Nice İnsanlar Vardır!

Ebû Bekre (r.a) şöyle anlatır:

“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) (Haccetü’l-Vedâ’da) devesinin üzerine oturdular. Devenin dizginini bir kişi tutuyordu.

«‒Bu gün hangi gündür?» diye sual ettiler.

Sükût ettik, o derecede ki o günü başka bir isimle isimlendirecek zannettik.

«‒Kurban günü değil mi?» buyurdular.

«‒Evet!» dedik. Sonra:

«‒Bu ay hangi aydır?» diye sordular.

Yine sükût ettik, o derecede ki o ayı başka bir isimle tesmiye edecek zannettik.

«‒Zilhicce değil mi?» buyurdular.

«‒Evet!» dedik. Sonra:

«‒Bu hangi şehirdir?» diye sordular.

Yine sustuk, o derecede ki şehre başka bir isim verecek zannettik.

«‒Mekke değil mi?» buyurdular.

«‒Evet!» dedik.

Bunun üzerine şöyle buyurdular:

«‒Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu şehir içinde, bu ayda bu günün hürmeti kadar birbirinize haramdır. Burada bulunan, burada olmayana (bunu) teblîğ etsin! Olabilir ki sözü bizzat dinleyip (ilmi öğrenen) kişi, bunu daha iyi anlayacak birine teblîğ eder».” (Buhârî, İlim, 9)

Şerh:

İhrâmın, Zilhicce ayının ve Mekke-i Mükerreme’nin yani ibadetin, zamanın ve mekânın haramlığı ve hürmeti bir araya gelip üstüste çakıştığında nasıl muazzam bir dokunulmazlık ortaya çıkarsa işte bir mü’minin canı, malı, ırzı, şeref ve haysiyeti de o derece haramdır, muhteremdir, dokunulmazdır. İnsana bundan daha büyük bir değeri kimse veremeyeceği gibi, insanın muhteremliği de bundan daha güzel ifade edilemez.

İkinci mühim husus da tebliğdir. Cenâb-ı Hak, sâlih kişilerden olduklarını bildirdiği insanların vasıflarını beyan ederken şöyle buyurur:

“…Gece yarıları secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar; Allah’a ve âhiret gününe iman ederler; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlerde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar sâlihler zümresindendir.” (Âl-i İmrân, 113-114)

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de, Cennet karşılığında mallarını ve canlarını satın aldığı mü’minlerden bahseder. Bütün insanlara karşı medhettiği bu kullarını, yaptıkları kârlı alış veriş sebebiyle müjdeler ve bunun hakikaten büyük bir kazanç olduğunu haber verir. Cenâb-ı Hak, bu sevgili kullarının Allah yolunda fedâkarâne bir şekilde cihâd ettiklerini ifade ettikten sonra bir kısım vasıflarını şöyle zikreder:

(Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükûa varanlar, secdeye kapananlar, mârufu emredip münkerden nehyedenler ve Allah’ın koyduğu (helal-haram) hudûdunu muhâfaza edenlerdir. Mü’minleri müjdele!” (Tevbe 9/112)

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), Hz. Ali’ye şöyle buyurmuşlardır:

“Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için, en kıymetli dünya malı olan kırmızı develerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 9; Meğâzî, 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 34; Ebû Dâvûd, İlim, 10/3661)

Nice kullar vardır ki kendisine tebliğ eden kişiden daha akıllı ve daha anlayışlıdır. Kendisine ulaştırılan İslâmî bilgiden hakkıyla istifâde eder ve ebedî saadeti kazanır. O hâlde İslâmî hakîkatleri her fırsatta insanlara ulaştırmak ve anlatmak lâzımdır.

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Sözümü işiten, onu güzelce anlayıp ezberleyen ve başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin! Nice bilgi sahibi kimse vardır ki, onu kendisinden daha anlayışlı kimseye ulaştırır.” (Tirmizî, İlim, 7/2658)

“İnsanları hidâyete çağıran kimseye, kendisine tâbî olanların sevabı gibi sevap verilir. Bu durum, ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksiltmez. İnsanları dalâlete çağıran kimseye de, kendisine tâbî olanların günahı gibi günah verilir. Bu durum, ona uyanların günahlarından hiçbir şey eksiltmez.” (Müslim, İlim, 16. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 15; İbn-i Mâce, Mukaddime, 14)

“Benden önce Allah’ın gönderdiği her peygamberin, mutlaka ümmetinden havârîleri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler, emirlerini de yerine getirirlerdi. Onlardan sonra öyle nesiller gelmiştir ki, yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu gürûha karşı eliyle mücâhede ederse mü’mindir. Kim onlarla diliyle mücâhede ederse o da mü’mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücâhede ederse o da mü’mindir. Bunun gerisinde artık hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim, Îmân, 80)

“Sizler yardım görüp düşmanlarınıza gâlip gelecek, ganimetler elde edecek ve birçok beldeler fethedeceksiniz. Sizden kim bu vakte erişirse, Allah’tan korksun, mârufu emredip münkerden nehyetsin. Kim bile bile benim adıma yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!” (Tirmizî, Fiten, 70/2257; Ahmed, I, 401, 436)

“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah, kendi katından yakın zamanda üzerinize bir cezâ gönderir, sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz lâkin duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9/2169)

%d bloggers like this: