Sabır ey Sabûr!

Hz. Ömer (r.a); “Hayatımızın hayrını sabırla elde ettik” buyurur.[1] Sadece başımıza gelen belâlara değil, üzerine gittiğimiz işlere de sabretmek gerekir. Yapmamız gereken işleri devam ettirmeye sabır, ibadetlerimizi aksatmadan yapmaya sabır, güzel ahlâk üzere yaşamaya sabır, günahlardan kaçmaya sabır… Hâsılı hayatın her alanında sabır… Sabır, İslâm ahlâkının ana direklerinden biri.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İçinizden mücâhede edenler ve sabır gösterenler belli oluncaya kadar elbette sizi imtihan ederiz.” (Muhammed, 31)

 “Şüphesiz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz mal, can ve mahsul eksikliği ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155)

“Ey îmân edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin!..” (el-Bakara, 153)

Sabrın neticesinde çoğu zaman musibetler rahmete, elemler lezzete, dertler de zevke dönüşüverir.

Ashâb-ı kirâmın yetiştirdiği tâbiîn neslinin büyük âlimlerinden Urve bin Zübeyr (r.a)’ın dillere destan bir sabır örneği vardır. Urve (r.a) hadîs-i şerîflerin ve Siyer ilminin yazıya geçirilmesinde öncülük etmiş, İslâmî ilimlere çok büyük hizmetleri olmuştur. Cennetle müjdelenen Zübeyr bin Avvâm’ın oğludur. Hz. Âişe (r.a) da onun teyzesi olur. Hicrî 94 senesinde vefat etmiştir.

Urve bin Zübeyr (r.a) bir gün Medine’den, Şam’a Velid bin Abdülmelik’in yanına gitmişti. Yanında oğlu Muhammed de vardı. Muhammed, hayvan ahırına girmişti. Bir hayvan kendisine tekme atınca hemen oracıkta vefat etti. Urve (r.a) buna sabretti.

Bir müddet sonra Hz. Urve’nin ayağında bir hastalık zuhûr etti. Velid bin Abdülmelik, ayağının kesilmesi gerektiğini, aksi hal­de hastalığın bütün vücuduna yayılacağını söyledi. O da mucbûren bunu kabul etti. Bunun için bacağı kesecek kişi çağrıldı. Kendisine:

“‒Ayağın kesilirken bir acı hissetmemen için sana şarap içirelim!” dediler. Urve (r.a):

“‒Hastalıktan kurtulmak için Allah’ın haram kıldığı bir şeyi kullanamam!” dedi.

“‒O halde seni uyutacak bir ilaç verelim!” dediler. Onu da kabul etmedi.

Bu defa yanına bir kaç kişi girdi. «‒Bunlar kimdir?» diye sordu. Bunların kendisini tutmak için geldiğini, zira acının kimi zaman dayanılmaz olduğunu söylediler. Urve (r.a):

“‒İnşaallah sabreder, size güçtük çıkarmam!” diyerek onları da reddetti.

Ayağı bıçakla kesilmeye başladı, bıçak kemiğe da­yanınca testere getirildi ve kesme işine devam edildi. O, hiç kimse kendisini tutmadan durdu ve sonuna kadar tehlil ve tekbir getirerek, لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ واللّٰهُ أَكْبَرُ diyerek sabretti. Sonra zeytinyağı kızdırılarak kesilen yer dağlandı. Bu esnâda Urve (r.a) bayıldı. Ayıldığında yüzündeki teri silerek: “Hakikaten şu yolculuğumuz sebebiyle başımıza (epeyce) sıkıntı geldi!”[2] âyet-i kerîmesini okuyordu. Bu ağır musibetlere sabretmişti.

Ayağını doktorların elinde görünce onu istedi, eline alıp çevirdi ve:

“‒Beni sana taşıttıran Yüce Zât’a ye­min ederim ki O, seninle hiç bir harama gitmediğimi bilir!” dedi. Çünkü o haramlara düşmeme konusunda da büyük bir sabır örneği sergilemişti.

O sene Şam’a Abs Oğulları’ndan bazı kimseler gelmişti. Ara­larında âmâ biri vardı. Velid ona gözlerini neden kaybettiğini sordu. O da şu cevabı verdi:

“‒Ey Mü’minlerin Emîri! Bir gün bir vâdide geceledim. Abs Oğulları’ndan hiçbirinin benim kadar malı yoktu. Gece bir sel baskınına uğradık. Bir deve ve yeni doğmuş bir bebek dışında âile fertlerimin ve malımın hepsini alıp götürdü. Deve de bu sırada kaçıp uzağa gitmişti. Çocuğu bırakıp devenin peşine düştüm. Pek fazla gitmemiştim ki çocuğumun feryadını duydum. Bir kurt yavrumun başını ağzına almış yiyordu! Koştum ama kurtaramadım. Sonra devenin peşine düştüm, deve yüzüme bir tekme attı, iki gözüm de kör oldu. İşte gördüğün gibi ne malım, ne çocuklarım, ne de gözle­rim kaldı.”

Velid:

“‒Bu zâtı Urve bin Zübeyr’e götürün de in­sanlar arasında ondan daha büyük belâlara uğrayan kimselerin olduğunu görsün!” dedi.

Urve (r.a) Medine-i Münevvere’ye dönünce şöyle dua etti:

“Ey Rabbim! Benim iki elim, iki ayağım vardı, birini aldın, üçünü bana bı­raktın, sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Allah’a yemin ederim ki, Sen bir şeyi alır­san, pek çok nîmet lûtfedersin, bir defa ibtilâ verirsen çoğu zaman âfiyette kılarsın!”

Bu şekilde Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükürler etti. Şükürden hiç vazgeçmedi, bu güzel ahlâka da sonuna kadar sabırla devam etti. Allah ona rahmet eylesin ve kendisinden râzı olsun. Onun bu dâsitânî sabrı, şâirin şu sözüne ne kadar da benzemektedir:

Sabırla ya­rışa başladı, sabır ondan yardım diledi.

Sabûr (çok sabreden kişi), sabrı tesellî ederek:

“‒Ey sabır, sabırlı ol!” dedi.[3]

Urve bin Zübeyr (r.a) nefsin cimriliğiyle mücadele ederken de gayet sabırlı idi. Ona itaat etmez, nefsi hasisliği emrettikçe o cömert davranırdı. Tâze hurmaların olgunlaştığı günlerde bahçesinin duvarından bir kapı açardı, insanlar oradan girip tâze hurma yer ve evlerine götürürlerdi. Kendisi de bahçesine girdiğinde, oradan çıkıncaya kadar devamlı:

“Bahçene girdiğin vakit;

مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ

«Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır» deseydin ya!”[4] âyet-i kerîmesini tekrar ederdi.

Urve (r.a) ibadetlerine de sabırla devam eden bir kişiydi. Her gün Mushaf’a bakarak Kur’ân’ın dörtte birini okurdu. Sonra bu dörtte birlik kısımla o günün gecesini ihyâ eder, uzun uzun namaz kılardı. Bu virdini hayatında hiç terk etmedi, sâdece kangren olan ayağının kesildiği gece okuyamadı. Lâkin bir sonraki gece bu âdetine tekrar devâm etti. Aynı zamanda çok oruç tutardı, vefât ettiğinde de oruçlu idi.[5]

Cenâb-ı Hak bu tür musibetler göstermesin, güzelliklere sabırla devam etmeyi ve güzel bir son ile huzûruna varmayı nasîb eylesin. Son nefese kadar hayatın her alanında sabır, azim ve gayret lütfeylesin!

[1] Buhârî, Rikâk, 20.

[2] el-Kehf, 62.

[3] Bkz. İbn-i Hallikân, Vefayât, Beyrut 1900, III, 255-257; Abdülhayy Leknevî, İkâmetü’l-hucce / Bid’at, İstanbul 1984, s. 78-80.

[4] el-Kehf, 39.

[5] Bkz. Beyhakî, Şuab, III, 513/2038; Zehebî, el-İber, I, 82, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

%d bloggers like this: