Ebû Ümâme bin Sehl (r.a) şöyle demiştir:
Osman (r.a) evde mahsur iken, biz onunla birlikte idik. Evde bir giriş vardı. Oradan giren kişi bahçedekilerin sözünü işitirdi. Osman (r.a) oraya girdi ve rengi değişmiş bir vaziyette yanımıza çıkıp:
“–Onlar az önce beni ölümle tehdid ediyorlardı” dedi.
Biz:
“–Ey Mü’minlerin Emîri, onlara karşı Allah sana yeter” dedik.
Hz. Osman (r.a) şöyle devam etti:
“–Beni niçin öldürmek istiyorlar?! Ben Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i:
«Bir müslümanın kanı şu üç şeyden birisi dışında helâl değildir: Müslüman olduktan sonra küfre düşmek, evlendikten sonra zinâ etmek ve bir can mukâbili olmadan birisini öldürmek» buyururlarken işittim.
Vallahi ben câhiliye devrinde de İslâm döneminde de hiç zinâ etmedim. Câhiliyede tiksindiğim için, müslüman olduktan sonra ise iffetimden dolayı zinâya yaklaşmadım. Allah beni hidâyete erdirdikten sonra, onun yerine başka bir dinin olmasını aslâ istemedim ve hiç kimseyi de öldürmedim. O hâlde beni niçin öldürmek istiyorlar?!..”
Ebû Dâvûd der ki:
“Hz. Ebû Bekir ve Osman (r.a) şarabı, cahiliye devrinde bile hiç içmemişlerdi.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Diyât, 3/4502; Ahmed, I, 163)
Hz. Osman, iffet ve hayâ timsâli bir şahsiyetti. Rasûlullah (s.a.v), meleklerin bile ondan hayâ ettiğini haber vermiştir. (Ahmed, I, 71; VI, 155)
Bu kuvvetli iffet ve hayâ duyguları, onu her türlü çirkinlikten muhâfaza etmiştir.