Saf Duyguları ve Yüksek İdealleri İstismâr Edilen Gençler: Hz. Âdem ile Hz. Havvâ

Allah Teâlâ Hz. Âdem’i cennette yaratmış, ona bütün isimleri öğretmiş, varlıklara isim koyup tanımlama kâbiliyeti vermişti. Onu ilmi sâyesinde değerli ve hilâfete ehil kılmıştı.[1] Daha sonra, kendisiyle huzur bulması için eşi Havvâ’yı yarattı. Allah (c.c) bu huzurlu âileye cennette rahat içinde yaşama ve onun nimetlerinden bol bol istifade etme imkânı lutfetti. Ancak bir ağaca yaklaşmalarını yasakladı.[2] Sonsuz nimetler içinde sadece bir yasak vardı. Ayrıca İblis’in de kendilerine düşman olduğunu bildirip “Sakın o sizi cennetten çıkarmasın!” diye uyardı.[3] Bu cüz’î yasak ile şeytan, insanın imtihan vasıtaları idi. Meleklerle İblis imtihan edilmiş, sıra insana gelmişti.

İlk Tecrübe

O günlerde Âdem (a.s) insanlığın ilk genci idi. Hayatın her şeyini ilk defa o keşfediyordu. Önünde istifade edebileceği bir tecrübe yoktu. Yalanı, yalan yere yemini ilk defa duyacaktı. Kibir, haset, cehâlet, isyan ve nankörlükle ilk defa karşılaşacaktı. Gençliğin saf duygularına sahipti. Akıl ve vahiy dışı bir iş yapılmaz zannediyordu. Ayrıca idealleri vardı. Allah’ı tanıyor ve seviyordu. O’na daha yakın olmak ve cennette ebedî kalmak istiyordu. Hz. Havvâ da ona eşlik ediyordu. Ancak onların bu güzel duygularını ve ideallerini istismar etmek isteyen biri vardı. O da insanlığın ebedî düşmanı olan İblis’ti. Önce, Hz. Âdem ile Havvâ’yı ellerindeki nimeti kaybetmekle korkuttu. Onlar için üzüldüğünü söyleyerek ağladı.[4] Duygularını istismara yöneldi. O günden sonra pek çok hîlekâr insan bu şeytânî taktiği uygulamaktadır. İnsan duygularına yenik düşerek prensiplerini değiştirmemeli, ahdinden dönmemelidir. Allah’a olan ahdini yerine getirebilmek için nefse ve şeytana karşı azim ve sabırla mücadele etmelidir.[5]

Yüksek İdeallerin İstismârı

Bir müddet sonra İblis, Hz. Âdem ile Havvâ’nın yanına tekrar geldi. Onlara vesvese verdi, “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve yok olmayacak bir mülkün yolunu göstereyim mi?”[6] “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşarsınız diye yasakladı” dedi. Bir de “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi istiyorum” diye kuvvetle yemin etti. Böylece onları aldattı.[7] Ayaklarını kaydırarak onları nimet deryasından çıkardı. Hâlbuki cennette ne açlık biliyorlardı ne çıplaklık, ne susuzluk çekiyorlardı ne de sıcaklık. Allah’a verdikleri sözü unutup emrini terkedince bu rahattan mahrum kaldılar. Dünya külfet ve meşakkatine düştüler. Rızık temini için sıkıntı ve yorgunluk çekmeye başladılar.[8]

Dikkat edilirse insan bir tek zelle sebebiyle cennetten çıkarılmıştır. Orası tertemiz ve hiçbir kir kabul etmeyen müstesnâ bir yerdir. İnsanın tevbe ile bütün günahlardan temizlenmeden ve üzerindeki hakları ödemeden tekrar oraya girmesi mümkün değildir.

Hasetçiye Fırsat Verme

Âdem (a.s) cennetin ne kadar güzel ve değerli olduğunu ve Allah’ın kendisine lutfettiği nimetleri görünce;

“–Keşke burada ebedî kalsak!” demişti. Bu sözü işiten şeytan, onun zaafını yakaladı ve ona ebediyet yönünden yaklaştı.[9] Önemli bir iş yaparken sükûttan ve gizlilikten istifade etmeliyiz. İnsan plan ve hedeflerini açıklayınca düşmanı harekete geçer ve onu engellemeye çalışır.

Her Yemine Aldanma

Hz. Âdem’i yanıltan bir husus da herkesi kendisi gibi zannetmesi idi. Akıllı bir varlık, normalde Yaratan’ına itaat eder ve yalan söylemezdi. Hele Allah’ı şahit tutarak aslâ yalan konuşmazdı. Âdem (a.s) herkesin böyle olacağını düşünüyordu. Ama maalesef cehâletin dibine vurmuş kimseler varmış. Bunlar sonunu düşünmeden büyük veballer altına girebiliyorlarmış. İlk insan böylesine bir câhilliği ilk defa tecrübe ediyordu. İblis, Allah adına yemin ederek o mü’minleri aldattı. O günden beri insan ve cin şeytanları, mü’minleri bu yolla aldatmaya devam etmektedirler.[10]

Allah Teâlâ, Hz. Âdem’e:

“–Sana, cennette bol bol ihsanda bulunduğum ve istediğin gibi istifade ettiğin bunca nimet yetmedi mi ki haram kıldığım şeyden tattın?” buyurmuş. Âdem (a.s):

“–Evet, nimetlerin yeterliydi Rabbim, fakat izzetine yemin ederim ki ben bir kimsenin yalan yere senin ismine yemin edebileceğini hiç sanmıyordum” demiş.[11]

İblis bir de onlara bilgiçlik tasladı, “Ben sizden önce yaratıldım, burayı sizden daha iyi bilirim. Bana uyun, size doğru yolu göstereyim” dedi.[12] Böyle bir iddia ile gelen birinin öncelikle samimiyetine ve sadakatine bakmalı. Zira bilgi ve tecrübenin çok olması her zaman için yeterli değildir. Bir insan kendisine hased eden bilgili ve tecrübeli bir düşmana itaat ederse hâli nice olur?

Günahlar İnsanı Mahcûb Eder

Hz. Âdem ile Havvâ, yasak ağacın meyvesini tadınca ayıp yerleri görünüverdi. Allah’tan ve birbirlerinden hayâ ettiler. Hemen cennet yapraklarıyla örtünmeye başladılar. Hz. Âdem’in orada yaşadığı utanma duygusu hiç bitmedi. Allah Rasûlü’nün haber verdiğine göre kıyamet günü evlatları kendisinden şefaat istediğinde, o bu zellesini zikredip tekrar Allah’tan ve insanlardan hayâ edecek ve onları Hz. Nûh’a gönderecektir.[13]

Yüce Rabbimiz bizi uyarıyor: “Ey Âdem oğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise yarattık. Takvâ libâsına gelince o hepsinden hayırlı… Sakın şeytan, anne babanızı ayıp yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.” (el-A‘râf 7/26-27)

İnsan hem mahrem yerlerini örtüp zâhirini güzelleştiren elbiselerini, hem de rûhunu koruyup güzelleştiren takvâ elbisesini giymelidir. Günahların bu elbiseleri yıprattığını, hatta ısrar edildiği takdirde parçalayıp attığını bilmelidir. Soyunmanın ise şeytânî bir heves olduğunu ve insana zarar vermek için planlandığını anlamalıdır.

İnsanoğlunun Vazgeçilmezi: Tevbe ve istiğfâr

İnsanlığın ilk gençleri hatalarını hemen anladılar ve çok pişman oldular. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi. Onlar büyük bir mahcûbiyet içinde:

رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” dediler.[14] Derhal tevbe ve istiğfara sarıldılar. Sonunda affedildiler ama yine de dünya sıkıntısını çekmekten kurtulamadılar.

Kibirli İflâh Olmaz

Burada iki farklı yaklaşım görüyoruz: Hz. Âdem zelle işleyince pişman oldu ve affedilmeyi istedi, İblis ise isyânına bahaneler aradı ve kıyamete kadar mühlet istedi. Allah Teâlâ da herkese istediğini verdi.[15] Demek ki insanın Allah’tan ne isteyeceğini bilmesi çok önemli.

İbn Abbâs (r.a) çok mühim bir noktaya daha parmak basar ve şöyle der: “Bir adamın hatası kibir sebebiyle ise ondan ümid beslemeyin, bunun dışındaki bir günah sebebiyle ise ondan ümid besleyebilirsiniz. Âdem (a.s)’ın hatası günah, İblis’inki ise kibir sebebiyle idi.”[16]

Çeşm-i insaf gibi âkile mîzan olmaz,

Kişi noksânın bilmek gibi irfân olmaz.

İnsan zayıf yaratılmıştır. Gücünün sonsuz olduğunu düşünmemelidir. Devamlı Allah’tan yardım istemeli ve düşmanlarının şerrinden O’na sığınmalıdır.

[1] el-Bakara 2/31.

[2] el-Bakara 2/35; el-A‘râf 7/19.

[3] Tâ-hâ 20/117.

[4] İbn Cerîr et-Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, Beyrut: Dâru’t-Türâs, 1387, I, 110-111; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut, 1395/1965, I, 33.

[5] Tâ-hâ 20/115, 121.

[6] Tâ-hâ 20/120.

[7] el-A‘râf 7/20-22.

[8] el-Bakara 2/36; Tâ-hâ 20/117-119.

[9] Taberî, Târîh, I, 110; Tefsîr, I, 528.

[10] İbn Kesîr, Tefsîr, III, 397.

[11] Taberî, Târîh, I, 129; İbn Asâkîr, Târîhu Dımeşk, Ömer b. Ğarâme el-Amrî, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1415/1995, VII, 402; İbn Kesîr, III, 398.

[12] İbn Kesîr, III, 397.

[13] Buhârî, Tefsîr, 2/1.

[14] el-A‘râf 7/22-23.

[15] İbn Kesîr, III, 398.

[16] Taberî, Tefsîr, XV, 288 (el-Kehf 18/50).

%d bloggers like this: