Kur’ân’ın Tâlim Ettiği Nezâket

Tebliğde Nezâket

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ

“Rabbin’in yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et…” (en-Nahl 16/125)

***

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

“Sâ­lih amel­ler iş­le­yip de, ben Al­lâh’a tes­lim olan­lar­da­nım di­ye­rek in­san­la­rı Al­lâh’a dâvet eden kim­se­den da­ha gü­zel söz­lü kim ola­bi­lir!” (el-Fus­si­let 41/33)

***

Abese sûresinin baş tarafı…

***

Peygamberler kavimlerine hep: “Ey kavmim! Ey kavmim!” diye merhametle hitap etmişlerdir…

İbrahim u Âzer’e; “Babacığım, babacığım…” diye hakîkatleri açıklayıp nasihat ediyor. (Meryem, 43-45)

Nûh u oğluna: “Yavrucuğum!” diye nasihat ediyor…

Habib-i Neccâr, “Ey kavmim!” diyor, sonra da kendini şehid eden kavmine merhamet edip: “Keşke kavmim bilseydi!” diyor.

Firavun âilesinden mü’min olan kişi “Ey kavmim, ey kavmim…” diye onları dünya ve âhiret azaplarına karşı îkâz ediyor. (Mü’min, 30-45)

Konuşmada Nezâket

Kur’ân-ı Kerîm, nerede nasıl konuşmak gerektiğine, yani söz söyleme âdâbına büyük ehemmiyet verir. Şöyle ki:

قَوْلًا لَيِّنًا : Zâlimlere karşı bile yumuşak söz,

قَوْلًا مَيْسُورًا : Yoksula karşı gönül alıcı, tesellî edici söz,

قَوْلًا كَر۪يمًا : Anne-babaya karşı tatlı ve güzel söz,

قَوْلًا سَد۪يدًا : Bütün insanlara karşı doğru söz,

قَوْلًا مَعْرُوفًا : Yetimlere ve muhtaçlara güzel söz,

قَوْلًا بَل۪يغًا : Tebliğ için açık, net ve hikmetli söz söylemeyi telkin eder.

***

وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُب۪ينًا

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler! Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (el-İsrâ 17/53)

İlk mü’minler, kâfirleri devamlı suçlayıp onlara lânet ediyorlardı. Bu sebeple fitne iyice büyüdü, müslümanlarla kâfirler arasındaki düşmanlık iyice büyüyüp kuvvet kazandı. Neticede İslâm’ın yayılması büyük ölçüde durdu. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53)

Yani yumuşaklığa ve İslâmî dâvetin maslahatına en münâsib ve en güzel sözü söylesinler.

“…Sonra şeytan aralarını bozar…” Yani aralarındaki kini ve öfkeyi körükler. “…Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (el-İsrâ, 53)

Söylenmesi emredilen en güzel söz ise şudur:

“Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezâlandırır.” (el-İsrâ, 54) (Dehlevî, İzâletü’l-hafâ, II, 155)

***

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

“O kimseler ki boş söz ve işlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn 23/3)

***

وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

Tevâzu ve Vakâr

وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۚ

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)

وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا

“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” (el-İsrâ 17/37)

***

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا

“Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde vakâr ve tevâzû ile yürürler. Câhiller kendilerine (hoşa gitmeyecek) lâflar atıp sataştıkları zaman, «selâmetle» deyip (geçerler).” (el-Furkan 25/63)

***

وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا

“Ve o mü’minler ki, yalan şahitlik etmezler, boş söz ve hareketlerle karşılaştıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler.” (el-Furkân 25/72)

Yumuşak Davranmak

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ

“Allah tarafından lutfedilen bir rahmet sâyesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah’tan mağfiret dile ve (hakkında vahiy inmeyen) işler husûsunda kendileriyle istişâre et!…” (Âl-i İm­rân 3/159)

Kötülüğe İyilikle Muamele

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ

“İyi­lik ve kö­tü­lük mü­sâ­vî de­ğil­dir. Sen kö­tü­lü­ğü en gü­zel bir tarz­da ön­le­me­ye ça­lış. O za­man (gö­re­cek­sin ki) se­nin­le ara­sın­da düş­man­lık bu­lu­nan kim­se san­ki can­dan ve sı­cak bir dost olu­ver­miş­tir…” (el-Fus­si­let, 34-35)

***

وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim affeder ve arayı ıslah ederse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şûrâ, 40)

***

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

“Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.” (Şûrâ, 43)

***

قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ

(Yûsuf) dedi ki: «Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.»” (Yûsuf, 92)

***

وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

“…Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Şüphesiz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»” (Yûsuf, 100)

Kimseyi Hakir Görmemek

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin! Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın! İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerin tâ kendileridir.” (el-Hucurât, 11)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın! Biriniz diğerini arkasından gıybet etmesin! Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz, değil mi? O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok çok kabul edendir, merhamet sâhibidir.” (el-Hucurât, 12)

Hümeze sûresi…

İzin İstemede Nezâket

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتّٰى تَسْتَاْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلٰٓى اَهْلِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“Ey îmân edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selâm vermeden girmeyiniz! Bu sizin için daha iyidir; umulur ki düşünüp anlarsınız.” (en-Nûr 24/27)

***

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ

“Eğer (girmek istediğiniz) evlerde kimseyi bulamazsanız, izin verilinceye kadar oraya girmeyin! «Geri dönün!» denirse hemen dönün, bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Şüphesiz Allâh yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilendir.” (en-Nûr 24/28)

İnfakta Nezâket

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” (Bakara, 264)

Kadınlara Karşı Nezâket

وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْرًا كَث۪يرًا

“Kadınlara güzel muâmele edin, onlarla iyi geçinin! Eğer onlardan hoşlanmazsanız (şunu biliniz ki) sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah pek çok hayırlar takdir etmiş olabilir!” (Nisâ, 19)

Karıncayı Bile İncitmemek

حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

“Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!» dedi.” (Neml, 18)

Demek ki kocaman bir ordu bile bilerek bir karıncaya zarar vermiyor.

Fakirlere ve Gariplere Krşı Nezâket

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطًا

“Sabah akşam Rabb’lerine (sırf) O’nun (rızâsını ve) cemâlini dileyerek duâ edenlerle beraber cândan sabır (ve sebat) et! (Sakın) dünya hayatının süsünü isteyerek göz­lerini onlardan çevirme! Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığı­mız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!..” (el-Kehf, 28)

Yetime Karşı Nezâket

فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ

“O hâlde sakın yetime karşı kötü muâmelede bulunma!” (Duhâ, 9)

Kur’an ve Sünnete Karşı Nezaket

اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ. وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne dâvet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl felâha erenler bunlardır. Her kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı takvâ sâhibi olursa, işte asıl murâda erenler bunlardır.” (en-Nûr, 51-52)

Hocaya Nezâket

قَالَ لَهُ مُوسٰى هَلْ اَتَّبِعُكَ عَلٰٓى اَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا

“Mûsâ ona: «Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?» dedi.” (Kehf, 66)

***

قَالَ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ صَابِرًا وَلَٓا اَعْص۪ي لَكَ اَمْرًا

“Mûsâ, «İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim» dedi.” (Kehf, 69)

%d bloggers like this: