3. Bazı Kur’ân Müfredâtını Tefsir Etmesi

Klasik dönemde özellikle Kur’an’daki garîb kelimeleri izah etmeye yönelik bir ilim dalı ve bu dala ait eserler oluşmuştur ki Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ı bu literatürün en meşhur örneklerinden biridir. Bu ilmin doğuşu vahyin ilk geldiği günlerden itibaren başlamıştır. Allah Rasûlü (s.a.v) gerekli gördüğü kelimeleri ashabına açıklamış, sahabiler de anlamadıkları kelimeleri ona sormuşlardır. Daha sonraki devirlerde Kur’ân kelimelerini açıklamak tefsirde daha fazla önem kazanmıştır. Hz. Ebû Bekir’den bize bu konuda az da olsa bazı rivayetler gelmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Beğavî, Hurûf-ı Mukattaa hususunda Hz. Ebû Bekir’den senetsiz olarak şöyle bir söz nakleder: “Her kitabın bir sırrı vardır, Allah Teâlâ’nın Kur’ân’daki sırrı ise sûrelerin baş taraflarıdır (Hurûf-ı Mukattaa’dır).”[1]

b) Taberî ve Beğâvî’ye göre el-Bakara 2/97’de “Cebrâil” ismindeki “il”, Arapça’da “Allah” demektir. “Lam”ın şeddeli olarak okunduğu “İllün” kelimesinin de Arapça’da “Allah” mânasına geldiği söylenmiştir. Nitekim Taberî’nin naklettiği bir görüşe göre et-Tevbe 9/8 ve 10. âyetlerde bu kelime “Allah” mânasına kullanılmıştır. Hz. Ebû Bekir’in, Benî Hanîfe heyetine Müseylime’nin bazı sözlerini sorduktan sonra söylediği şu sözler buna delil olarak gösterilmiştir: “Yazık size! Aklınız nereye gitti? Vallahi bu sözler ne bir ilâhtan (il’den) ne de doğru sözlü bir insandan çıkmıştır!”[2] Müfessirler, “il” kelimesinin tefsirinde Hz. Ebû Bekir’in bu sözüyle istişhâd ve istidlal etmişlerdir.

c) Ebû Bekir (r.a), el-Enʻâm 6/82 âyetindeki “zulm”ü şirk olarak tefsir etmiştir. Aynı şekilde Hz. Ömer ve diğer sahabilerin de buradaki “zulm”ü şirk ile tefsir ettikleri rivayet edilir.[3] Onların bu tefsiri Allah Rasûlü’nden öğrendikleri kuvvetle muhtemeldir. Zira Rasûl-i Ekrem’den de bize bu konuda bir açıklama gelmiştir.[4]

d) Hz. Ebû Bekir, “kelâle” kelimesini[5] “çocuğu ve babası olmayan kişi” diye açıklamıştır.[6]

e) Mâide sûresinin 96. âyetindeki “sayd” ve “taâm” kelimelerini şöyle tefsir etmiştir: “Onun saydı (avı), ondan tutulan şeylerdir”[7], “onun taamı (yiyeceği), dışarı attığı şeylerdir”[8], “denizin taamı, içinde bulunan her şeydir” yani ondan avlanan her şeydir.[9]

f) Hz. Ebû Bekir ve diğer pek çok sahabe, “Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası (ziyâde) vardır…”[10] âyetindeki “ziyâde”yi, “Allah’ın kerim olan vechine bakmak” şeklinde tefsir etmişlerdir.[11]

g) Bazı tefsirlerimizde, el-Kehf 18/29’daki الْمُهْلِ kelimesi tefsir edilirken, Hz. Ebû Bekir’in vefatından az evvel kızı Hz. Âişe’ye söylediği şu sözle istişhâd edilir: ادْفِنُونِي فِي ثَوْبَيَّ هٰذَيْنِ فَإِنَّهُمَا لِلْمُهْلِ وَالتُّرَابِ “Beni bu iki elbisem içinde defnedin! Zira onlar kan, irin ve toprağa terkedilmektedir.”[12] Zira “mühl” kelimesinin bir mânası da “kusmuk, kan, irin ve cerahatın karışımı”dır.[13]

h) Hz. Ebû Bekir’in “Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: «İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir» denir”[14] âyetini, وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْحَقِّ بِالْمَوْتِ şeklinde okuduğu rivayet edilir. Bunun açıklaması da şöyle yapılır: “Çünkü ölüm sarhoşluğu hakkı, hak da ölüm sarhoşluğunu beraberinde getirir.”[15]

Tam olarak mânasını bilmediği “ebben” kelimesiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmaktan korkan Hz. Ebû Bekir’in, tefsirini bildiği kelimelerle ilgili izahlarda bulunduğu görülmektedir.


[1] Beğavî, I, 59.

[2] Taberî, Tefsîr, II, 391-392; Beğavî, IV, 15.

[3] Taberî, Tefsîr, XI, 496-498; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 295.

[4] Buhârî, Enbiyâ, 10, Tefsir, 31, İstitâbe, 1.

[5] en-Nisâ 4/12, 176.

[6] Taberî, Tefsîr, VIII, 53, 55; Beğavî, II, 179; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 188.

[7] Taberî, Tefsîr, XI, 57.

[8] Taberî, Tefsîr, XI, 61, 63.

[9] Taberî, Tefsîr, XI, 60, 63.

[10] Yûnus 10/26.

[11] Ferrâ, I, 461; Taberî, Tefsîr, XV, 63, 68; Beğavî, IV, 130; Ebû Hayyân, VI, 44; İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 262; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 189.

[12] Kurtubî, X, 394-395. Krş. Ahmed, VI, 45; Buhârî, Cenâiz, 94; 70; Ebû Nuaym, Maʻrifetü’s-sahâbe, I, 31.

[13] Cürcânî, Dercü’d-dürer, II, 246; İbn Atıyye, III, 514; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, III, 81; Râzî, XXI, 460.

[14] Kâf 50/19.

[15] Ferrâ, II, 65-66; Taberî, Tefsîr, XVI, 476-477, XXII, 346.

%d bloggers like this: