Kur’ân-ı Kerîm, en son ve en yüce ilâhî kitaptır. Cenâb-ı Hakk’ın Kelâm sıfatının bir tecellîsidir. Pek çok âyet-i kerîmede Kur’ân-ı Kerîm’in, ulvî sıfatlarından bahsedilir. Bunlardan birkaçı şöyledir:
“Bu (Kur’ân), Ümmü’l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” (En’âm 6/92. Bkz. En’âm 6/155; Enbiyâ 21/50; Sâd 38/29)
“Birbirlerine neyi soruyorlar, (inanıp inanmamakta) ihtilâfa düştükleri büyük haberi (Kur’ân’ı) mı?” (Nebe’ 78/1-2)
“Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve yüce (azîm) Kur’ân’ı verdik.” (Hicr 15/87)
“Elif. Lâm. Râ. İşte bunlar hikmet dolu (hakîm) Kitab’ın âyetleridir.” (Yunus 10/1. Bkz. Lokman 31/1-2; Yâsîn 36/1-2)
“Kâf. Şerefli (mecîd) Kur’ân’a andolsun!” (Kâf 50/1)
“Hakikatte o, levh-i mahfuzda bulunan şerefli (mecîd) bir Kur’ân’dır.” (Burûc 85/21-22)
“O (Kur’ân), katımızda bulunan ana kitapta (levh-i mahfuzda) mevcut, yüce (aliyy) ve hikmetle dolu bir kitaptır.” (Zuhruf 43/4)
Böylesine değerli, şerefli, ulvî, mübârek ve azamet sahibi bir kitâbı, şânına lâyık bir tâzim ve hürmet hisleriyle ele almak ve okumak, her müslümanın vazifesidir. Bu tâzim ve tekrîmin tezâhürlerinden biri de Mushaf’a abdestsiz dokunmamaktır. Zira Cenâb-ı Hak, temiz ve yüce olan şeylerin yine temiz ve yüce olan şeylere lâyık görüldüğünü beyân etmiştir. (Nûr 24/26) O hâlde mü’minler, Kur’ân’a lâyık hâle gelmenin gayreti içinde bulunmalı ve kendilerini Kur’ân’a karşı gösterilmesi gereken maddî mânevî bütün hürmet ve muhabbet tezâhürleriyle tezyin etmelidirler.
Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌ 77 ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍ 78 لَا يَمَسُّهُۤ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَ 79 تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 80
“Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur’an’dır; ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.” (Vâkıa 56/77-80)
Müfessir ve fakihlerin ekseriyeti âyet-i kerimeyi, bir kısım hadisleri de delil getirerek Mushaf’ı abdestsiz ve cünüp olanın eline almaması şeklinde anlamışlardır. Bu durumda âyet-i kerimede küçük abdest, büyük abdest ve kadınların muayyen hâlleri (yâni âdet ve lohusalık hâlleri) mevzubahistir. Farklı görüşe sahip olan bazı âlimler ise, rivayet edilen hadislerin zayıf olduğu ve hükme delâlette açıklık bulunmadığı, âyette de Mushaf’ın kastedilmeyip, Levh-i Mahfûz’a meleklerden başkasının muttali olamayacağına işaret edildiği, hükmî değil maddî temizlenmenin veya mü’min olmanın kastedildiği gibi yorumlar yapmaktadır.[1] (Mehmet Şener, “Kur’an” mad., Diyânet İslâm Ansiklopedisi, XXVI, 409-410)
Katâde şöyle der:
“Eğer “lâ yemessühû: dokunmaz” cümlesi, ihbârî (nefiy) olarak düşünülürse, bu durumda kastedilen kitâbın Allah’ın nezdinde (Levh-i Mahfuz’da) olan Kur’an olması, temizlenip arınmış olanların da melekler olması uygun düşer. Şayet âyetin söz konusu cümlesi, şeklen ihbârî yapıda olduğu hâlde mânen inşâî (nehiy) olarak kabul edilirse (o takdirde dokunmasın diye tercüme edilir ve) âyetin hükmü bizi de içine alır. Bu izah şekli daha uygundur. Çünkü Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in Amr bin Hazm’a yazdığı mektupta «Kur’an’a ancak temiz olan dokunsun»[2] buyurduğu sabittir. Böyle olunca Hz. Peygamber’in bunu yasaklamış olması, âyet sebebiyle olsa gerektir. Zira âyetin bu mânâya ihtimali vardır.”[3]
İmâm-ı Şâfiî’ye göre de, âyetin Mushaf’a abdestsiz dokunmayı yasaklaması muhtemeldir.[4]
Kurtubî, âyetteki kitabın elimizde bulunan Mushaf mânâsında olmasının daha açık ve daha kuvvetli olduğunu ifade eder. (Kurtubî, XVII, 225)
Fakat her ne şekilde olursa olsun netice aynıdır; mü’minlerden istenen Kur’an’a abdestsiz dokunmamaktır. Çünkü âyet-i kerime Kur’an’ı övmek için nâzil olmuştur. Kur’ân yücedir ve temiz olmayanlardan korunmuştur. Bundan Kur’ân’a hürmet ve tâzim göstermenin vücûbiyeti ve uygun olmayan şeylerden muhâfazasının lüzûmu anlaşılır. Kur’ân’a abdestsiz dokunmak ta’zim sayılmaz. O hâlde temiz olmayan kişinin dokunmasından da onu korumak gerekir.[5]
Diğer taraftan, deliller kesin olmasa bile Kur’ân’a abdestsiz dokunmak saygısızlıktır. Kur’ân’a saygısızlık ise haramdır.
