Müslümanlar olarak, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le ilgili konuşurken ve O’ndan bir söz naklederken çok dikkatli ve hassas olmamız gerekmektedir. Zira Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, diğer insanlar gibi değildir. O’na yalan izafe etmek, diğer insanlara yalan izafe etmek gibi değildir, bu ikisi arasında çok muazzam bir fark vardır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hareketlerinden ve sözlerinden hüküm çıkarılır, insanlar bunlarla hayatlarına nizam verirler ve bazı kararlar alırlar. Bu sebeple Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e âit olmayan bir davranışı, sözü veya hâli O’na âitmiş gibi nakletmek, pek çok insana zarar verebilir. İnsanlar bu söz sebebiyle yanlış işler yaptıkları veya zarar gördüklerinde ise kalplerinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e karşı bir soğukluk hissedebilirler. Bu ise çok ağır bir vebaldir. Bu sebeple sahih olup olmadığını bilmediğimiz bir sözü hadis diye nakletmekten şiddetle sakınmalıyız. Güvenilir kaynakları okuyarak onlardan hadîs-i şerîf nakletmeliyiz.
İmam Mâlik, ilimde sadece güvenin yeterli olmayacağını, ehliyetin de önemli olduğunu belirtmek, buna riayet edilmeksizin ilim elde etmeye çalışmanın risk ve tehlikesine dikkat çekmek üzere şu ölümsüz sözleri söylüyor:
“Bu ilim (Hadis ilmi) dindir. Sizler dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz. (Mescid-i Nebevî’ye işaret ederek) Şu mescidin sütunları altında hadis anlatan yetmiş kişiye yetiştim. Onların tümü “Allah Rasûlü şöyle dedi, Allah Rasûlü böyle dedi” şeklinde rivayetlerde bulunuyorlardı. Ben onlardan hiçbir şey almadım. Oysa onlardan birine devlet hazinesi emanet edilse bu konuda kendilerine güvenilirdi. Ben, onlar bu işin ehli olmadığı için kendilerinden ilim almadım. Bizlere Zührî ilim anlatmak için geldiğinde o daha genç yaşta olmasına rağmen kapısına yığılırdık.” (Hatib el-Bağdadî, el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 159)
Hâfız Ebû Bekir bin Hayr şöyle nakleder:
“Âlimler şu hususta ittifak etmişlerdir ki bir müslümanın, yanında velev en zayıf rivâyet şekliyle de olsa bir senedi olmadan herhangi bir söz hakkında «Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu» demesi helâl olmaz.” (Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-merfûa, thk. Muhammed es-Sabbâğ, Beyrut: Dâru’l-Emâne, s. 45)
Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in bu husustaki ikazları çok şiddetlidir. Şöyle buyurmuşlardır:
“Benim ağzımdan yalan uydurmayınız! Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem’e girsin!” (Buhârî, İlim, 38)
“Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse Cehennem’deki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38)
“…Her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!».” (Buhârî, İlim, 38)
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz adına yalan söylemek çok büyük bir günahtır, haramdır ve Cehennem’e girmeye sebep olur.
Uydurulan hadis, ahkâm husûsunda olsun, fazîlet, terğîb ve terhîb husûsunda olsun farketmez, hepsi harâmdır. İnsanları ibadete teşvik için hadis uydurulabileceği yönündeki sözler yanlıştır.
Mevzu/uydurma bir hadîsi bilerek nakleden kimse de Peygamber Efendimiz (s.a.v) adına yalan uyduran kimse hükmündedir, o da yalancılardan biridir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancıların biridir.” (Müslim, Mukaddime, 1; Tirmizî, İlim, 9/2662; İbn-i Mâce, Mukaddime, 5/39; Ahmed, I, 112)
Arapça’yı ve gramerini iyi bilmediği için hadisleri naklederken hata yapanların da bu tehdide dâhil olacağını söyleyen âlimler olmuştur. Bu sebeple hadîs-i şerifleri okuyup yazarken çok dikkatli olmak îcâb eder.
*
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadîsler getirecekler. Aman onlardan sakının! Sizi saptırmasınlar, fitneye düşürmesinler!” (Müslim, Mukaddime, 7)
*
Ebû Katâde (r.a) şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu Minber üzerinde şöyle buyurduklarını işittim:
«Benden çok hadis nakletmekten sakının! Kim benim adıma bir şey söylerse sadece hakîkati (veya) doğruyu söylesin! Kim, söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 4/35; Dârimî, Mukaddime, 25/243)
*
Abdullah bin Mes’ûd (r.a) şöyle buyurur:
“Şeytan, bir adam kılığına girip insanların yanına gelir ve onlara yalandan bir hadîs söyler. Az sonra o cemâat dağılır. Onlardan biri:
«‒Bir adamdan işittim, adamın yüzünü tanıyorum ama ismini bilmiyorum, şöyle bir hadîs naklediyordu» diye (o yalan hadisi başkalarına nakleder).” (Müslim, Mukaddime, 7)
*
Abdullah bin Amr bin Âs (r.a) şöyle buyurur:
“Denizin içinde hapsedilmiş bir takım şeytanlar vardır. Onları Süleyman (a.s) bağlamıştır. Bunların çıkıp insanlara Kur’ân okuması (ve onu hevâsına göre tefsir etmesi) yakındır.” (Müslim, Mukaddime, 7)
Ashâb-ı Kirâm Hadis-i Şerifler Hususunda Çok Hassas İdi
Enes (r.a) şöyle buyurmuştur:
“Beni, size çok hadis rivayet etmekten men eden şey, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurmuş olmalarıdır:
«Kim benim adıma kasten yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!».” (Buhârî, İlim, 38)
*
Abdullah ibn-i Zübeyr (r.a) şöyle anlatır:
Babam Zübeyr’e:
“–Ben senin, falan ve filanın Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den hadis naklettiği gibi hadis rivayet ettiğini duymuyorum?” dedim. Bana şöyle dedi:
“–(Müslüman olduğum günden beri) O’ndan hiç ayrılmadım, lâkin şöyle buyurduklarını işittim:
«Kim benim adıma yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!».” (Buhârî, İlim, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 4/36; Ahmed, I, 165)
*
Sahâbe-i kirâm, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf rivâyet ederken, bilmeyerek yanlış bir şey söylememek için dizleri titrer, yüzleri sararırdı. Amr bin Meymûn şöyle anlatıyor:
“Ben, İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin perşembe akşamları yaptığı sohbetlerini hiç aksatmazdım. Bu sohbetlerde onun; «Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki…» diye kesin bir ifade kullandığını hiç duymazdım. Bir akşam; «Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki…» diyerek söze başladı, fakat arkasını getiremeyip başını öne eğdi. Biraz bekledikten sonra kendisine baktım; gömleğinin düğmeleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra sözünü şöyle tamamladı:
«Rasûlullah (s.a.v) öyle veya ona yakın ya da ona benzer bir şey söylemişti».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 3)
*
Yezîd İbni Hayyân şöyle dedi:
“Bir gün Husayn İbni Sebre ve Amr İbni Müslim ile beraber Zeyd İbni Erkam’ın evine gittik. Yanına oturduğumuzda Husayn İbni Sebre dedi ki:
«–Zeyd! Sen pek çok lutfa nâil olmuş bir kimsesin. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i gördün, sözünü dinledin, onunla birlikte savaşlara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Doğrusu büyük saâdete erdin, Zeyd! Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyduklarını bize de anlat!»
