SESİ KUR’ÂN’LA SÜSLEMEK
Sesi Kur’ân’la süslemek, sesi güzel olandan Kur’ân okumasını istemek ve onu dinlemek müstahaptır.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah, güzel sesli bir peygamberin, Kur’ân’ı tegannî ile yüksek sesle okumasından hoşnut olduğu kadar hiçbir şeyden hoşnut olmamıştır.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 19; Tevhîd 32; Müslim, Müsâfirîn 232-234)
Teğannî, sesi Kur’ân’la güzelleştirip süslemek, okurken seste sevinç ve hüznü belli etmek demektir.
Lahn ve tercî ile kastedilen, sesi boğazda oynatarak nağme ile okumak, bir başka deyişle Kur’ân’ı mûsikî kurallarına uygun tarzda okumaktır.
Haddi aşarak Kur’ân’ı kıraat olmaktan çıkarmamak, ifrata ve tefrite kaçarak bir harf ziyade etmemek veya noksanlaştırmamak şarttır. Bunlar yerine getirildiği takdirde bu tarz okumak müstehap görülmüştür. Harf ilâvesi veya çıkarılması ise haram kabul edilmiştir.
1. Güzel ses Allah’ın nimetlerinden biri olup, Kur’ân’ı güzel sesle okumak müstehaptır.
2. Allah güzel sesle Kur’ân okunmasından, okuyandan ve sesini Kur’ân’la süsleyenden hoşnut olur.
3. Harf ziyadesi ve noksanlaştırması yapılmadıkça lahn ve tegannî ile Kur’ân okumak câizdir.
*
Ebû Mûsa el-Eş’arî (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ona şöyle buyurdular:
“Şüphesiz Dâvûd (a.s)’a verilen güzel seslerden bir nağme de sana verilmiştir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 31; Müslim, Müsâfirîn 235-236)
Müslim’in bir rivayeti şöyledir:
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Ebû Mûsâ’ya şöyle buyurdular:
“Dün gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!”
Hadîs-i şerîfte geçen mizmâr, esasen kaval cinsinden bir âlettir. Fakat burada kastedilen mâna güzel sestir.
Ebû Mûsa sesi güzel olan sahâbe-i kirâmın başında gelir. Onun güzel sesinin çok dokunaklı olduğu söylenir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ondan Kur’ân dinlemeyi çok sevmesinin sebebi de budur. Bu hadisi ve benzerlerini delil alan ulemâ, insanı aşk ve şevke getirecek şekilde güzel sesle Kur’ân okumayı mübah görmüşlerdir. Çünkü böyle okumak rikkati, Allah korkusunu ve nefisleri Kur’ân dinlemeye teşviki beraberinde getirir.
Ancak bunun hiçbir kaide ve kural tanımamak, Kur’ân’ı bir şarkı türkü gibi algılayıp takdim etmek anlamına gelmediğini aklı başında her müslüman bilir.
Sesi Kur’ân tilâveti ile süslemenin müstehap olduğunda bütün âlimler görüş birliği içindedir.
1. Güzel sesle, tecvid kurallarına riâyet ederek Kur’ân okumak müstehaptır.
2. Peygamber Efendimiz (s.a.v) güzel sesle Kur’ân okuyan sahâbîleri hem dinlemiş hem de tasvip ve takdirlerini beyan etmiştir.
3. Güzel sesle Kur’ân okuyanı dinlemek kalplerin yumuşamasına ve nefislerin Kur’ân’a yönelmesine vesile olur.
*
Berâ bin Âzib (r.a) şöyle dedi:
“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’i yatsı namazında “Ve’t-tîni ve’z-zeytûni” sûresini okurken dinledim. Ondan daha güzel sesli bir kimse işitmedim.” (Buhârî, Ezân 102; Müslim, Salât 177)
Kur’ân kalbin indirilen Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v), hiç şüphesiz onu en güzel okuyan idi. Kur’ân’ın bugün bilinen okunuş şekillerini sahâbîler Efendimiz’den öğrendiler. Bugün bilinen kıraatlerin her biri, sahâbîlerden işitilip öğrenildi. Sonraki müslüman nesiller, Kur’ân’ın kıraatlerini kendilerinden önceki mübarek nesiller gibi aynı hassasiyetle korudular ve bunu Kur’ân ilimlerinden biri hâline getirdiler.
Peygamber Efendimiz’in sesinin son derece güzel olduğu sahâbîlerden gelen pek çok rivayetten anlaşılmaktadır. Enes ibn-i Mâlik (r.a)’in rivayet ettiği şu hadis çok dikkat çekicidir:
“Allah her peygamberi güzel sesli ve güzel yüzlü olarak göndermiştir. Fakat sizin peygamberiniz onların, yüzü en güzel ve sesi en güzel olanıdır.” (Zebîdî, İthâfü’s-sâde, VI, 470)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sesi çok güzeldi. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın onu her yönüyle mükemmel yarattığını göstermektedir.
*
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Kur’ân’ı tegannî ile okumayan kimse bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Vitr 20. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 44; İbni Mâce, İkâmet 176)
Ebû Dâvud rivayetinin sonunda, hadisin râvilerinden biri olan İbn-i Ebî Müleyke’ye:
“–Okuyanın sesi güzel değilse ne dersin?” diye sorulunca:
“–Güç yetirebildiği kadar güzelleştirmeye çalışır” demiştir. (Ebû Dâvûd, Vitr, 20/1471)
Buradan öğreniyoruz ki, onların da tegannîden anladıkları, ses güzelliğidir. Fakat herkesin sesinin beğenilecek kadar güzel olmadığı da bir hakîkattir. Kur’ân’ı güzel sesle süslemek yerine, sesi Kur’ân’la süslemek gerektiğini söyleyenler de aynı şeyi kastetmektedir. Bu durumda yapılacak iş, elden geldiği kadar sesi güzelleştirmeye çalışmak, Kur’ân’ı en güzel şekilde okumaya gayret etmektir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v), Kur’ân’ın seslerimizle süslenmesini, güzelleştirilmesini istemiştir. (İbn-i Mâce, İkâmet 176)
“Kur’ân’ı seslerinizle güzelleştiriniz, çünkü güzel ses Kur’ân’ın güzelliğini daha da arttırır.” hadisi de bu gerçeği ifade eder. (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân 34)
Bir başka hadiste de:
“Her şeyin bir süsü vardır. Kur’ân’ın süsü de güzel sestir” buyurulur. (Heysemî, Mecmaü’z-zevâid, VII, 171)
Bu hadisler, ses güzelliğinin arzu edilen bir nimet olduğunu ortaya koyar. Güzel sesi, güzel olan işlerde ve yerlerde kullanmak, hayır ve fazilet sayılmayan işlerde kullanmamak, her müslümanın dikkat etmesi gereken hususlardan biridir.
Tegannî, Kur’ân’ı güzel sesle, kâide ve kurallarına, tecvidine uygun olarak okumaktır. Kur’ân’ı bu mânada tegannî ile okumak, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in yolu ve Sünnet’ine uymak demektir. Kur’ân’ı tegannî ile okumak, onun güzelliğini, kalplere nüfuzunu ve nefislere tesirini artırır.
Sesi güzel olandan Kur’ân okumasını istemek ve onu dinlemek müstehaptır. Sahâbîler başta olmak üzere selef-i sâlihîn bu usûlü kendilerine rehber edinmiş, en güzel okuyanlar Kur’ân’ı tilâvet etmiş, talebeler onları dinleyerek fem-i muhsin adı verilen düzgün ağızlardan, ehil hocalardan alıp öğrenmiş, onlar da kendi talebelerine öğretmişler ve Kur’ân öğretimi günümüze kadar bütün İslâm coğrafyasında bu şekilde devam edegelmiştir.
Kur’ân okunurken, can kulağıyla dinlemek ve âyetlerin mânalarını düşünmek gerekir. Kur’ân dinlerken Allah’ın âyetlerini ve bu âyetlerin mânalarını düşünerek ağlamak müstehaptır.
*
Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’e ne zaman Cibrîl (a.s) gelirse sükût buyurup onu dinlerlerdi. Cibrîl (a.s) gidince getirmiş olduğu âyet-i kerimeleri o nasıl tilâvet etmişse Nebiyy-i Muhterem (s.a.v) de öylece tilâvet ederlerdi. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 4)
*
Allâh Rasûlü (s.a.v), devesinin üzerinde Mekke’ye girerken, tercî’ yaparak yumuşak, kolay ve akıcı bir kıraatle Fetih Sûresi’ni okuyorlardı. (Buhârî, Meğâzî, 48, Fedâilü’l-Kur’ân, 30; Müslim, Cihâd, 87; Vâkıdî, II, 831-832)
Tercî ile kastedilen, sesi boğazda oynatarak nağme ile okumaktır.
Efendimiz (s.a.v)’in bazen tercî yapmadan okudukları da olurdu. (Tirmizî, Şemâil, s. 183, no: 303)
*
Huzeyfe (r.a) şöyle anlatır:
“Bir gece Allah Rasûlü r ile beraber namaza durdum. Bakara Sûresi’ni okumaya başladı. Ben içimden; «Yüzüncü âyete gelince rükûya varır herhâlde.» dedim. Yüzüncü âyete geldikten sonra da okumaya devam etti. «Herhâlde bu sûre ile iki rekât kılacak.» diye zihnimden geçirdim. Okumasına devam etti. «Sûreyi bitirince rükûya varır.» diye düşündüm. Ancak yine bitirmedi, Nisâ Sûresi’ni okumaya başladı. Bitirince de Âl-i İmrân Sûresi’ne geçti.[1] Ağır ağır okuyor; tesbih âyetleri geldiğinde « سُبْحَانَ اللّٰهِ» diyor, duâ âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze âyeti geldiğinde de Allâh’a sığınıyor, (bir mesel geldiğinde onun üzerinde tefekkür ediyor)du. Sonra rükûya vardı, « سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ» demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra, « سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ» diyerek (doğruldu). Rükûda kaldığına yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede, « سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلٰى» diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta sürdü.” (Müslim, Müsâfirîn, 203. Krş. İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, IV, 389/585)
*
Avf ibn-i Mâlik el-Eşcaî (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ile birlikte bir gece namaz kıldım. Kalktılar (birinci rekâtta) Bakara Sûresi’ni okudular. Her rahmet âyetine geldikçe durdular (ve Allah’dan rahmet) istediler. Azâb âyetine geldikçe de durdular (ve Allah’a) sığındılar. Sonra rukûa vardılar. Kıyâmda durdukları kadar rükûda durdular. Bu esnâda:
سُبْحَانَ ذِي الْجَبَرُوتِ وَالْمَلَكُوتِ وَالْكِبْرِيَاءِ وَالْعَظَمَةِ
«Kahr ve kudret sahibi, izzet ve saltanat sahibi, ululuk ve azamet sahibi olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim» diyorlardı. Sonra secdeye vardılar, kıyâmları kadar da secdede kaldılar. Secdelerinde de bu şekilde tesbih ediyorlardı. Sonra (ikinci rekâta) kalktılar ve Âl-i İmrân Sûresi’ni okudular. Sonra bu şekilde her rekâtta bir sûre okudular.” (Ebû Dâvûd, Salât, 146-147/873; Nesâî, Tatbîk, 73/1130; Ahmed, VI, 24)
*
Katâde (r.a) şöyle demiştir:
“Enes (r.a)’e Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in okuyuşunu sordum:
«–(Çekilmesi gereken harfleri) hakkıyla çekerlerdi.» dedi.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 29; Ebû Dâvûd, Vitr, 20/1465)
Kur’ân okurken bazı harflerin çekilmesi, hem güzel bir âhenk, hem de mânâların tefekkür edilip anlaşılmasına imkân verir.
*
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) âyet âyet bölerek okurlar, her âyetin sonunda birazcık dururlardı.[2]
*
Abdullah bin Ebî Kays şöyle der:
“…Hz. Âişe (r.a)’ya:
«–Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in kıraati nasıldı? Gizli mi okurdu yoksa açık mı?» diye sordum:
«–İkisini de yapardı, gizli okuduğu da olurdu, açık okuduğu da olurdu.» cevâbını verdi. Ben de:
«–Bizlere bu hususta genişlik lütfeden Allah’a hamd olsun!» dedim.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 23/2924)
*
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle buyurur:
“Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in (gece namazlarındaki) kıraati şu şekilde idi:
(Duruma göre sesini) bazen yükseltir, bazen da kısardı.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 25/1328)
Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v) geceleyin (namazda) pek kısık olmayan, pek de yüksek olmayan orta yükseklikte bir sesle okurdu. Evinde yalnız bulunduğu zaman sesini odada bulunan birinin işitebileceği kadar yükseltirdi.[3] Fakat evde uyuyan bir kimse bulunacak olursa, onu rahatsız etmeyecek şekilde kısardı. Fakat hiç bir zaman hadd-i i’tidâli aşmazdı.
*
Huzeyfe (r.a) şöyle buyurur:
“Bir gece kendileriyle birlikte namaz kılmak için Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına vardım. Namaza durup ne alçak ne de yüksek olmayan güzel bir kıraatle okumaya başladılar. Tertîl üzere (tâne tâne) okuyor ve kıraatlerini bize işittiriyorlardı…” (Ahmed, V, 401)
Allâh Teâlâ Resûl-i Ekrem Efendimiz’e:
وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً
“Kur’ân’ı ağır ağır, tâne tâne oku!” (el-Müzzemmil 73/4) diye emir buyurmuştur.
Tertîl, aslında âhenk ve nizâm mânâsına gelip, Kur’ân-ı Kerîm’i acele etmeden ve her harfin hakkını vererek ağır ağır okumaktır. Âyet-i kerîmede “rettil” emrinin “tertîlen” masdarı ile te’kîd edilmesi de, bu tertîlin en güzel mertebede olması istenildiğini gösterir.
*
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:
“Kur’ân’ı ses olarak en güzel okuyan kimselerden biri, kıraatini işittiğinizde Allah’tan haşyet duyduğunu (korktuğunu) hissettiğiniz kişidir.” (İbn-i Mâce, İkâme, 176)
*
Cübeyr bin Mut’im (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’den Tûr Sûresi’ni dinleyince kalbi ürpermiş ve hissiyâtını:
“−Sanki kalbim çatlayacak sandım.” şeklinde ifâde etmiştir. (Ahmed, IV, 83, 85)
Kendisi hâdiseyi şöyle anlatır:
“Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’i, akşam namazında Tûr Sûresi’ni tilâvet ederken dinlemiştim.
اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَىْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ. اَمْ خَلَقُوا السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ بَلْ لاَ يُوقِنُونَ. اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ
«Onlar, bir yaratan olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa yaratanlar kendileri midir? Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır, onlar Allâh’a kesin olarak inanmıyorlar. Yâhut Rabbinin hazîneleri onların yanında mıdır? Yoksa her şeye hâkim olan kendileri midir?» (et-Tûr, 35-37) âyetine geldiğinde kalbim heyecandan neredeyse uçacak gibi oldu.” (Buhârî, Tefsîr, 52)
*
Ebû Bekir (r.a), rikkat-i kalbiyye sâhibi, yufka yürekli bir zât olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı.
O, Kur’ân-ı Kerîm okurken müşriklerin çocukları ve kadınları başına toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45; İbn-i Hişâm, I, 395-396)
*
Nevfel bin İyâs el-Hüzelî şöyle anlatır: “Ömer ibnü’l-Hattâb (r.a) zamanında biz Mescid’de Terâvih Namazı kılardık. Şuraya bir grup, buraya bir grup ayrılırdı. İnsanlar sesi daha güzel olan imama meylederlerdi. Ömer (r.a): «–Öyle zannediyorum ki onlar Kur’ân’ı musıkî edindiler. (Güzel nağmeye heves ediyorlar.) Ama vallâhi eğer gücüm yeterse bu hâli değiştireceğim!» dedi. Daha üç gün geçmişti ki (kıraatı daha düzgün olan) Übeyy ibn-i Ka’b’a emretti, o da bütün cemaate Terâvih Namazı kıldırmaya başladı.[4] Ömer (r.a) safların arkasından ayağa kalkıp: «–Eğer bu bid’at ise ne güzel bir bid’at oldu!» dedi.” (İbn-i Sa’d, Tabakât, V, 59)