Ezân-ı Muhammedî

Namaz vaktini cemaate duyurmak için önceleri yalnızca “Namaza, namaza!” denirdi.

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), insanları namaz için nasıl toplayacağını tespit etmek istediler. Kendisine “Namaz vakti girince bir bayrak dikerseniz, onu görenler birbirlerine haber verirler” denildi. Fakat O, bu teklifi be­ğenmedi. Kendilerine borudan bahsedildi. Nebî (s.a.v) bunu da beğenmediler ve «Bu yahudilerin işidir» buyurdular. Bu sefer kendilerine “çan”dan bahsedildi; «O da hristiyanların işlerindendir» buyurdular.

Abdullah bin Zeyd (r.a) Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yapmak istediği bu işe çareler düşünerek (O’nun derdiyle dertlenerek) gitti. Rüyasında kendisine ezan gösterildi. Sabahleyin hemen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e gelerek haber verdi ve:

«‒Yâ Rasûlallâh! Ben uyku ile uyanıklık arasında iken biri geldi ve bana ezanı öğretti» dedi.

Hâlbuki Ömer bin Hattâb (r.a) de bu rüyâyı daha evvel görmüş fakat onu yirmi gündür kimseye söylememişti. Daha sonra bu rüyâsını Peygamber Efendimiz’e haber verdi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

«‒Bunu bana daha evvel neden haber vermedin?» buyurunca, Ömer (r.a):

«‒Abdullah bin Zeyd beni geçti, ondan sonra söylemeye de utandım» dedi.

Ra­sûlullah Efendimiz (s.a.v):

«‒Ey Bilâl, kalk, Abdullah bin Zeyd’in sana söyleyeceği şeyleri oku!» buyurdular.

Bilâl (r.a) da hemen kalkıp ezan okudu. (Ebû Dâvûd, Salât, 27/498)

Her ne kadar sefîr Abdulah (r.a) ise de gaybî feyze mazhar olan her zaman için Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz idi. O’nun tasdîki ile ezan meşrû kılınmış oldu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Müezzinin ezan okuduğunu duyduğunuzda, söylediklerinin aynısını siz de tekrar edin! Sonra bana salevat getirin. Çünkü kim bana bir salevat getirirse, Allah Teâlâ buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan «Vesîle»yi isteyin! Vesîle, Cennet’te Allah’ın kullarından bir tek kişiye nasip olacak bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Kim benim için Vesîle’yi isterse, ona şefaatim vacip olur.” (Müslim, Salât, 11; Ebû Dâvûd, Salât, 36/523. Krş. Buhârî, Ezân, 7)

Yine Allâh Rasûlü (s.a.v) diğer bir hadîs-i şerîflerinde, müezzinle birlikte ezanı tekrarlayan kimsenin Cennet’e gireceğini haber vermişlerdir.[1]

Müezzinin sözlerini aynen tekrar etmeli, “Hayye ale’s-salâh” ve “Hayye ale’l-felâh”lardan sonra da “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” demelidir. (Buhârî, Ezân, 7)

Bu son cümle, “Allah’a karşı mâsiyet ve günah işlemekten dönmek ve korunmak ancak Allah’ın verdiği güç ve O’nun koruması iledir. Allah’a tâate kuvvet ve iktidar da ancak O’nun yardımı ile hâsıl olabilir.” mânâsınadır.

Ezânı işiten mü’min bunu söyleyince, müezzine icabet edip câmiye gittiğinde elde edeceği nimetler ile icabet etmediğinde kazanacağı günahın azametini hatırlar. Ancak Allah Teâlâ’nın yardımıyla felâha erebileceğini idrak edip hemen O’na sığınır.

Bâzı kaynaklara göre “Hayye ale’l-felâh”tan sonra:

مَا شَاءَ اللهُ كَانَ وَمَا لَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ

“es-Salâtü hayrun mine’n-nevm”den sonra:

صَدَقْتَ وَبَرِرْتَ

denir.[2]

Ezanı işiten herkes, bir mâni olmadıkça müezzine icabet eder. Kur’ân oku­mak, zikir ve tesbîh gibi fiillerle meşgul iken ezanı duyarsa, kıraati, zikri, tesbîhi bırakarak ezanı dinler ve kelime kelime cevab verir, icabetten başka hiçbir şeyle meşgul olmaz. Hattâ selâm bile verip almaz.

Kâmet getirilirken de cümleler aynen ezandaki gibi tekrar edilir. Sadece “Kad kâmeti’s-salâh”tan sonra:

أَقَامَهَا اللهُ وَأَدَامَهَا

denir. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/528; Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, IV, 88)

Ezândan sonra yapılacak dua hakkında ise şöyle buyurmuşlardır:

“Kim ki ezanı işittiği zaman:

اَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّداً الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَاماً مَحْمُوداً الَّذِي وَعَدْتَهُ

«Ey şu mükemmel dâvetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed (s.a.v)’e “Vesîle”yi ve fazileti ver. Onu, kendisine vaad ettiğin “Makâm-ı Mahmûd”a ulaştır» diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefaatim vacip olur.” (Buhârî, Ezân, 8; Tefsîr, 17/11. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 37/529; Tirmizî, Salât, 43/211; Nesâî, Ezân, 38/678; İbn-i Mâce, Ezân, 4)

Beyhakî’nin rivayetinde duanın sonunda:

إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ

“Hiç şüphe yok ki Sen va’dinden dönmezsin!” ziyâdesi vardır. (es-Sünenü’l-kübrâ, I, 603)

Dâvet, ezan lâfızlarıdır ki tevhide dâvettir.

Tam olması da sözlerin en tamı olan Tevhîd kelimesini ihtivâ etmesi sebebiyledir. Tam ve kâmil olmasının bir yönü de, tebdil ve tağyîre (değiştirmeye) mârûz olmaması, Kıyamet Günü’ne kadar bâkî kalması ve akâidi tam olarak ihtivâ etmesidir.

es-Salâtü’l-Kâime, “şu kılınmak üzere olan namaz” demek olduğu gibi, “dâim, yer ve gökler bâkî kaldıkça nesh ve tebdile (değişikliğe) uğramıyacak olan namaz” mânâsına da gelir.

Vesîle, Cennet’te bir makâmdır ki, Allah Teâlâ kullarından yalnız birine ihsân edecektir.

Fazîlet, diğer mahlûkâttan üstün bir mertebe demek ise de başka bir makâm ve menzilenin ismi olması kuvvetle muhtemeldir.

Makâm-ı Mahmûd, her lisânın hamd ve senâsına lâyık olan makâm demektir ki, o makâmda olanı bütün evvelkiler ve sonrakiler medh ü senâ ederler. Bu ma­kâm, İsrâ Sûresi’nin 79. âyetinde Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e va’d edilen makâmdır. Şefaat makâmıdır.

Namaz vakitlerinde semâ kapıları açılır ve rahmet inmeye başlar. O vakitlerde çokça dua etmeye çalışmalıdır.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ikinci bir ezan duasını da şöyle öğretmişlerdir:

“Kim müezzini işittiği zaman:

أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلٰهَ إلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، رَضِيتُ بِاللّٰهِ رَبًّا وَبِمُحَمَّدٍ رَسُولًا وَبِالْإِسْلاَمِ دِينًا.

«Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah Teâlâ’dan başka ilâh olmadığına, Muhammed (s.a.v)’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ederim! Rab olarak Allah’tan, Rasûl olarak Muhammed (s.a.v)’den, din olarak İslâm’dan razı oldum» derse, o kimsenin günahları bağışlanır.” (Müslim, Salât, 13. Ayrıca bkz. Tirmizî, Salât, 42/210; Nesâî, Ezân, 38/677; İbn-i Mâce, Ezân, 4)

İlâhî bir sadâ olan ezânın fazîleti hakkında pek çok hadîs-i şerîf vârid olmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir:

“İki duâ vardır, aslâ reddedilmez veya çok nadir reddedilir: Ezân esnâsında yapılan duâ ile Allâh yolunda cihâd ederken insanların birbirine girdikleri andaki duâ!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 39/2540)

“İnsanlar ezan okumanın ve namazda ilk safta bulunmanın sevabını bilselerdi ve bunları yapabilmek için de kura çekmek zorunda kalsalardı, mutlaka öyle yaparlardı.” (Buhârî, Ezân, 9, 32; Müslim, Salât, 129)

“Namaz için ezan okunduğu zaman şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezân bitince geri gelir. Kâmet başlayınca yine uzaklaşır, bittiğinde ise geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve: «Şunu hatırla, bunu düşün!» diye aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki (bunlara kapılan) kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek hâle gelir.” (Buhârî, Ezân, 4; Müslim, Salât, 19)



[1] Müslim, Salât, 12.

[2] İbn-i Receb, Fethü’l-Bârî, V, 252; Aynî, Umdetü’l-kârî, V, 118.

%d bloggers like this: