Âişe (r.a) şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v) namazın içinde (yani sonunda):
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا، وَفِتْنَةِ الْمَمَاتِ، اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْمَأْثَمِ وَالْمَغْرَمِ
«Allah’ım, kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccal’in fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım. Allah’ım, günah işlemekten ve borçlu olmaktan sana sığınırım!» diye dua ederlerdi. Bir kişi kendisine:
«–Borçtan ne kadar çok Allah’a sığınıyorsunuz?» dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
«–Kişi borçlandığında, konuşur ama yalan söyler, söz verir sözünde duramaz!» buyurdular.” (Buhârî, Ezân, 149)
Şerh:
Kişi teşehhüd ve salli-bârikten sonra Kur’ân ve sünnette zikredilen dualardan dilediğini okuyabilir. Bunlardan biri de bu duadır.
Mesîh, Hz. İsa’ya da, Deccal’e de denir. İkincisi daima Deccal kay-dıyle birinciden ayırdedilir. Deccal’e mesih denilmesi, kendisinden hayır silindiği, gözlerinden biri silik olup tek gözlü olduğu veya yeryüzünü kısa sürede dolaşacağı içindir. İsa (a.s)’a mesih denmesi hakkında muhtelif vecihler serdedilmiştir. Kelimenin Ârâmîce aslı olan meşîhâ ve İbranice aslı olan mâşiah, “sıvazlanmış” anlamına gelmekte olup, İsrailoğulları’nda hükümdarlık vazifesine başlarken kâhin (üst düzey din adamı) tarafından kutsal yağ sürülmesi geleneğine bağlı olarak krala mesih unvanı verilir olmuştur.[1] Bazı müfessirler mesih kelimesinin İbranicede “mübarek, kutlu” anlamına geldiğini belirterek bu anlam ile “Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı”[2] âyeti arasında bağ kurmuşlardır. (Zemahşerî, I, 363)
Deccal kelimesi, hak ile batılı karıştıran, batılı hak gibi gösteren hilekâr, yalancı ve yaldızlayıcı mânalarına gelir.
***
Ebû Bekir (r.a) bir gün Rasûlullah Efendimiz’e:
“–Yâ Rasûlallah! Bana bir dua öğretiniz de onu namazımda okuyayım” demişti. Allah Rasûlü (s.a.v) ona:
“–Şöyle dua et!” buyurdular:
اَللّٰهُمَّ إنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي ظُلْماً كَثِيراً وَلَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إلَّا أَنْتَ فَاغْفِرْ لِي مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ وَارْحَمْنِي، إنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Allah’ım, ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse tükenmez lütfunla beni bağışla, bana merhamet et! Çünkü affı sonsuz, merhameti nihayetsiz olan yalnız sensin!” (Buhârî, Ezân 149, Deavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48)
Şerh:
Ebû Bekir (r.a) bu duayı teşehhüd ve salli-bârikten sonra ve selamdan evvel okumuştur.
Mağfiret, cehennem ateşinden uzak tutulmak, rahmet de cennete nail olarak Yüce Rabbimizin cemaline nazardan hissedar kılınmaktır.
[1] Ömer Faruk Harman, “Hz. Îsâ”, İFAV Ansiklopedisi, II, 423; a.mlf., “Mesih”, a.g.e., III, 224.
[2] Meryem 19/31.