Gerçek Mü’min Olmak Nasıl Mümkün?

Pek çok şeyde olduğu gibi mü’min olmanın da dereceleri vardır. Sahte mü’minlik diyebileceğimiz münafıklıktan başlayarak hakîkî mü’minliğe kadar birçok kademe mevcuttur. Allah Teâlâ bazı âyetlerde gerçek mü’minleri medhederek onların vasıflarını zikreder. Mü’minleri o hedefe doğru koşmaya teşvik eder.

Ashâb-ı kiram Bedir’de ilk defa ciddî bir savaş yapmış ve ilk defa ganimet almışlardı. Ganimetin ne olacağı ve nasıl paylaşılacağı ile ilgili bir bilgileri yoktu. Mal taksimi sözkonusu olunca müslümanların arasına anlaşmazlıklar da girmeye başladı. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’e sordular. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara ne yapmaları ve nasıl olmaları gerektiğini öğretmek için Enfâl sûresini indirdi:

“Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah’a ve Rasûlü’ne aittir. O halde siz gerçek mü’minler iseniz Allah’tan korkun (takvâ sahibi olun), aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlü’ne itaat edin.” (el-Enfâl 8/1)

Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a) şöyle anlatır: Bedir günü kardeşim Umeyr şehîd düştü. (16 yaşındaydı.) Ben de Âs b. Saîd’i öldürdüm ve kılıcını aldım. Zü’l-Ketîfe diye isimlendirilen bu kılıcı Rasûlullah (s.a.v)’e getirdim. Efendimiz (s.a.v) “Götür onu ganimetlerin toplandığı yığına at!” buyurdular. Döndüm, ama kardeşimin şehid edilmesi ve ganimetimin elimden alınması sebebiyle ne hâlde olduğumu Allah’tan başka kimse bilemez. Bu vaziyette az bir zaman geçirmiştim ki hemen Enfâl sûresi nâzil oldu. Rasûlullah (s.a.v) bana: “Git, kılıcını al!” buyurdular.[1]

Sevgili Peygamberimiz ganimetlerle ilgili hükmü bilmediği için ona kılıcı vermemişti. Ancak âyetin nüzûlüyle ganimetin Allah’a ve Rasûlü’ne âit olduğunu öğrenince hemen cömertliğini gösterdi. Kendi hissesinden o kılıcı sahabîsine verdi.

Kendisine Enfâl sûresi sorulunca Ubâde b. Sâmit (r.a) şöyle demiştir: “Bu sûre, ganimet konusunda ihtilaf edip o konuda ahlâkımız kötüleşince biz Ashâb-ı Bedr hakkında indi. Allah ganimeti bizim elimizden alıp Rasûlullah’a verdi. O da müslümanlar arasında eşit bir şekilde taksim etti.”[2]

Takvâ, İtaat ve Islah

Gerçek bir mü’min öncelikle mülkün Allah’a âit olduğunu ve dilediği kuluna dilediği kadar verdiğini bilmelidir. Ondan sonra da Allah ve Rasûlü’nün verdiğine râzı olup şükretmelidir.

Bu hâdise ve peşinden gelen uyarılar neticesinde mü’minler Allah’a karşı takvâ sahibi olup O’na itaat ettiler, Rasûlü’ne itaat ettiler ve aralarını düzelttiler. Dünya menfaati için birbirlerine düşmekten sakındılar. Hakîkî mü’min olabilmek için bu üç vasfın ehemmiyetini kavradılar. Anladılar ki Allah’tan korkan kişi, mü’min kardeşleriyle arasını ıslah etmelidir. Zira Allah Teâlâ ve Rasûlü (s.a.v) mü’minlerin iyi geçinip birbirlerinin kusurlarını affetmelerini ve aralarını daima düzgün tutmalarını ısrarla istemektedir.[3]

Yüreğin Titremesi, İmânın Artması ve Tevekkül

Devam eden âyette mü’minlerin diğer vasıfları sıralandı:

“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (el-Enfâl 8/2)

Ebu’d-Derdâ (r.a) şöyle der: “Kalpteki vecel (ürperme), kuru hurma yaprağının yanması gibidir. Kalbinde bir ürperti hissettiğn an hemen Allah’a dua et!”[4]

Allah anıldığı zaman O’nun korkusu ve muhabbetiyle hakîkî mü’minlerin kalpleri yanar, ürperir ve titrer. Kalp bu kıvama gelince dualar da kabul edilir. Sâbit el-Bünânî’nin nakline göre birisi “Ben duamın ne zaman kabul edileceğini biliyorum” dedi. Ona “Nerden biliyorsun?” diye sordular. O da; “Derim diken diken olur, kalbim Allah korkusuyla ürperir ve gözlerim yaşla dolarsa işte o an duama icabet edildiği andır” cevabını verdi.[5]

Süfyân es-Sevrî’nin âyetle ilgili açıklaması ise pratik hayata dâir olup daha mühimdir: “(Âyette bahsedilen mü’min), zulmetmeyi veya bir günah işlemeyi isteyip de kendisine «Allah’tan kork!» denilince kalbi titreyip bundan vazgeçen kimsedir.”[6] Asıl önemli olan da budur. Yanlış bir iş yaparken Allah’ı hatırlayınca veya biri hatırlatınca kalbin titreyip günahtan vazgeçmesi.

Buna ilaveten bir de Allah’ın âyetleri okunduğunda hakîkî mü’minlerin imanları ve haşyetleri artar. Sahâbî Umeyr b. Hubeyb, “Allah’ı zikreder ve ondan korkarsak bu imanın artması, gaflet edip Allah’ı unutur ve ihmal edersek bu da imanın eksilmesidir” demiştir.[7]

Onların diğer vasfı ise Allah’a tevekkül etmeleridir. Tevekkül de imanla çok yakından ilgilidir. Hatta imanın bütün yönleriyle kendisinde toplandığı, bunların tamamını ihtiva eden bir haslettir. Allah’a güvenip dayanan kişinin imanı da sağlam demektir.

Hassân b. Atıyye diyor ki: “Allah’ın kitabında iman amele dönüşmüştür. Allah Teâlâ bu âyette mü’minleri anlatıp imanlarının arttığını bildirdikten sonra imanı amele çevirerek peşindeki âyette namaz ve infaktan bahsetmiştir.”[8] Yani kuru bir imandan bahsedilmiyor, onun meyvelerinin olması gerektiği vurgulanıyor. Onlar da amel-i sâlihlerdir.

Namaz ve İnfâk

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) infak eden kimselerdir.” (el-Enfâl 8/3)

Gerçek mü’minler namazı sadece kılmaz, onu ikâme ederler. Namazın ikâmesi, vakitlerine dikkat etmek, abdestini güzelce almak, rükûunu, secdelerini, tilâvetini, teşehhüdünü ve Rasûlullah (s.a.v)’e salevâtını tam olarak yapmaktır.[9] Kalbini Allah’a vererek namazı huşû ile kılmak, beden ve kalble namaza yönelmektir.[10] Namazı camide cemaatle kılmak, onu dâimâ canlı, işlek ve ayakta tutmak ve gündemden hiç düşürmemektir.

Diğer haslet de infaktır. İnsanın bakmakla sorumlu olduğu kimselerden başlayarak akraba, komşu ve diğer insanlara infak etmesi. Öncelikle zekâtı verip sonra da tasaddukta bulunması.

“İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında yüksek dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (el-Enfâl 8/4)

Allah Teâlâ hakîkî mü’min kullarına kendi katında yüksek dereceler, mağfiret ve çok değerli bir rızık vaad etmektedir. İnsanlar Allah’ın rahmetiyle cennete girer ama orada amelleriyle dereceler kazanırlar. Oraya girebilmek için Allah’ın af ve mağfiretine son derece muhtaçtırlar.

Hicret, Cihâd ve Ensâr Olma

Aynı sûrede gerçek mü’minlerin şu vasıfları da bildirilir:

“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte hakîkî mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (el-Enfâl 8/74)

Bugün de hicret ve cihâd eden mü’minler var. Eğer bu faziletlere eremediysek onlara ensâr olma fırsatını kaçırmayalım. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Muhâcirlerini ve Ensâr’ını kendimize örnek alalım.

Allah ve Rasûlü’nün İzni Olmayan Bir İşi Yapmamak

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Mü’minler, ancak Allah’a ve Rasûl’üne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber’le ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Rasûlüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Rasûl’üne iman etmiş kimselerdir.” (en-Nûr 24/62)

Mü’minler her şeyleriyle Allah ve Rasûlü’ne teslim olurlar. Kendi arzularına göre hareket etmez, İslâm’ın izin vermediği bir işi yapmazlar.

Şüpheleri Dağıtmak, Mal ve Canla Cihâd Etmek

Gerçek mü’minlerin son olarak şu vasıflarından da bahsedilir:

“Mü’minler ancak, Allah’a ve Rasûl’üne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İşte sâdık (içleri dışları bir) olanlar ancak bunlardır.” (el-Hucurât 49/15)

Bugün insanların kalbini şüphe kurdu kemirip duruyor. Âhirzaman fitnelerinin artması sebebiyle çeşitli şüpheler insanların imanına hücûm ediyor. İmânı bu şüphelerden koruyup güçlendirmek gerekir. Bunun alâmeti de mal ve canla Allah yolunda cihâd etmektir. Bunu yapabilen insanlar “ben mü’minim” sözünde sâdık olan kimselerdir.

[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 180.

[2] Ahmed, V, 322.

[3] Hâkim, Müstedrek, IV, 620/8718.

[4] Taberî, Câmi’u’l-Beyân, XI, 29.

[5] Hakîm et-Tirmizî, Nevâdir, I, 379.

[6] Tefsîrû Süfyân es-Sevrî, s. 115; Taberî, XI, 29.

[7] İbn Sa‘d, Tabakât, IV, 381.

[8] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VII, 23.

[9] İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, V, 1657.

[10] Buhârî, Vudû, 24; Müslim, Tahâret, 17, Müsâfirîn, 294

%d bloggers like this: