İslâm’ın Sağlam Kulpu’nu Sarılmak

Kays bin Ubâd şöy­le anlatır:

“Medine Mescid’inde oturuyordum. (Aralarında bulunduğum insanlar içinde Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ashabından bâzıları da vardı.) O esnâda yüzünde huşû eseri görülen bir zât içeri girdi. Cemaat:

«‒Bu, Cennet ehlinden bir zâttır!» dediler.

Bu zât câiz olacak kadar kıraatte bulunarak hafifçe iki rekât namaz kıldı, sonra da çıkıp gitti. Ben de onu tâkip ettim. Kendisine:

«‒Sen Mescid’e girdiğin vakit insanlar “Bu, Cennet ehlinden bir zâttır!” dediler.» dedim.

Bunun üzerine şöyle buyurdu:

«‒(Sübhânallâh!) Vallâhi hiç kimseye bilmediği bir şeyi söylemesi yakış­maz. Bunu niçin söylediklerini sana anlatayım: Ben Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) zamanında bir rüyâ gördüm ve onu Efendimiz (s.a.v)’e anlattım. Kendimi bir bahçede gördüm. (Abdullah (r.a) burada bahçenin genişliğini, yeşilliğini ve güzelliğini anlattı.) Bahçenin ortasında demirden bir direk vardı. Alt kısmı yerde, üst kısmı gökte idi. Tepesinde bir kulp vardı. Bana: “Direğe çık!” denildi. Ben: “Yapamam!” dedim. Hemen bir hizmetçi gelip elbisemin arkasından tu­tarak kaldırdı, ben de tırmandım, tâ direğin en üstüne çıktım ve kulpa yapıştım. Bana: “Sıkıca tut!” denildi. Kulp elimdeyken uyandım.

Bu rüyâyı Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e anlattım. Allah Rasûlü (s.a.v):

“‒O bahçe İslâm’dır. Bu direk de İslâm’ın direğidir. Kulp da Urve-i Vüskâ’dır (yâni sapasağlam îmân ve İslâm kulpudur). Sen ölünceye kadar İslâm üzere olacaksın!” buyurdular. Bu adam da Abdullah bin Selâm’dır».” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 19; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 148)

Diğer rivâyete göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

Abdullah, Urve-i Vüskâ’ya sıkıca yapışmış vaziyetteyken ölecek!” buyurmuşlardır. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 149)

İslâm’ın sapasağlam kulpuna sıkıca yapışmış vaziyette uyanmak… Bunu bu fânî dünyaya uyuyup ebedî âleme uyanmak şeklinde de anlayabiliriz. “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar!” hakikatini düşündüğümüzde gerçek âleme uyanırken Urvetü’l-Vüskâ’ya sıkıca tutunuyor olmak, ne büyük saâdettir! Son nefese kadar istikâmet üzere olabilmek…

Abdullah (r.a) methedilmekten hoşlanmamış, ihtiyat ve tevâzu cihetini tercih etmiştir. Efendimiz (s.a.v)’in kendisine verdiği müjdeye güvenerek rehâvete kapılmamış, aksine sağlam bir irâde ile gayretini daha da artırmış, İslâm’ın sapasağlam kulpuna sıkıca sarılmış ve bu bağlılığını hiç zayıflatıp gevşetmemiştir.

Haraşe bin Hur (r.a) şöyle anlatır:

“Medine Mescidi’nde bir halkada oturuyordum. Halkada güzel görünüşlü bir ihtiyar vardı. Bu zat Abdullah bin Selâm idi. Oradakilere güzel bir konuşma yaptı. O kalkıp gidince cemaat:

«‒Kim Cennet ehlinden bir zât görmek isterse şuna baksın!» dedi­ler.

Ben (kendi kendime): «Vallahi onu tâkip edeceğim ve evinin yerini öğreneceğim!» dedim. Peşine düştüm. Neredeyse Medine hâricine çıkıncaya kadar gitti, sonra evine girdi. Ben de evine gir­mek için izin istedim. Bana izin verdi ve:

«‒İhtiyâcın nedir ey kardeşim oğlu?» diye sordu. Kendisine:

«‒Sen kalkıp gidince insanların senin için “Kim Cennet ehlinden bir zât görmek isterse şuna baksın!” dediklerini işittim. Bu sebeple seninle beraber olmayı arzu ettim!» dedim.

Şunu söyledi:

«‒Cennet ehlinin kim olduğunu Allah daha iyi bilir. Onların niçin böyle söylediklerini sana îzâh edeyim:

Bir defasında ben uyurken (rüyamda) bir adam gelerek: “Kalk!” dedi ve elimden tuttu. Onunla beraber gittim. Sol tarafımda bir takım caddelerin olduğunu gördüm. Onlara doğru gitmeye başladım. Bana: “O tarafa gitme! Çünkü onlar sol ehlinin yollarıdır” dedi. Baktım sağ tarafımda apaçık ve dosdoğ­ru bir takım caddeler var. Bana: “Bu tarafa git!” dedi ve beni bir dağın yanına getirerek: “Bu dağa çık!” dedi. Tırmanmak istedikçe sırtüstü düşüyordum. Defâlarca denedim ama dağa çıkamadım, hep sırtüstü düştüm. Sonra beni götürdü, nihayet bir direğin yanına vardık. Direğin başı gökte, alt kısmı yerde idi. Tepesinde bir halka vardı. Bana: “Bunun üzerine çık!” dedi.

“‒Ben buna nasıl çıkabilirim; onun başı semâda!” dedim. Bunun üze­rine elimden tutarak beni yukarı doğru kaldırdı ve altımdan ittirdi. Bir de baktım ki halkaya tutunmuşum. Sonra di­reğe vurdu ve onu yıktı. Ben o halkaya tutunmuş vaziyette kaldım. Bu şekilde sabahladım. Hemen Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelerek bu rüyâyı anlattım:

“Solunda gördüğün yollar, sol ehlinin yollarıdır. Sağında gördüğün yollar ise, sağ ehlinin yollarıdır. Dağ, şehidlerin yeridir. Sen oraya ulaşamayacaksın. Direk ise, İslâm’ın direğidir. Kulp da İslâm’ın kulpudur. Sen ölünceye kadar ona tutunmuş olarak kalacaksın!” buyurdular».” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 150)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Abdullah bin Selâm’a şehid olamayacağını, fakat müslüman olarak öleceğini söyle­mesi, müstakbele ait bir haberdir ve mucizedir. Nitekim Abdullah (r.a), Me­dine’de istikâmet üzere yaşarken güzel bir müslüman olarak vefat etmiştir.

Ebû Bürde (r.a) şöyle buyurur:

“Medîne’ye geldim ve Abdullah bin Selâm (r.a) ile karşılaştım. Bana:

«‒Benimle gelmez misin? Sana sevîk ve hurma yedireyim, bir de (Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in namaz kıldığı) çok kıymetli bir odaya girersin!» dedi.

Sonra bana şu îkâzda bulundu:

«‒Sen fâizin çok yaygın olduğu bir yerde (Irak’ta) ikâmet edi­yorsun. Herhangi bir kişide alacağın olur da o kişi sana bir saman çöpü veya bir arpa veya bir yonca ağırlığında bir şey hediye ederse sakın onu al­ma! Çünkü o fâizdir».” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 19, İʻtisâm, 16)

Bu ifâdeler Abdullah bin Selâm’ın ne derece takvâlı bir hayat yaşadığını ortaya koymaktadır. Buna ilâveten misâfirperverliğini, müslüman kardeşlerine muhabbetini, cömertliğini ve hepsinden mühimi de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e muhabbet ve hürmetini görüyoruz. Nitekim Efendimiz (s.a.v)’in evinde namaz kıldığı yeri îtinâ ile muhâfaza etmiş ve çok sevdiği din kardeşlerine de orada namaz kılıp teberrükte bulunma imkânı sağlamıştır.

%d bloggers like this: