Hz. Osman’ın Kısaca Hayatı

Osman ibn-i Affân (r.a) ashâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olup, ilk müslümanların dördüncüsü ve Hulefâ-yi Râşidîn’in de üçüncüsüdür. Fil Vak’ası’ndan altı sene sonra veya 574 senesinde Mekke’de dünyaya gelmiştir. Soyu Abdi Menâf’ta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birleşir.[1] Kureyş kabilesine mensup olup Emevî soyundandır. Annesi Ervâ bint-i Küreyz, Allah Rasûlü’nün halası Beyzâ’nın kızıdır.

Osman (r.a), îman ettiğinde pek çok sıkıntı ve çilelere katlandı. Amcası Hakem ibn-i Ebi’l-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetti ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söyledi. Osman (r.a) dininden kesinlikle dönmeyeceğini bildirince, kararlılığını gören amcası onu serbest bıraktı.[2]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ve yanında bulunan müslümanlar İslâm’ı açıkladıkları zaman, Mekke’de İslâm’ı duymayan kimse kalmadı. Hz. Ebû Bekir, Saîd ibn-i Zeyd ve Hz. Osman (r.a) gibi sahâbîler, insanları İslâm’a gizlice dâvet ve teşvik etmeye koyuldular. Daha sonra Hz. Ömer, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) gibi sahâbîler de açıkça dâvet etmeye başladılar.[3]

Osman (r.a) müslüman olunca, Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz kızı Rukıye’yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Câhiliye döneminde Ebû Amr künyesiyle çağrılan Osman (r.a) artık bundan sonra Ebû Abdullah künyesini aldı. Sonra kızı Leylâ doğunca da Ebû Leylâ künyesiyle zikredildi.

Osman (r.a) iki defâ Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etti.

Hz. Osman (r.a), ikinci defa hicret ettiğinde Habeşistan’da bir müddet kaldı, sonra Mekke’ye geri döndü. Rasûlullah (s.a.v), Medine’ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etti. O, Medine’ye ulaştığında Allah Rasûlü’nün şâiri Hassân ibn-i Sâbit’in kardeşi Evs’e misâfir olmuştu. Bundan dolayı Hassân, onu çok severdi.[4]

Allah Rasûlü (s.a.v) onu Mekke’de Abdurrahman ibn-i Avf ile kardeş yaptı. Hicretten sonra Medîne-i Münevvere’de gerçekleştirilen kardeşlik akdinde ise Evs ibn-i Sâbit (r.a) ile kardeş îlân edildi.[5]

Hz. Osman (r.a), hanımı Rukıye (r.a) ağır hasta olduğu için, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in izniyle Bedir Gazvesi’ne katılmamıştı. Hz. Rukıye (r.a), ordu Bedir’de bulunduğu esnâda vefat etmiş, zaferin müjdesi Medine’ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir’de bulunmamış olmakla birlikte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Osman’ı Bedir’e katılanlardan saydı ve ganimetten ona da pay ayırdı.[6]

Osman (r.a), Bedir hâriç, bütün savaşlara katıldı. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Zatü’r-Rikâ ve Gatafan seferlerinde onu Medine’de yerine vekil olarak bıraktı.[7]

Birinci hanımı Rukıye (r.a) vefat edince, Allah Rasûlü (s.a.v) onu diğer kızı Hz. Ümmü Gülsüm (r.a) ile evlendirdi. İnsanlık tarihi boyunca Hz. Osman’dan başka hiç kimse bir peygamberin iki kızıyla da evlenmemiştir. Bu sebeple Hz. Osman’a, “iki nur sahibi” mânâsına Zinnûreyn lakabı verilmiştir. Hicretin 9. senesinde Ümmü Gülsüm (r.a) da vefat etti.[8]

Mekke devrinde Habeşistan’a hicret eden Osman (r.a), Medine dönemi boyunca sürekli Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte olmaya gayret etti.

Hz. Osman (r.a), zengin bir tâcir, mükemmel ve zarîf bir cemiyet adamı idi. Medine’de müslümanların ihtiyaç içinde bulundukları her durumda onlara yardım eder, bilhassa ordu techîzinde hiç bir fedâkârlıktan sakınmazdı. Bu sebeple onun zenginliği medhedilmiş ve başkalarına örnek gösterilmiştir.

Hz. Osman, iffet ve hayâ yönünden de örnek bir şahsiyettir. Allah Rasûlü (s.a.v), meleklerin bile ondan hayâ ettiğini haber vermiştir.[9]

Hz. Ebû Bekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona bey’at etti. Hz. Ebû Bekir, halifeliği boyunca onunla hep istişarede bulunurdu. Hz. Ebû Bekir’in vefatından evvel, Hz. Ömer’i halife tâyin ettiğini bildiren belgeyi Hz. Osman (r.a) kaleme aldı. Ebû Bekir (r.a), Hz. Osman’ın yazdıklarını ona tekrar okuttuktan sonra mühürletti. Osman (r.a), yanında Hz. Ömer ve Üseyd bin Saîd olduğu hâlde dışarı çıktı ve oradakilere “Bu kâğıtta adı yazılan kimseye bey’at ediyor musunuz” diye sordu. Onlar da “evet” diyerek bunu kabul ettiler.[10]

Ömer (r.a), son haccında Allah Rasûlü’nün hanımlarının da hacca gitmelerine izin verdi. Yanla­rında da Hz. Osman ile Abdurrahman ibn-i Avf’ı gönderdi. Osman (r.a) ara sıra:

“Dikkat edin, kimse hanımlara yaklaşmasın ve bakmasın!” diye nidâ ediyordu. Mü’minlerin anneleri ise, develerin üstündeki hevdeclerde idiler.[11]

Osman (r.a), 23/644 senesinde halife seçildikten sonra, Hz. Ömer’in yolunu izleyerek siyasetini devam ettirdi. Onun zamanında ordudaki asker sayısı daha da arttı ve fethedilen topraklar genişledi. Başta Sâsânî İmparatorluğu’nun son eyaleti Ermeniye olmak üzere, Kuzey Afrika kıyıları ve Anadolu’nun bir bölümü İslâm devletinin hudutları içine dâhil edildi.

Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldığında İslâm fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Osman (r.a), İslâmî tebliğin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. Ermenistan, Horasan, Kuzey Afrika, Kıbrıs, Trablus ve Taberistan’ı fethetti, İran’daki ayaklanmaları bastırıp merkezî yönetimin nüfûzunu yeniden tesis etti.

İslâm ordularının önündeki mâniler kaldırıldıktan sonra Hz. Osman, komutanlarına hiç vakit kaybetmeden Cebel-i Târık’ı geçerek Endülüs’e girmeleri emrini verdi.

Diğer taraftan Muâviye (r.a), Hz. Osman’dan izin alarak, Sûriye sâhillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve müslümanlar denizlerde de Bizans’a karşı varlık göstermeye başlamışlardı. Bir müddet sonra Muaviye, donanmasıyla denize açılarak, Kıbrıs Adası’na çıktı. Abdullah ibn-i Sa’d, Mısır’dan onun yardımına gitti. Kıbrıs, yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı. (Hicrî 28) Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği meblağ idi.[12]

O günlerle ilgili bir hâtırayı Cübeyr ibn-i Nefîr (r.a) şöyle anlatır:

“Kıbrıs fetholununca, ahâlisi dağıtıldı. Halk birbirine ağlıyor, üzüntü duyuyordu. O esnâda Ebü’d-Derdâ Hazretleri’ni, tek başına oturmuş ağlarken gördüm. Ona:

«–Ey Ebü’d-Derdâ! Allah’ın, İslâm’ı ve müslümanları üstün kıldığı bir günde seni böylesine ağlatan nedir?» diye sordum. Şu cevâbı verdi:

“–Yazıklar olsun sana ey Cübeyr!.. İnsanlar Allâh’ın emrini terkedince, O’nun katında ne kadar da değersizleşiyorlar. Bunlar bir zaman, iktidar ve mal-mülk sahibi, güçlü-kuvvetli kişilerdi. Allâh’ın emirlerini terk ettikleri zaman, işte gördüğün bu duruma düştüler.” (İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 96-97; Ebû Nuaym, Hilye, I, 216-217)

Ashâb-ı kirâmın, mağlûb ettikleri düşmanları hakkındaki bu müşfikâne duyguları ne kadar ibretlidir. Gözleri, onların malında mülkünde değil, gönüllerinin Allah’a yönelmesinde…

Hz. Osman devrinde Bizans’a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz Zâtü’s-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah ibn-i Sa’d’ın komutasındaki İslâm donanması, İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların gemi sayısı hakkında verilen bilgiler, beş yüz ile sekiz yüz arasında değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise ikiyüz civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir mağlûbiyete uğratıldı. Konstantin, Sicilya Adası’na sığınmak zorunda kaldı. Sicilya ahâlîsi İmparator’un zulmünden usanmış olduklarından Kostantin’i öldürdüler.[13]

Hicretin 32. senesinde Muâviye (r.a) gemilerini İstanbul’a kadar gönderdi.

Osman (r.a) zamanında topraklar çok genişlemiş ve zenginlik iyice artmıştı. Maddî imkânların genişlemesiyle bazı ictimâî değişmeler de başladı.

Hz. Osman’ın hilâfeti 12 sene sürdü. Hilâfeti esnâsında yaptığı mühim hizmetlerden biri de, Ebû Bekir (r.a) zamanında toplanıp Mushaf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’i tekrar kontrol ettirerek çoğaltıp çeşitli merkezlere dağıtması oldu.

Önceki halifeler gibi Osman (r.a) da çok hadis rivayet etmemiştir. Onun Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den rivayet ettiği hadis sayısı 146’dır.

Hz. Osman (r.a), âsîler tarafından 22 gün muhâsara edildikten sonra 35 yılında (17 Haziran 656 Cuma günü) Medine’de şehit edildi. Şehîd edilirken Hz. Hasan[14] ve Kelb kabilesinden olan zevcesi Nâile bint-i Ferâfisa yaralandı. Hz. Osman’ın na‘şı, geceleyin hanımı ve birkaç samimi dostu tarafından, gizlice defnedildi.

Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan dönem, İslâm tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra iç karışıklıklar ve fitneler birbirini takip etmiştir.



[1] Nesebi şöyledir: Osman ibn-i Affân ibn-i Ebi’l-As b. Ümeyye b. Abdi Şems b. Abdi Menaf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Kâ’b b. Lüey b. Ğâlib el-Kureşî el-Emevî.

[2] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 150.

[3] İbn Sa’d, I, 200, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, I, 123.

[4] İbn Sa’d, III, 55-56; İbnül-Esîr, Üsdül-ğâbe, III, 585.

[5] İbn Sa’d, III, 56.

[6] İbnül-Esîr, Üsdül-ğâbe, III, 586; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 148.

[7] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 148.

[8] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 153.

[9] Ahmed, I, 71; VI, 155.

[10] İbn Sa’d, III, 200.

[11] Bkz. Buhârî, Cezâu’s-Sayd, 26.

[12] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 96.

[13] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, III, 117-119; H.İ. Hasan, I, 266-267; Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 457-458.

[14] Hâkim, Müstedrek, III, 114/4567.

%d bloggers like this: