Her Kavme Peygamber Gönderilmiştir
Cenâb-ı Hak bütün insanlara peygamber göndermiştir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يراً وَنَذ۪يراًۜ وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا ف۪يهَا نَذ۪يرٌ
“Doğrusu biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” (Fâtır, 24)
124 bin peygamber geldiği rivayet edilir.[1] Ancak Allah Teâlâ bu kadar çok olan peygamberlerinin her birine ayrı bir kitap indirmemiştir. Sadece dört rasûle kitap indirilmiş, birkaç rasûle de suhuf verilmiştir. Diğer nebilere ise yazılı bir vahiy gelmemiştir. Allah Teâlâ onlara emirlerini vahy-i gayr-i metlüv ile bildirmiştir. Onlara vahy-i metlüv indirilmediği hâlde ümmetlerine, o peygamberlere itaat etmeleri farz kılınmıştır:
Peygamberler Kendilerine İtaat Edilmek Üzere Gönderilmişlerdir
Nûh (a.s) şöyle buyurmuştur:
اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ وَاَط۪يعُونِۙ
“Allah’a kulluk edin; O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin” (Nûh, 3)
Yine Sâlih, Lût, Şuayb (a.s) gibi diğer peygamberler de:
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin” buyurmuşlardır. (eş-Şuarâ, 150, 163, 179)
İtaat, emir ve yasaklara uymakla olur. Emirler ve yasaklar ise ancak peygamberlerin sözleriyle öğrenilir. Peygamberlerin çoğuna kitap gönderilmediğine ve onlara da itaat etmek emredildiğine göre o zaman nübüvvet vahyine de uymak ve itaat etmek gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Buradan şu anlaşılmaktadır: Din sadece indirilen kitap ve suhuflarla sınırlı değil, bunun yanında Allah’ın peygamberlerine indirdiği sünnet vahyini, yani vahy-i gayr-i metlüvvü de ihtivâ etmektedir. Bunun Kur’ân ıstılahındaki ismi Hikmet, hadis ıstılahındaki ismi ise Sünnet’tir.
Yani bu vahiyler de dinin kaynağıdır ve onlara uyulması da emredilmiştir:
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
“Biz her bir peygamberi, Allah’ın izniyle, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine kötülük ettiklerinde sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (en-Nisâ, 64)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)
اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlasın diye Allah’a ve resulüne çağrıldıklarında müminlerin sözü, “Dinledik ve boyun eğdik” demekten ibarettir. İşte kurtuluşa erenler de bunlardır!” (en-Nûr, 51)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ
“Onlara, «Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin» denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (en-Nisâ, 61)
“Rasûlullah’a çağırmak”tan maksat, hayatta iken kendisine, vefatından sonra ise sünnet ve hadislerine çağırmaktır.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e itaat edebilmek için onun fiil ve sözlerinin muhafaza edilmiş olması gerekir. Aksi takdirde bu teklife uyulması mümkün olamaz idi. Bu hâlde, var olmayan bir emre uyulması gibi bir durum ortaya çıkardı ki Allah Teâlâ’nın böyle bir şeyi emretmesi muhaldir. Öyleyse Cenâb-ı Hak kullarına Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e itaat etmelerini emretmiş ve bu emrin yerine gelebilmesi için de Rasûlü’nün sünnetini ulemâ vâsıtasıyla korumuştur.
Yani bu âyet-i kerime, sünnetin de aynen Kur’ân-ı Kerîm gibi koruma altında olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde Rasûlullah’a dönmenin bir mânâsı olmayacaktır.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e Hüküm Koyma Yetkisi Verilmiştir
Allah Teâlâ, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hüküm koyma yetkisinin olduğunu haber vermektedir:
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوباً عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
“Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer. O peygambere inanan, onu koruyup destekleyen, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura uyanlar, işte bunlardır kurtuluşa erenler.” (el-Aʻrâf, 157)
Peygamberlere İsyan Küfürdür
اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولاً شَاهِداً عَلَيْكُمْ كَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُولاًۜ ﴿١٥﴾ فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَاَخَذْنَاهُ اَخْذاً وَب۪يلاً ﴿١٦﴾ فَـكَيْفَ تَتَّقُونَ اِنْ كَفَرْتُمْ يَوْماً يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ ش۪يباًۗ ﴿١٧﴾
“Doğrusu Firavun’a bir elçi gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda tanık olacak bir peygamber gönderdik. Firavun o peygambere karşı çıkmış, biz de onu ağır bir şekilde cezalandırmıştık. Siz de inkârda direnirseniz çocukları ihtiyarlatan o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (el-Müzzemmil, 15-17)
Bu âyet-i kerime, peygamberlere isyanın küfür olduğuna işaret etmektedir. Firavun’un Hz. Musa’ya isyan ederek küfre düştüğü gibi siz de Rasûlullah (s.a.v)’e isyan ederek küfre düşerseniz o dehşetli günden kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?
*
Ahmed bin Hanbel (r.a):
“Mushaf-ı Şerîf’e baktım ve otuz üç yerde Rasûlullâh r’e itaatin emredildiğini gördüm” dedi ve şu âyet-i kerîmeyi okudu:
فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
“…Onun (Rasûlün) emrine muhâlif davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)
Sonra bu âyet-i kerimeyi tekrar tekrar okuyor ve şöyle buyuruyordu:
“Âyette isabet edeceği bildirilen fitne nedir? Şirktir, küfürdür. Herhalde o fitne kişinin başına şöyle gelir: Bir kişi, Efendimiz r’in bir sözünü reddettiğinde kalbine bir eğrilik gelir, kalbi kaymaya başlar. Nihayet o kişinin kalbi hidâyetten tamamen uzaklaşır ve sahibini helâk eder.”
Bunları söyleyen Ahmed bin Hanbel, şu âyet-i kerîmeyi okumaya başladı:
“Hayır, Rabbine yemîn olsun ki aralarında çıkan herhangi bir anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65) (İbn-i Batta el-Ukberî, el-İbânetü’l-kübrâ, no: 99; İbn-i Teymiyye, es-Sârimü’l-meslûl, Beyrut 1417, I, 59)
Peygamberlere İsyanın Neticesi
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَب۪يلاً
“O gün, (dünyada iken) haktan sapmış kişi ellerini ısırarak şöyle diyecek: “Keşke peygamberle birlikte aynı yolda olsaydım!” (el-Furkân, 27)
يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَٓا اَطَعْنَا اللّٰهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولَا
“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, “Keşke Allah’a itaat etseydik, resulü dinleseydik” diyecekler.” (el-Ahzâb, 66)[2]
[1] Ahmed, V, 265-266.
[2] Muhammed Habîbullah Muhtâr, es-Sünnetü’n-Nebeviyye ve mekânetühâ fî dav’i’l-Kur’âni’l-Kerîm, Pakistan: Mektebetü’l-Bennûriyye.