Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v), ilk üç sene İslâm’ı gizli bir şekilde teblîğ etmişler, dâveti kabûl etmeyenlerden bu mevzûyu kimseye açmamalarını istemişlerdir.
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, tabiî olarak evvelâ âilelerinden başladılar, daha sonra dostları, arkadaşları ve kendisine yakın olan insanlara tebliğ ve dâvette bulundular. Bunların bir kısmı şöyle sıralanabilir:
– Hz. Hatîce (r.a)
– Hz. Ali (r.a), 10 yaşında
– Hz. Zeyd bin Hârise (r.a)
– Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Muhterem Kızları (r.a). Örnek âile… Âilenin ehemmiyeti…
– Hz. Ebû Bekir (r.a) ve âilesi
– Hz. Osman (r.a), 34 yaşında
– Abdurrahmân bin Avf (r.a), 30 yaşında
– Saʻd bin Ebî Vakkâs (r.a), 17 yaşında
– Zübeyr bin Avvâm (r.a), 17 yaşında
– Talha bin Ubeydullah (r.a), 13 yaşında
– Hâlid bin Saîd (r.a)
– Abdullah bin Mesʻûd (r.a), bülûğa yaklaşmış bir çocuk idi
Abdullah bin Mes’ud (r.a) şöyle buyurur:
“Erginlik çağına yaklaşmış bir çocuktum ve müşriklerden Ukbe bin Ebi Muayt’ın koyunlarını güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.v) ile Ebu Bekir (r.a) yanıma geldiler, müşriklerden kaçıyorlardı. Bana:
«‒Delikanlı! Yanında bize içirebileceğin süt var mı?» diye sordular. Ben de:
«‒Ben kendisine güvenilerek mal emânet edilen bir emânetçiyim, bu sebeple size süt içiremem!» dedim. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):
«‒Henüz koça gelmemiş (hiç kuzulamamış) bir koyun var mı?» buyurdular. Ben de:
«‒Evet, var» dedim ve henüz bir yaşını doldurmamış bir koyunu onlara götürdüm.
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) onu tuttular; mübarek elleriyle memesini meshedip dua edince, koyunun mememleri sütle doldu. Ebû Bekir (r.a) O’na oyuk bir taş getirdi. Efendimiz (s.a.v) de ona süt sağıp içtiler. Sonra Ebû Bekir (r.a) da içti. Ondan sonra da ben içtim. Daha sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) koyunun memesine «Büzül!» diye emrettiler, o da büzülüp eski hâlini aldı.
Bu hâdiseden sonra Efendimiz (s.a.v)’e varıp:
«‒Bu sözlerden bana öğret!» dedim. O da:
«‒Sen, Allah Teâlâ tarafından öğrenmeye muvaffak kılınacak bir delikanlısın!» buyurdular. Mübârek ağızlarından yetmiş sûre aldım. Onlar hakkında kimse benimle münâzaa edemez (çekişemez).” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 462, 379, Ebu Ya’la el-Mevsılî, Müsned (Esed) VIII, 402-403/4985)
– Habbâb bin Eret (r.a)
– Bilâl-i Habeşî (r.a)
– Yâsir âilesi (r.a)
– Amr bin Abese (r.a)
– Suheyb-i Rûmî (r.a)
– Mikdâd bin Esved (r.a)
…
İslâm, önce Efendimiz (s.a.v)’in kabilesi olan Benî Hâşim arasında, sonra da diğer kabilelerde yayılma seyri göstermedi. Böyle olsaydı, kabile asabiyetiyle yürüyen bir dâvâ gibi görünürdü. İslâm, Mekke’deki bütün kabileler arasında aynı seviyede yayıldı, dengeli bir açılım gösterdi. Benî Hâşim’den Müslüman olanlar, diğer kabilelerden Müslüman olanlara nisbetle daha fazla değildi. Hattâ Mekke hâricindeki kabilelerden bile pek çok sahâbî vardı.
İslâm’a ilk girenler arasında, kavimlerinin en hayırlıları ve şereflileri de yer alıyordu. Müslümanlar sadece fakir, zayıf, köle ve yabancılardan ibâret değillerdi. Zayıf-kuvvetli bütün insanlar Efendimiz (s.a.v)’in doğru söylediklerine inanıyordu. Zayıflar O’na kolaylıkla cevap verebilirken, kuvvetlilere kibirleri ve makamları mânî oluyordu.
Bazı sahâbîler, kaçıncı müslüman olduklarını söylerler. Ama sözleri birbiriyle teâruz hâlindedir. Bunun sebebi, gizli tebliğ senelerinde kimlerin müslüman olduğunu tam olarak bilemeyişleri ve Efendimiz (s.a.v)’in yanında gördükleri insanlara göre kendilerine bir sıra tayin etmeleridir.
Dâvetin gizli yapılması, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in herhangi bir eziyet ve meşakkate mâruz kalma korkusu taşıdıklarından değil, dînî maslahatı muhâfaza etmek içindi. Korku sebebiyle ve kaçmak için yapılan bir gizlenme değil, hazırlık ve antrenman için tercih edilen Rabbânî bir terbiye metodu idi. Zîrâ henüz teblîğin açıkça îlân edilmesi yönünde bir emr-i ilâhî vâkî olmamıştı. Şâyet bu dönemde İslâm açıkça îlân edilseydi, henüz yeni îmân etmiş olan çoğu fakir ve zayıf müslüman tehlikeye düşer, onların helâki ise dînin başlamadan yok olmasına yol açabilirdi.
Eğer Cenâb-ı Hak, ilk günden dâvâsını insanlar arasında alenen açıklamasını emretseydi, Allah Rasûlü (s.a.v) bir an bile durmaz, bedeli ne olursa olsun bunu derhal gerçekleştirirdi. Ama Cenâb-ı Hakk’ın murâdı, ilk yıllarda dâvetin gizli yapılmasıydı.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), yeni müslüman olanlardan birbirine destek olacak ve yeni gelen vahiyleri birbirlerine öğretecek küçük gruplar, hücreler teşkil ediyorlardı.
İlk Müslümanlarda büyük bir gizlilik, tedbir, ihtiyat ve gayret gözleniyordu.
Üç sene devam eden bu gizli dâvet müddetince tebliğ ferdî oluyordu. Bu zaman zarfında kardeşlik ve yardımlaşma üzerine binâ edilen kuvvetli bir mü’minler cemaati teşekkül etti. Muâhât (kardeşleşme) ilk olarak burada yapıldı. Risâletin teblîği iyice gelişti ve yerleşti.