Bunun üzerine Zeyd (r.a) şunları söyledi:
«–Yeğenim! Vallahi çok yaşlandım. Aradan çok zaman geçti. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyup öğrendiklerimin bir kısmını unuttum. Bu sebeple size anlattıklarımı öğrenin. Anlatmadıklarım hususunda da beni zorlamayın…».” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 36)
*
Amr ibn-i Abese (radıyallahu anh), sahâbî Ebû Ümâme’ye bir hadis nakletmişti. Ebû Ümâme:
“‒Ey Amr, bir işten dolayı şu kişiye verilen büyük mükâfat konusundaki sözlerini iyi düşün!” ikâzında bulundu. Bunun üzerine Amr (r.a):
“‒Ey Ebû Ümâme! Yaşım ilerledi, kemiklerim zayıfladı, ecelim yaklaştı. Ne Allah’a ne de Rasûlullah’a yalan söyleme ihtiyacındayım. Ben bu hadisi Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den bir, iki, üç hatta yedi kere işitmemiş olsaydım aslâ rivâyet etmezdim. Bu hadisi ben, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den bundan da fazla duymuş bulunmaktayım!” dedi. (Müslim, Müsâfirîn 294)
*
Hz. Ali (r.a) şöyle der:
“Ben Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den bir hadis duyduğumda, Allah Teâlâ bana o hadisten dilediği kadar istifade ettirirdi. (Yani onunla amel ederdim). Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ashâbından biri bana hadis rivâyet ettiğinde ondan yemin etmesini isterdim. Yemin ederse sözünü kabul ederdim. Bir defâsında Ebû Bekir (r.a) bana bir hadis rivâyet etti. Şüphesiz Hz. Ebû Bekir (r.a) doğru söylerdi (Bu sebeple ona yemin ettirmezdim). Dedi ki:
«–Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduklarını işittim:
“Bir kul herhangi bir günah işlediğinde, kalkar, güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılar ve Allah’a istiğfar ederse, Cenâb-ı Hak muhakkak o kulunu mağfiret buyurur.”
Sonra Rasûlullah (s.a.v) şu âyet-i kerimeyi okudular:
“Onlar (müttakî mü’minler), bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler” (Âl-i İmrân, 135)».” (Ebû Dâvûd, Vitr, 26/1521; Tirmizî, Salât, 181/406; Tefsîr, 3/3006; Ahmed, I, 2)
*
Osman ibn-i Affân (r.a) şöyle buyurmuştur:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den hadis rivayet etmeme mâni olan şey, ashâbının O’ndan en fazla hadis ezberleyeni olmayışım değildir. Lâkin ben şâhitlik ederim ki Efendimiz (s.a.v)’in şöyle buyurduklarını işittim:
«Kim söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!».” (Ahmed, I, 65)
*
Meymûn el-Kürdî, Mâlik ibn-i Dînâr’ın yanında idi. Mâlik (r.a) ona:
“–Şu muhterem zâta ne oluyor ki babasından hadis rivâyet etmiyor?! Sizin babanız Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e yetişti, mübarek sözlerini işitti!” dedi.
Meymûn (r.a) şöyle cevap verdi:
“–Babam, bir şey ilave eder veya bir şey eksiltirim korkusuyla Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’den bize hadis nakletmezdi. «Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in;
“Kim kasıtlı olarak benim adıma yalan uydurursa Ateş’teki yerine hazırlansın!” buyurduklarını işittim!» derdi.” (Heysemî, I, 148)
*
Enes (r.a) şöyle anlatır:
“Biz Nebiyyullâh (s.a.v) ile birlikte otururduk. Bazen atmış kişi olurduk. Efendimiz (s.a.v) bize bazı hususlar anlatırdı. Sonra Allâh Rasûlü (s.a.v) kalkıp bir ihtiyaçları için evine girerdi. Bu ensâda biz kendi aramızda Efendimiz’in anlattığı husûsu müzâkere ederdik. Biri bittiğinde diğer hadîs-i şerîfi müzâkere ederdik. O meclisten kalktığımızda Allâh Rasûlü’nün sözleri sanki yere sağlamca dikilen bir ağaç gibi kalplerimize iyice yerleşip kök salmış olurdu.” (Ebû Yâlâ, Müsned, VIII, 123/4091; Heysemî, I, 161)
*
Abdurrahman İbnü Ebî Leylâ (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ashâbından yüz yirmi Ensârî’ye yetiştim. Onlardan birine bir mesele sorulduğunda, her biri, başkasının kendi yerine cevap verip meseleyi halletmesini isterdi.” (İbn-i Sa’d, VI, 110)
“Bu Mescid’de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ashâbından yüz yirmi Ensârî’ye yetiştim. Onlardan biri bir hadis rivâyet etmek durumunda kaldığında mutlaka başka bir kardeşinin bu fetvâ vazîfesini îfâ etmesini ve kendisine ihtiyaç kalmamasını isterdi.” (İbn-i Sa’d, VI, 110)
*
Tâbiîn ve daha sonra gelen İslâm âlimleri de aynı hassâsiyeti gösterirlerdi:
Abdurrahman bin Ömer, Ebû Hüreyre kanalıyla “öğle namazının, yazın ilk vaktinden sonraya tehir edilebileceği” hususunda bir hadis rivâyet etmişti.
Ebû Zürʻa, isnâdın doğru olmadığını ve söz konusu hadisin Ebû Hüreyre’den değil Ebû Saîd’den rivâyet edildiğini söyledi. Abdurrahman bin Ömer bu itirazı tam bir ciddiyetle anladı ve hiç unutmadı. Memleketine döndüğünde kitabını gözden geçirdi ve kendisinin hata ettiğini gördü. Hemen Ebû Zürʻa’ya bir mektup yazarak, zahmet edip filan şahsa ve bu hadisi kendi talebelerinden soran diğer insanlara bilgi vermesini, onlara kendisinin hata ettiğini söylemesini ricâ etti. Allah Teâlâ’nın, bu hareketi sebebiyle kendisini mükâfatlandıracağını ve insanlar arasında mahcup olmanın Cehennem’den daha hayırlı olduğunu söyledi.[1]
*
İmam Leknevî şöyle der:
“Bu rivayetlerle iyice sabit olmuştur ki Nebiyy-i Ekrem Efendimiz adına söz uydurmak ve söylemediği bir şeyi O’na izafe etmek kayıtsız şartsız haramdır ve Cehennem azâbını gerektirir. Bu ister helâl ve haram, ister terğîb ve terhîb (teşvik ve sakındırma), ister başka bir hususta olsun farketmez. Böylece bazı cahil uydurucuların, “terğîb ve terhîb husûsunda Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) adına yalan söylemenin câiz olduğu, çünkü bunun O’nun lehine bir yalan olup aleyhine olmadığı” yönündeki zanlarının da bâtıl olduğu ortaya çıkmıştır.
Yine aynı şekilde bu rivayetlerle sâbit olmuştur ki aynen söylemediği bir sözü O’na nisbet etmek gibi yapmadığı bir fiili kendisine nisbet etmek de büyük günahların en büyüklerindendir.
Aynı şekilde âyet ve hadislerde Zât-ı Mukaddeslerinde mevcûdiyeti sabit olmayan bir fazilet ve mertebeyi O’na izafe etmek de büyük günahların en büyüklerindendir. Vâizler bu konuda uyanık olsunlar! İnsanlara konuşanlar, hatipler, emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münker vazifesini icra edenler bu hususta çok dikkatli olsunlar! Zira bunlar, Efendimiz (s.a.v)’de bulunmayan pekçok hâli O’na nisbet ediyorlar. Allah Rasûlü’nün Mukaddes Zât-ı Şeriflerinin faziletinden ve kadrinin yüceliğinden bahsettikleri için de böyle yapmakta büyük bir ecir olduğunu zannediyorlar. Bilmiyorlar ki Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in sahih hadislerde sabit olan faziletleri, bu çürük yalanlara ihtiyaç bırakmamaktadır. Ömrüme yemin olsun ki Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in faziletleri ihâta edilemeyecek ve sayıya gelmeyecek seviyededir. Kendisini bütün insanların üstüne çıkaran yüce vasıfları ve faziletleri pek çoktur, sonsuzdur. Hal böyle iken O’nu bâtıl ve uydurma vasıflarla övmeye ve faziletini anlatmaya ne hâcet vardır! Böyle bir davranış insana büyük bir günah kazandırır ve doğru yoldan saptırır.”[2]