Bâkî Kalan Sâlih Ameller

Dr. Öğr. Üyesi Murat Kaya

İnsan kâinâtın hür varlığı. İradesiyle istediğini yapabilen, düşünüp konuşan değerli bir yaratık. Her an bir kazancın peşinde koşar. Kazandığı şeyler ise temelde ikiye ayrılır. Bunların bir kısmı mahdud ve geçicidir. Diğer kısmı ise ebedî ve kalıcıdır.

Yüce Rabbimiz hakikatin ne olduğunu açık bir şekilde bildirmiş ve kullarını serbest bırakmıştır. “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” buyurmuştur. Doğru karar vermelerine yardımcı olmak için de inkâr edenlerin karşılaşacağı ceza ile iman edenlerin kazanacağı mükâfâtı bildirmiştir. Hele iman edip sâlih ameller işleyenlerin ecrini asla zâyi etmeyeceğini haber vermiştir. (el-Kehf 18/30) Onlar bu kazançlı işlerinin karşılığını ebedî cennetlerde sonsuza kadar alıp duracaklardır. Hem de aynen değil, kat kat fazlası ve en güzel hâliyle…

Günlük hayatımızda geçici nimetlerin hâlini devamlı seyrederiz. Meselâ baharda yağmur yağar, her taraf yeşerir, rengârenk çiçekler açar. İki hafta geçmeden bu güzelim renkler solmaya başlar. Bir müddet sonra sararır. Biraz sonra da kuruyup rüzgârın savurduğu çer-çöp hâline geliverir. (el-Kehf 18/45) Bu örnek gözümüzün önünde her sene tekrarlanır. Âkıbeti ise kıyamettir. Dünya bir daha baharı göremez ve yok olup gider. Fânî kazançların sonu hep bu şekildedir. Ama kalıcı amellerin kazancı asıl kıyametten sonra başlar ve asla yok olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; bâkî kalan sâlih ameller ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (el-Kehf 18/46)

Mal, mülk ve evlat da bir nimettir. Hayatın süsüdür. Ama onlara takılıp kalmamak gerekir. Aksine onları ebedî kazancın sermayesi kılmak lâzımdır. Şunu unutmayalım ki bitmeyen, tükenmeyen kazanç ancak Allah ile yapılan alışverişlerde elde edilir. Allah (c.c) kuluyla ticaret yapar. Onun canını, vaktini ve malını satın alır, karşılığında sonsuz nimetler ihsân eder. Allah kulunun canına ve malına çok büyük bir değer biçmiştir. Başka kimse onu veremez. Kulun canını vermesi, sadece şehit olması anlamına gelmez. Sıhhatini, vaktini, aklını Allah yolunda kullanması da buna dâhildir. Allah ile alışveriş yapan kişi, canını sadece Allah’a itaatte kullanır, malını da ancak Allah yolunda harcar.[1] İşte vakıf insanlar bu ticarete giren yiğitlerdir. Ne muhteşem bir ticarettir bu! Satın alan Allah Teâlâ, ücret Cennetü’l-Me’vâ, aracı ise Muhammed Mustafa (s.a.v)…

Zamanla tükenen kazançların peşinde koşanlar da aslında onları ebedî zannederek çalışırlar. Şeytan onlara öyle hayal ettirir. Zira hiç kimse fânîliği istemez. Âhirete inanmazlar ama “varsa bile orada da bu mal ve evlat bana verilir” diye düşünürler. Ancak bir müddet sonra hayal kırıklığına uğrarlar. Hiç bitmeyecek zannettikleri şeylerin yok oluşunu acıyla seyrederler. Nimet zannettikleri şeylerin azaba dönüşünü görürler. Dolayısıyla dünyada nefsi yenerek kalıcı gibi görünen sahte süslere değil, gerçekten ebedî olan işlere yönelmek gerekir. “Allah, doğru yola gidenlerin hidâyetini artırır. Bâkî kalacak olan sâlih ameller, Rabbinin nezdinde hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de âkıbetçe daha iyidir.” (Meryem 19/76)

Peki bu âyetlerde bahsedilen kalıcı sâlih ameller nelerdir?

Rasûlullah (s.a.v) bir gün;

“‒el-Bâkiyâtü’s-Sâlihât’ı (kalıcı sâlih amelleri) çok söyleyin!” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:

“‒Onlar nelerdir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordular. Allah Rasûlü (s.a.v);

“‒el-Milletü, (yani dinin özüdür)” buyurdular. Tekrar sorduklarında Efendimiz (s.a.v) yine aynı cevabı verdiler. Dördüncüsünde ise;

“‒Tekbir, tehlil, tesbih, tahmid ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” buyurdular. (Ahmed, III, 75)

el-Milletü, din demektir. Yani bu sözler dinin tamamını ihtiva eder, özünü teşkil eder. Bunlar dinimizin temel zikirleridir ve ona mahsus sözlerdir. Onları ancak bu dinin mensupları bilir. Bu sözler müslümanın dilinden hiç düşmez. Bunları insan ne kadar kalbinin derinliklerinde hakkıyla idrak edebilirse, dinde o kadar derinlik kazanmış demektir. Bu sözlerin ecri sahibi için kalıcıdır, ebediyyen saklanır, asla bitip tükenmez. Sahibi bunlarla Allah Teâlâ’ya yaklaşır. Diğer bir rivayette ayrıca bu zikirlerin, “ağacın yapraklarını döktüğü gibi günahları döktüğü” bildirilmiştir.[2]

Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: “el-Bâkiyâtü’s-Sâlihât… Onlar kulun şöyle demesidir: Allâhu ekber, sübhânallah, el-Hamdü lillâh, lâ ilâhe illallâh, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh.”[3]

İnsan geçici işleri yaptığında, çalıştığı kadar karşılık alır. O miktarı alınca karşılığı bitmiş olur ve yeniden çalışıp tekrar kazanması gerekir. Kalıcı ameller için böyle bir sınır çizilmemiştir. Yaptığın işin karşılığını sonsuza kadar alır durursun. Asla bitip tükenmez.

