de onların yoluna güzelce uyan ihsân sâhiplerinden eylesin! Âmîn!
[1] İsmi Kâ‘b bin Amr’dır. 20 yaşındayken Akabe Bey’atleri’nde ve Bedir’de bulunmuştur. Ehl-i Bedir’den en son vefat eden sahabîdir. Medine’de hicrî 55 senesinde vefat etmiştir. Allah hepsinden râzı olsun!