Burada mühim bir husus da “dokunmaz” ifâdesiyle “dokunmasın” mânâsının kastedilmiş olmasıdır. Yâni âyet-i kerime kendisiyle nehiy (yasaklama) murad edilmiş bir haberdir.[6] Âyette “dokunması” şeklinde bir yasak yerine, “dokunamaz” şeklindeki nefiy ifadesinin yer alması, bu husustaki yasağın ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir.
Bu âyet-i kerîmelerle alâkalı bir tahlil de şöyledir:
“Mutahhar” kelimesiyle ifade edilen temizlenme melekler için söz konusu değildir. Çünkü onlar nurdan yaratılmışlardır, nur zâten temizdir. Sonradan, başkaları tarafından temizlenme, insanlar ve bilhassa inanan mü’minler içindir.
Vâkıa 80. âyet-i kerimede “Âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir.” buyruluyor.
81. âyette, önümüzdeki, yanımızdaki Kitâb gösterilerek “Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?!” buyruluyor.
82. âyette “(Bu indirilen Kitap’tan faydalanıp mânevî rızıklar kazanacağınıza) Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?” buyruluyor.
Şimdi iyi düşünelim, Levh-i Mahfuz’da olan, görülmeyen, işitilmeyen bir kitaptan rızıklanmak nasıl mümkün olur ve o nasıl inkâr edilir? Allah Teâlâ, “Bu sözümü küçümsüyorsunuz” buyururken indirilmiş, görülen, bilinen bir kitaptan bahsetmektedir.
77-78. âyetlere gelince “O elbette değerli bir Kur’ân’dır. Saklı bir kitaptadır.” buyruluyor.
Tabiî bütün mü’minlerin Mushaf’ı muntazam bir kapağın içinde, odanın yüksekçe bir yerinde, çocukların, cünüplerin ve abdestsizlerin eli önünde olmayan yüksek bir dolap veya kütüphanede saklıdır ve de cünüp ve abdestsiz kimseler O’na el sürmezler. İşte kıyamete kadar devam edecek bu tatbikat, yukarıdaki ve şu gelen âyetlerde bildirilmektedir:
“Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler), değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur’ân’dan) öğüt alır.” (Abese 11-16)
İnmemiş, görmediğimiz, duymadığımız, okumadığımız kitap bize neyi hatırlatır ve biz ondan nasıl öğüt alırız? Yoksa insanlar Levh-i Mahfûz’a çıkıp Kur’ân’ı orada mı okuyacaklar!
Hâlbuki bu âyetlerde Allah Teâlâ mü’minlerin tatbik etmekte olduğu durumu dile getiriyor. Bir durum değerlendirmesi olarak inananların bu tatbikatını tesbit ve tasvib ediyor.[7]
Hadis-i şeriflerde şöyle buyrulur:
“Ne hayızlı kadın ne de cünüp kimse Kur’ân’dan hiçbir şey okuyamaz.” (Tirmîzî, Tahâret, 98/131; İbn-i Mâce, Taharet, 105; Beyhakî, Şuab, III, 445/1933)
“Temiz olmadıkça Kur’ân’a dokunma!” (Hâkim, III, 552/6051)
İbn-i Ömer der ki: Rasûlullah (s.a.v):
“Kur’ân’a temiz olandan başkası dokunmasın!” buyurdu. (Hâkim, I, 553/1447; Heysemî, I, 276; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 140/7428)
Yine Rasûlullâh (s.a.v), Amr bin Hazm’ı Yemen’e gönderirken ona farzları, sünnetleri ve hukûkî hükümleri açıklayan bir beyannâme yazmıştı. O yazıda Hz. Amr’ın insanlara Kur’ân’ı öğretmesi, onun emir ve hikmetlerini tebliğ etmesinin yanında, temiz olmayan insanları Kur’ân’a dokunmaktan nehyetmesi de bildirilmektedir. (Bkz. Muvatta’, Kur’ân, 1; Hâkim, I, 553/1447; III, 552/6051; Kettânî, I, 216)
Osman bin Ebi’l-Âs (r.a) şöyle anlatır:
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına kabilemizin temsilcisi olarak gelmiştik. Arkadaşlarımın içinde Kur’ân’ı öğrenme hususunda en gayretli olan bendim. Bakara sûresini öğrenerek onlara üstünlük sağlamıştım. (Bu hasletim sebebiyle) Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle buyurdu:
“–En küçükleri olmana rağmen seni arkadaşlarının başına emîr tâyin ettim. Kur’ân’a temiz olmadığın müddetçe dokunma!” (Heysemî, I, 277)
Hz. Ömer müslüman olmadan evvel kız kardeşi ve eniştesinin îman ettiğini duymuş, büyük bir hiddetle yanlarına varmıştı. Eve girdiğinde onların Kur’ân okuduğunu işitti. Hz. Ömer’in geldiğini anlayan kız kardeşi ve eniştesi, ellerindeki Kur’ân yazılı sahifeyi sakladılar. İçeri girip eniştesini ve kız kardeşini hırpalayan Hz. Ömer, sonunda yaptıklarına pişman oldu ve:
“–Az önce okuduğunuz sahifeyi verin de Muhammed’e gelen şey neymiş bir bakayım!” dedi. Kız kardeşi de onun müslüman olabileceğini ümîd ederek sahifeyi vermek istedi, ancak her şeyden önce kardeşinden temizlenmesini isteyerek şöyle dedi:
“–Kardeşim sen necissin[8], sen cünüplükten kurtulmak için gusül abdesti almaz ve temizlenmezsin.[9] Buna (Kur’an yazılı sahifeye) ise temiz olanlardan başkası dokunamaz.[10] Kalk, guslet![11]”
Hz. Ömer kalkıp gusletti, kız kardeşi de sahifeyi ona verdi. (İbn-i Hişâm, I, 367; İbn-i Sa’d, III, 267)
Hz. Ali (r.a) şöyle buyurmuştur:
“Rasulullah (s.a.v)’i Kur’an okumaktan cünüplük hali dışında hiçbir şey alıkoymazdı” (Nesai, Taharet, 171; Ebu Davud, Taharet, 92; İbn Mace, Taharet, 105; İbn Huzeyme, Sahih, I, 104; Beyhaki, Sünen, Taharet, 98)
“Rasûlullah (s.a.v) her hâl üzere Kur’ân okurdu, ancak cünüb iken okumazdı.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, I, 97)
“Hayızlı ve cünüb olan kişi Kur’an’dan bir harf bile okuyamaz!” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, I, 97)
Saîd bin Cübeyr şöyle der:
“Hayızlı ve cünüb olan kişi âyetin başını okuyabilir ancak sonuna kadar tamamlayamaz.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, I, 97)
İbrahim en-Nahaî şöyle der:
“Bir âyet bile olsa Kur’an okuyamaz! Okuyabilecek olsaydı namaz da kılabilirdi.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, I, 97)
Bu delillerden hareketle Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed bin Hanbel dahil olmak üzere fakihlerin büyük çoğunluğuna göre mushafa abdestsiz dokunmak, onu abdestsiz ele almak câiz değildir. Sahabe ve tabiînden birçok âlimin görüşü de bu yöndedir. Buna göre Kur’an’ı ele almak ve ona dokunabilmek için büyük ve küçük hadesten temizlenmiş olmak, yani abdestsiz veya cünüp olmamak gerekir. Hayızlı ve nifaslı (loğusa) kadın için de hüküm aynıdır.[12]
Bunun yanında, dört mezhep fakihlerinin ekseriyetine göre gusül abdesti alması gereken kişinin ezberden bile olsa Kur’an okuması haramdır. Ancak gusülsüzlük hali zikir, tesbih ve dua gibi amellere mânî teşkil etmediğinden bu durumda olan kimsenin Kur’ân-ı Kerim’de yer almış olsa bile bu tür metinleri dua ve zikir niyetiyle okuyup tekrar etmesinde sakınca görülmemiştir.[13]
Hanefîlere göre cünüp ve hayızlı kişinin, sevinçli bir haber duyduğunda “elhamdulillâh”, üzüntülü bir haber duyduğunda “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” demesinde, ya da Kur’an niyetiyle olmaksızın besmele çekmesinde bir mahzur yoktur. Bu durumda olan biri, dua maksadıyla Fatiha Sûresi’ni, “Rabbena âtinâ” gibi dua âyetlerini, ya da Cenâb-ı Hakk’ı övgü mahiyetinde O’nun yüce sıfatlarını belirten “innallahe alîmun hakîm”, “ve hüve’l ganiyyu’l hamîd” gibi âyetleri de okuyabilir.
Ebû Hanîfe, gusletmesi gereken kişinin tefsir kitaplarına dokunmasını haram kabul etmişken Şâfiîler bu hususta azlık çokluk nisbetini göz önünde bulundurmuş ve bir kitapta Kur’an âyetleri diğer yazılardan daha fazla ise cünüp kimsenin ona dokunmasının haram olacağına hükmetmişlerdir. Mâliki ve Hanbeli âlimleri ise böyle bir kitabın Mushaf sayılmayacağı gerekçesiyle gusletmesi gereken kişinin buna dokunmasını câiz görmüşlerdir. (Salim Öğüt, “Cenabet” mad., Diyânet İslâm Ansiklopedisi, VII, 350)
Kur’ân’ın ulviyeti, üzerinde az veya çok bazı âyetlerin yazılı olduğu bir kağıda ve kitaba abdestsiz dokunmamayı gerektirir.
Ancak Mâlikî mezhebindeki bir görüşe göre, âdet döneminin uzun sürmesi hâlinde, unutma söz konusu olabileceğinden hâfızlık yapan âdetli kadının Kur’ân-ı Kerîm’i “ezberinden okuması”na cevâz verildiği söylenmektedir. (İbn-i Kudâme, el-Muğnî, I, 193)
Günümüzde bazı insanların, dört mezhebin sağlam görüşünü bir kenara bırakarak bu görüşe istinâd ettiği ve Kur’ân öğrenen hanımların, hayızlı hâllerinde Kur’ân’ı okuyabileceği iddiâsında bulunduğu görülmektedir. Hâlbuki bu, Kur’ân öğrenmenin rûhuna aykırı bir davranıştır. Kişi, her şeyden evvel Kur’ân’ın ulviyetini ve ona tâzimi öğrenmelidir. Böyle olduğu takdirde Kur’ân’ı öğrenip anlamak ve hayata tatbik etmek daha kolay hâle gelir.
İmâm Mâlik’in, Muvatta’ isimli eserine baktığımızda, onun “Kitâbu’l-Kur’ân” bölümüne “Kur’ân’a dokunan kimseye abdestli olmayı emretmek” isminde bir bâb başlığı koyduğu görülür. İmâm Mâlik burada Kur’an’a abdestsiz dokunmamakla ilgili hadis-i şerifi zikrettikten sonra şöyle der:
“Tâhir/abdestli olmayan hiç kimse, Mushaf’ı kılıfının sapından tutarak veya yastık üzerinde dahi olsa taşıyamaz. Buna cevaz verilseydi o zaman Kur’ân’ı kılıfı içinde taşımak da câiz olurdu. Ancak bu yasak, Mushaf’ı taşıyan kişinin ellerinde onu kirletecek bir pislik olduğu için değildir. Temiz olmayan kişiye Kur’ân’ı taşımanın yasaklanması, Kur’ân’ı yüceltmek ve ona tâzîmde bulunmak maksadıyladır.” (Muvatta, Kur’ân, 1)
Görüldüğü gibi İmâm Mâlik Hazretleri, abdestsiz kimselerin, Kur’ân’ı taşımasını -kılıfının sapından tutarak bile olsa- câiz görmemektedir.[14]
Ayrıca İmâm Mâlik, Nâfi yoluyla İbn-i Ömer (r.a)’ın şöyle buyurduğunu nakleder:
“Kişi temiz olmadıkça ne secde edebilir ne de Kur’ân okuyabilir.” (Muvatta’ (Muhammed bin Hasan rivâyeti), Salât, 99/297)
İmâm Mâlik’in, Kur’ân’a olduğu gibi hadis-i şeriflere de büyük bir tâzim ve hürmet gösterdiği meşhurdur. Nitekim o, hadis rivayet edeceği zaman, hadis imlâ meclisine çıkmadan evvel aynen namaza hazırlanır gibi abdest alır, en güzel elbiselerini giyer, fesini-sarığını takar ve sakalını tarardı. Kendisine bu davranışının sebebi sorulduğunda:
“–Ben böyle yapmakla Rasûlullah’ın hadisine hürmet göstermiş oluyorum” derdi.[15]
Dırar bin Murra şöyle der:
“Onlar (sahâbe ve tâbiîn) abdestsiz olarak hadis rivâyet etmekten hoşlanmazlardı.” (Râmehürmüzî, s. 586)
Katâde de:
“Hadislerin ancak temiz/abdestli iken okunması müstehap görülmüştür” der. (Râmehürmüzî, s. 586)
Mağrib ulemâsının ileri gelenlerinden, mâlikî hadis âlimi Hasen bin Sıddîk el-Gımârî, Türkiye’ye ziyarete geldiğinde kendisine, “hayızlı kadının Kur’ân okuyabileceğine” dair Mâlikî Mezhebi’nden nakledilen fetvâ sorulmuştu. O da bu fetvânın tercihe şâyân olmadığını söyledi ve kadının muayyen hâllerinde Kur’ân okumasının haram olduğunu ifâde etti. Yine Mekke fıkıh ulemâsından Kubeysî’ye aynı mes’ele sorulduğunda:
“Allâh’ın emrini yerine getirmek farz, nehyini işlemek ise haramdır. Abdestsiz olanların Kur’ân’a dokunmaları da âyet ve hadislerle haram kılınmıştır” demiştir.
Zâten Hz. Peygamber’den itibâren 1400 küsur senedir bu hüküm böyle tatbik edilegelmiştir.
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm, en mühim “Şeâir-i İslâm”, yâni İslâm’ın nişânelerinin başında gelir. Âyet-i kerîmede ise:
وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَاۤئِرَ اللّٰهِ فَاِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ
“…Kim Allâh’ın şeâirine tâzîm ederse, şüphe yok ki bu kalblerin takvâsındandır” buyrulmaktadır. (el-Hac, 32)
Âyet-i kerîme açıkça ifâde ediyor ki, Allâh’ın hürmet gösterilmesini emrettiği şeylere karşı hürmetkâr olmak, kalplerdeki takvâ hissinden kaynaklanmaktadır. Takvâ ise Cenâb-ı Hakk’ın en fazla ehemmiyet verdiği husustur. Kur’ân-ı Kerîm’de “takvâ” kelimesi muhtelif kalıplarda yaklaşık 258 defa zikredilir. Bunların çok az bir kısmı lügat mânâsındadır.
Takvâ sahibi olan mü’minler, Kur’ân’a karşı en büyük saygıyı göstermiş ve topluma da bu hisleri yerleştirmişlerdir. Bir müsteşriğe âit olan şu cümleler, müslümanların târih boyunca Kur’ân’a ne derece hürmet ve titizlik gösterdiklerine şâhidlik etmektedir:
“Kur’ân’ın lisânı son derece sâde ve güzeldir. Dünyâda hiçbir kitap Kur’ân’ın gördüğü hürmeti görmemiş ve görmemektedir. Hattâ müslümanlar, tamamıyla temiz olmayınca kitaplarına dokunmamaktadırlar.” (Eşref Edib, Kur’ân’ın Azamet ve İhtişamı, İstanbul ts., s. 58)
Üç hak mezhebin tamamen reddettiği, bir mezhepteki bir görüşün ancak zarûret miktarınca içten okumaya izin verdiği bir hususta, sağlam olan yolu terkedip zayıf bir görüşe sarılmak, doğru bir davranış değildir. Böyle bir davranış kişinin Kur’ân’a olan tâzim duygusunu ortadan kaldırır ve neticede insanı laubâliliğe sürükleyerek feyz ve rûhâniyetin kesilmesine yol açar.
Hâfızlık veya Kur’ân-ı Kerim hocalığı yapmayı, bu meselede mecbûrî bir sebep olarak kabul edemeyiz. Bu derslerin yanında öğrenilmesi gereken daha pek çok bilgiler vardır. Hanım kızlarımız âdet dönemlerinde abdest mecburiyeti olmayan Arapça, siyer, ilmihal, peygamberler tarihi gibi yine Kur’an’ı anlamaya hizmet eden diğer dersleriyle meşgul olabilirler.
Diğer taraftan, tıbben de bilinmektedir ki, âdet döneminde kadınlar fizyolojik ve psikolojik olarak kendilerini rahat hissetmezler. Allâh Teâlâ, lûtfu ve merhameti gereği kadını bu döneminde en mühim dinî mükellefiyetler olan namaz ve oruçtan bile muâf tutmuştur. Ciddî bir gayret ve ruhâniyet isteyen hâfızlık çalışmasını bu dönemde mecbûrî tutmanın, faydadan çok zarar getireceği muhakkaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’e Hürmet
Kur’ân-ı Kerim, kâinâtın Hâlık’ının bir emânetidir. O alelâde bir kitap değil, Rahmân’ın öğrettiği ve feyiz iklîminde sadırdan sadıra nakledilerek bize kadar gelen mübârek bir kitaptır. Kur’ân-ı Kerim’e hürmet, onun sahibine hürmettir. Kur’ân-ı Kerîm, mü’minler için şifâ ve rahmettir. Onu takvâ iklîminde rûhlara sindire sindire okumalı ki “şifâ” vasfı tam olarak tahakkuk edebilsin.
Bu sebeple müslümanlar ona karşı son derece tâzim hisleriyle dolu olmalı ve büyük bir edeple okumalıdırlar. Zira Kur’ân-ı Kerîm her türlü tazime lâyıktır. Ondan âzâmî derecede istifâde edebilmek için, maddî ve mânevî her yönden Kur’ân okumaya hazırlanmak îcâb eder. En başta yapılması gereken hazırlık da temizliktir.
Kur’ân-ı Kerîm, temizliğin pek mühim bir düstûr olduğunu, Allah’ın temiz olan ve çok çok temizlenen kullarını sevdiğini bildirmiştir.[16] Peygamber Efendimiz de:
“Allah temizdir, temizliği sever” buyurmuştur. (Tirmizi, Edeb, 41/2799)
O hâlde ilâhî kelâmı elimize ve dilimize alırken öncelikle abdest ve gusle dikkat etmemiz îcâb eder. Abdestli bulunmak, ibadetin ifasını güzelleştirdiği gibi ondan alınacak manevî feyzi ve hazzı da artırır.
Daha sonra Kur’ân-ı Kerim’i bel hizâsından aşağıda tutmak, ona doğru ayak uzatmak, üzerine başka kitap ve eşya koymak, Kur’ân-ı Kerim’le tuvalete girmek gibi tâzim ve hürmet dışı davranışlardan şiddetle sakınmalıdır.
Enes (r.a)’ın anlattığına göre, Rasûlullâh (s.a.v) tuvalete gireceği zaman, Allâh Teâlâ’ya tâzîminden dolayı üzerinde “Muhammedün Rasûlullâh” yazan yüzüğünü çıkarırdı. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 10/19)
Kur’ân’a tâzim ve hürmetten kaynaklanan şu ince ve zarif davranış ne ibretlidir: Önceleri, mürekkeple yazılan yazılar silinmek istendiğinde, su ile yıkanırdı. Enes (r.a), Hulefâ-i Râşidîn zamanındaki talebelerin, Kur’ân âyetlerinin yıkandığı suları rastgele sağa sola atmadıklarını, bilâkis husûsî bir kapta biriktirerek kabir kenarlarında veya ayak basılmayan yerlerde açılan temiz kuyulara döktüklerini bildirmektedir. Bu suları aynı zamanda şifâ niyetiyle kullandıkları da olmuştur. (Kettânî, II, 200)
İmâm Gazâlî’ye göre, müslüman Mushaf’ı tutarken abdestli olmalı, saygılı davranmalı, kıbleye dönmeli, başını eğmeli ve kibirli olmamalıdır. Kur’an’ı ağlayarak veya en azından ağlamaya çalışarak, güzel sesle âşikâre ve ağır ağır okumalıdır. (Gazzâlî, İhyâ, I, 283-288)
Zira ashâb-ı kirâm böyle yaparlardı. Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.a), her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi. Abdullâh bin Ömer (r.a) da her sabah Mushaf’ı eline alır, büyük bir tâzîmle öper ve duygulu bir şekilde: “Rabbimin ahdi, Rabbimin apaçık fermânı!” diye bağrına basardı. (Kettânî, II, 196-197)
İkrime (r.a) Mushaf-ı Şerîf’i alır, yüzüne gözüne sürerek ağlar ve: “Rabbimin kelâmı! Rabbimin kitâbı!” diyerek Cenâb-ı Hakk’a olan tâzîm ve muhabbetini ifâde ederdi. (Hâkim, III, 272/5062)
Kur’ân’a tâzim husûsunda İmam Beyhakî şöyle der:
Allah’a ve Rasûlüne tâzimin bir gereği olarak Kur’ân ve hadis kitaplarının üzerine başka bir kitap, ev eşyası veya herhangi bir şey koymamalıdır. Üzerleri tozlandı ise hemen temizlemelidir. Üzerinde Allah ve Rasûlü’nün sözü yazılı bir kağıtla yiyecek veya başka bir şey tutmamalı ve bu kağıtları yırtıp parçalamamalıdır. Yok edilmesi gerekiyorsa yazıları yıkanmalı veya silinmelidir. Yakılmasında da beis yoktur.” (Halil İbrahim Mollahâtır, Muhabbetü’n-Nebî ve taatühû, s. 178)
Hâsılı müslümanlar, hem abdest alarak temiz vaziyette Kur’ân’ı ellerine almak sûretiyle, hem de onun hükümleriyle amel ederek Kur’ân’a hürmette kusur etmemelidirler. Zira hem fizîkî hem de rûhî bir hazırlık yaptıktan sonra Kur’ân okunduğunda ilâhî feyz, bereket ve mârifetten daha çok istifâde edileceği muhakkaktır.
[1] İbn-i Hazm, el-Muhallâ, Kâhire 1349, I, 80-84; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, I, 243-244.
[2] Bkz. Muvatta’, Kur’ân, 1; Hâkim, I, 553/1447; III, 552/6051; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, I, 216.
[3] Bkz. Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, 300; Serahsî, el-Mebsût, III, 152.
[4] Beyhakî, Mârifetü’s-sünen ve’l-âsâr, (thk. Ahmed Sakr), 1979, I, 252.
[5] Kâsânî, Bedayiu’s-Sanâî, Lübnan ts., I, 33 vd., İbrahim Halebî, Halebî Kebir, İstanbul 1925, 58 vd.
[6] İbn-i Kesîr, Tefsîru Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1988, IV, 319.
[7] M. Avni Özmansur, Kur’ân’daki Asıl İslâm Bu!-2, İstanbul 2013, s. 298-307.
[8] İbn-i Sa’d, III, 267.
[9] Hâkim, IV, 66/6898.
[10] İbn-i Hişâm, I, 367; Hâkim, IV, 66/6898.
[11] Hâkim, IV, 65/6897.
[12] Mehmet Şener, “Kur’an” mad., Diyânet İslâm Ansiklopedisi, XXVI, 409-410; Salim Öğüt, “Cenabet” mad., DİA, VII, 350; Abdülkadir Şener, “Abdest” mad., DİA, I, 69; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, I, 87-88.
[13] Salim Öğüt, “Cenabet” mad., Diyânet İslâm Ansiklopedisi, VII, 350; el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, Kuveyt, XVIII, 321.
[14] Hanefî hadis ve fıkıh âlimleri, abdestsiz olarak Mushaf’a el sürmenin, onu el ile taşımanın câiz olmadığı, Mushaf’ı kılıfıyla taşımakta ise bir beis bulunmadığını ifade ederler. (Zekeriya Güler, Hadis Günlüğü, s. 64)
[15] Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî (thk. Muhammed Accâc el-Hatîb), Beyrut 1391, s. 586.
[16] Bkz. Bakara 2/222; Mâide 5/6; Tevbe 9/108; Müddessir 74/4.