İbn Abbas (r.a) âyette özendirilen kalıcı sâlih amelleri şöyle sıralamıştır: Allah’ın zikri; tebârekallah, estağfirullah, sallallâhu alâ Rasûlillah gibi zikirler, namaz, oruç, hac, sadaka, köle âzâd etmek, cihâd, sıla-i rahim… Yani bunun gibi bütün güzel ameller. Bunlar cennette gökler ve yer devam ettiği müddetçe sahibi için ebediyyen kalacak amellerdir.[4]

Bunlara güzel, söz, beş vakit namaz, niyetler ve istekler de ilave edilir. Zira ameller niyetlerle kabul edilir ve Allah’a yükselir. Hâsılı Allah’ın rızâsı taleb edilerek ihlasla yapılan, Allah’a itaat olan her şey bâkî kalan sâlih amellerdendir. Bunların karşılığı aslâ tükenmez. Hatta zamanın geçmesiyle artarak devam eder. Bu da Allah’ın nihayetsiz bir lutfudur.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sevgili kızını kalıcı amellere yönlendirmesini Hz. Ali’den dinleyelim: “Hz. Fâtıma (r.a), babasına âilesinin en sevgili olanı idi. Değirmen çevirdiği için elinde, kırba ile su taşıdığı için boynunda yaralar oluşur, evin temizliğiyle meşgul olurken de üstü başı toz toprak içinde kalırdı. Bir ara Allah Rasûlü’ne bâzı köleler getirilmişti. Hz. Fâtıma’ya:

«–Babana gidip bir hizmetçi istesen!» dedim. O da gitti. Efendimiz’in bâzı kimselerle konuştuğunu görüp geri dönmüş. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v) Fâtıma’ya gelerek:

«–Kızım ihtiyâcın ne idi?» diye sordular. Fâtıma sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip:

«Ben anlatayım ey Allah’ın Rasûlü!» diyerek meseleyi arzettim. Rasûlullah (s.a.v):

“–Ey Fâtıma! Allah’tan kork! Allah’ın farzlarını edâ et! Âilenin işlerini yap! Yatağına girince otuz üç kere «Sübhânallah», otuz üç kere «el-Hamdü lillah», otuz dört kere «Allahu ekber», de! Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır” buyurdular. Hz. Fâtıma:

«−Allah’tan ve Allah’ın Rasûlü’nden râzıyım!» dedi. Rasûlullah (s.a.v) ona hizmetçi vermedi.”[5]

Ali (r.a) o günden sonra bu zikri hiç ihmâl etmediğini söylerdi. Bunu duyan biri ona, hayatının en zor ânını hatırlatarak:

“–Sıffîn gecesi de mi okudun?” dedi. Ali (r.a):

“–Evet, Sıffîn gecesi de okudum” cevabını verdi. (Müslim, Zikr, 80)

Bu bâkî ameller aynı zamanda insanı cehennem azâbından koruyan birer kalkandır. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Birgün Rasûlullah (s.a.v):

“–Kalkanlarınızı alınız!” buyurdular. Biz:

“–Düşman geldi de onlara karşı mı kalkanlarımızı alalım?” diye sorduk. Efendimiz (s.a.v):

“–Hayır, sizi cehennemden koruyacak kalkanlarınızı alınız: «Sübhânallâhi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber» deyiniz! Bunlar kıyâmet günü kurtarıcı olarak gelir ve sizi karşılar. Bu sözler bâkî kalacak sâlih amellerdir” buyurdular.[6]

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma! Çünkü O’ndan başka ilâh yoktur. O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnız O’na aittir. Siz de sonunda O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.” (el-Kasas 28/88)

Âyette geçen “Vech” kelimesinin, “kastedilen ve dönülen yön” mânası da vardır. Buna göre âyet-i kerimenin mânâsı şöyle olur: “O’nun rızâ ve hoşnutluğunun kastedildiği yönden başka her şey yok olacaktır.” Bu da Allah rızâsı için yapılan amellerin kalıcı, diğerlerinin ise geçici olduğunu gösterir.

Sözümüzü Hz. Ömer’in duasına “âmîn” diyerek bitirelim:

“Allah’ım! Dünyayı bize süsledin ve ondan sonrasının dünyadan daha hayırlı olduğunu haber verdin! Bizim nasibimizi daha hayırlı ve daha kalıcı olan tarafta kıl!”[7] Âmîn!

دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

“Orada onların duaları, «Sen bütün noksan sıfatlardan uzaksın Allahım!»; karşılıklı iyi dilekleri de «selâm» şeklinde olacaktır. Duaları da, «Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun» diyerek son bulur.” (Yûnus 10/10)

 

[1] İbn Atıyye, el-Muharraru’l-vecîz, Katar: Vizâratü’l-Evkâf, 2007, IV, 416.

[2] İbn Mâce, Edeb, 56.

[3] Muvatta’, Kur’ân, 23.

[4] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 35.

[5] Ebû Dâvûd, Harac, 19-20/2988. Bkz. Buhârî, Ashâbü’n-Nebî, 9, Humus, 6; Nefekât, 6, 7; Deavât, 11.

[6] Hâkim, el-Müstedrek, I, 725/1985.

[7] İbn-i Ebî Hâtim, Tefsîr, II, 612; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, II, 295.

%d bloggers like this: