Gidin, Su Arayın!

mrân bin Husayn (r.a) şöyle buyurur:

“Bir defâsında Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’le birlikte yolculuk yapıyorduk. Gece gittik. Gecenin sonuna vardığımızda öyle bir uykuya daldık ki, bir yolcu için bundan daha tatlısı olamaz. Ancak Güneş’in sıcağıyla uyanabildik. İlk uyanan falanca, sonra falanca, daha sonra da falanca oldu.[1] Sonra Ömer bin el-Hattâb (r.a) dördüncü olarak uyandı.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) uyudukları vakit kendiliklerinden uyanıncaya kadar uyandırılmazlardı. Zîrâ biz, uykusu esnâsında O’na ne olduğunu (vahiy mi geliyor yoksa başka bir hal mi ârız oluyor) bilemezdik.

Ömer (r.a) celâdetli bir zât idi, uyanıp da herkesin başına geleni görünce yüksek sesle tekbîr almaya başladı. Devamlı tekbir getiriyor ve sesini yükseltiyordu. Nihâyet Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) onun sesinden uyandılar. Efendimiz (s.a.v) uyanınca, ashâb-ı kirâm başlarına geleni arzederek şikâyetlendiler. Efendimiz (s.a.v):

«‒Zararı yok (veya) bir şey olmaz, haydi yürüyün!» buyurdular.

Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) yola çıktılar. Biraz gittikten sonra konakladılar. Abdest suyu istediler. Abdest aldılar. Namaz için nidâ edildi (yâni ezan okundu). Efendimiz (s.a.v) insanlara namazı kıldırdılar. Namazı bitirip mübarek yüzlerini dönünce baktılar ki, biri kenara çekilmiş, cemâatle birlikte namazını kılmamış.

«‒Ey fülân, herkesle birlikte namaz kılmana mâni ne idi?» diye sordular. O da:

«‒Bana cünüblük ârız oldu, su da yok!» dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

«‒O zaman şu yeryüzündeki temiz toprağı kullan, o sana yeter!» buyurdular.

Ondan sonra Nebiyy-i Muhterem (s.a.v) Hazretleri yola revân oldular. Lâkin bu defâ da insanlar susuzluktan şikâyet ettiler. Efendimiz (s.a.v) konakladılar ve bir sahâbî[2] ile Hz. Alî -kerremallâhu vecheh- Hazretleri’ni çağırıp:

«‒Haydi, gidin, su arayın!» emrini verdiler.

Onlar da gittiler ve devesi üstünde iki büyük kırba arasına oturmuş bir kadına rast geldiler. Kadına:

«‒Su nerede?» diye sordular. Kadın:

«‒Dün bu saatte suyun başında idim. Adamlarımız (hâlâ orada su almak için) duruyorlar.» cevâbını verdi.

«‒Öyleyse yürü!» dediler.

«‒Nereye?» diye sordu.

«‒Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in huzûruna!» dediler.

«‒Şu sâbi’ (kavminin dînini bırakıp başka bir dîne giren) dedikleri zâtın yanına mı?» diye sordu.

«‒İşte o senin kasteddiğin zâtın yanına. Haydi, yürü!» dediler.

Kadını Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in huzûruna getirip aralarında geçen mâcerâyı anlattılar.

Ashâb-ı kirâm kadına devesinden inmesini söylediler. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bir kap istediler. Her iki kırbanın ağızlarından bu kaba biraz su boşaltıp ağızlarını bağladılar. Kırbaların alt taraflarındaki (musluk gibi olan) ağızlarını açtılar. İnsanlara:

«‒Gelin hayvanlarınızı suvarın, kendiniz için su alın!» diye nidâ edildi. İsteyen hayvanı için, isteyen kendisi için su aldı. En sonunda da Efendimiz (s.a.v), gusül abdesti alması gereken sahâbîye bir kap su verip:

«‒Haydi, git, guslet!» buyurdular.

O kadın ayakta, şaşkın bir vaziyette suyunun başına gelenleri seyrediyordu. Allâh’a yeminler ederim ki, herkes su ihtiyâcını karşılayıp çekildiği hâlde kırbalar bize ilk hâlinden daha dolu görünüyordu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v):

«‒Kadın için birşeyler toplayın!» buyurdular.

Onun için Acve hurma­sı, un, sevîk, buğday gibi şeylerden bir mikrat azık toplayıp bir çıkına koy­dular. Kadını devesine bindirip, çıkını da önüne yerleştirdiler. Ra­sûlullah Efendimiz (s.a.v) kadına:

«‒Görüyorsun ki, senin suyundan hiçbirşey eksiltmedik, lâkin bize su verip suya kandıran Allah Teâlâ’dır!» buyurdular.

Kadın, gecikmeli olarak kabilesine vardı. Onlar:

«‒Ey fulâne, seni yolundan alıkoyan nedir?» diye sor­dular. Kadın:

«‒Şaşılacak şey! Yolda iki kişi rastlayıp beni sâbi’ denilen şu zâtın yanına götürdüler. O da şöyle etti, böyle etti. Al­lah’a yemîn ederim ki bu zât (orta ve şahadet parmaklarını havaya kaldırıp, biriyle semâya, diğeriyle arza işaret ederek) ya şununla bunun arasındaki insanların en sihirbazıdır veya Allah’ın hak Rasûlü’dür!» dedi.

Bundan sonra müslümânlar, o kadının bulunduğu yerin etrafın­daki müşrikler üzerine baskın yaptıklarında, onun mensûb ol­duğu kabileye dokunmazlardı. Bir gün kadın kendi kabilesine:

«‒Zannediyorum ki, bu insanlar size bilerek dokunmuyorlar. İslâm’a girmek ister misiniz?» dedi.

Kavmi kadına itaat edip hep birlikte İslâm’a girdiler.” (Buhârî, Teyemmüm, 6, Menâkıb, 25)

Diğer bir rivâyette:

“Efendimiz (s.a.v), mübârek ağızlarına su alıp boşalan suyun içine bıraktılar ve bu suyu tekrar tulumlara doldurdular”[3] ziyâdesi vardır ki, tulumla­rın ağızlarının açılıp tekrar bağlanmasındaki hikmet bu ziyâde ile açığa kavuşuyor. Suda görülen o bereket, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in mübârek ağızlarından gelmiştir.



[1] Râvî Ebû Recâ bu sahâbîlerin isimlerini zikrederdi, ancak daha sonraki râvî Avf o isimleri unuttu.

[2] Râvî Ebû Recâ bu sahâbînin ismini zikrederdi, ancak daha sonraki râvî Avf onu unuttu.

[3] İbn-i Huzeyme, Sahîh, I, 59/113; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, I, 335, 386.

%d bloggers like this: