İbrahim (a.s) içine atıldığı ateşten sağ sâlim çıkınca bazı insanlar, Nemrud ve adamlarının zulmüne rağmen Allah’a iman ettiler. Bunlar arasında Hz. İbrahim’in kardeşinin oğlu Lût (as) ile amcasının kızı Hz. Sâre de vardı. Anne ve babası dâhil herkes Hz. İbrahim’e düşmanlık ederken o büyük bir firaset ve cesaretle ona iman etmişti.
Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’e, Nemrud’un ülkesinden ayrılıpmukaddes Şam topraklarına hicret etmesini emretti. Yanındaki birkaç mü’min de onunla birlikte hicret etmek istediler. Bu mü’minler kavimlerine meydan okuyarak hakikati haykırdılar. Öyle güzel bir davranış sergilediler ki Allah Teâlâ onları bize örnek gösterdi:
“İbrâhim’de ve ona uyanlarda size güzel bir örneklik vardır; onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Bilin ki bizim sizinle ve Allah’ı bırakıp da taptıklarınızla bir ilişiğimiz yoktur. Sizi (ve değerlerinizi) reddediyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak İbrâhim’in, babasına «Hiç şüphen olmasın bağışlanman için dua edeceğim, ama Allah’tan sana geleceklere karşı yapabileceğim bir şey de yoktur» demesi hâriç (bunu örnek almayın). Rabbimiz! Sadece sana dayanıp güvendik, sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır.” (el-Mümtehine 60/4)
Hz. Sâre de bu mü’minler içindeydi. O, kâfirlerle dostluğu bırakmış, onlara aslâ sevgi beslemiyordu. Bütün ilişkilerini kopararak yanlarından uzaklaşmıştı.
Allah Yolunda Hicret
İbrahim (a.s), Rabb’inin yolunda muhacir olarak yurdundan gizlice ayrılıyordu. Hz. Sâre de Rabb’ine rahatça ibadet edebilmek için hicreti tercih edip İbrahim (a.s) ile birlikte yola çıktı.[1]Nemrud, muhacirleri yakalamak için arkalarından adamlar koşturdu, ancak başarılı olamadı. Bir müddet sonra Allah Teâlâ Hz. İbrahim’e Sâre ile evlenmesini vahy etti.[2]
Hz. Sâre gerçekten çok güzel ve ahlâk-ı hamîde sâhibi sâliha bir kadındı. Kocasına karşı son derece itaatli idi. Ona hiç karşı gelmezdi.Bu sebeple Allah Teâlâ onu şerefli kıldı.[3] O, Hz. İbrahim’le birlikte yeryüzünün iman nûruyla aydınlanması için gayret etti. Bu uğurda nice çilelere katlandı. Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesini bütün benliğiyle destekledi. Gurbete ilk çıktığı günlerde bütün menfî şartları ve bilinmezlikleri göze alarak onun yanında durdu.
Sabır ve Namazla Yardım İstemek
İbrâhim (a.s), daha sonra yine Allah’ın emri ile Mısır’a hicret etti. Zorba bir melikin beldesine girdiler. Zâlim krala, Hz. İbrâhim’in kadınların en güzeli ile şehre girdiği bildirildi. O da adamını göndererek Hz. İbrâhim’e yanındaki hanımın kim olduğunu sordu. İbrahim (a.s) öldürülmekten korktuğu için “dîn kardeşim” anlamında “kardeşim” dedi. Hz. Sâre’yi alıp saraya götürdüler. Sâre (r.a) saraya girince, hemen abdest alıp namaza durdu ve: «Ey Allâh’ım! Ben Sana ve Sen’in peygamberine inanmış, iffetimi de zevcimden başkasına karşı titizlikle muhafaza etmiş bir kulun isem şu kâfiri bana musallat etme!» diye ilticâ etti.
Zâlim melikin birden eli tutuluverdi. Nefesi kesilip yere düştü ve debelenmeye başladı. Hz. Sâre’ye, “Benim için Allah’a dua et, sana zarar vermeyeceğim” dedi. Hz. Sâre’nin duasıyla kendine gelince tekrar ona el uzatmak istedi, bu sefer daha şiddetli tutuldu. Tekrar dua istedi ve kapıcısını çağırıp “Siz bana insan değil bir şeytan getirmişsiniz” dedi. Câriyesi Hacer’i hediye ederek Sâre’yi saraydan gönderdi. Sâre (r.a) Hz. İbrahim’in yanına vardığında o da namaza durmuş Rabbine niyâz ediyordu. Hz. Sâre, “Allah kâfirin tuzağını başına geçirdi, Hâcer’i de bize hizmetçi verdi” diyerek onu müjdeledi.[4]
Allah Teâlâ “Ey îmân edenler, sabırla ve namaz Allah’tan yardım isteyiniz!” buyuruyor.[5] Hz. İbrahim ile Sâre de işte böyle yaptılar ve cebbâr melikin şerrinden kurtuldular.
İbrâhîm (a.s), Sâre ve Hacer ile birlikte Mısır’dan Filistin’e döndü.
Vefâ ve Fedâkârlık
Hz. İbrâhîm’in Sâre’den çocuğu olmadı. Yaşları da hayli ilerliyordu. Sâre vâlidemiz, büyük bir fedâkârlık yaptı, câriyesi Hacer’i âzâd edip kocasıyla evlendirdi. Bu izdivacdan İsmâîl (a.s) dünyaya geldi.
Vefâkâr İbrahim (a.s) karısı Sâre’ye vefâsını göstermiş, çocuğu olmamasına rağmen onun üzerine başka biriyle evlenmemişti.
Garip Misâfirler
İbrahim (a.s) “misafir babası” diye meşhur olmuştur. Misafirsiz yemek yemediği rivayet edilir. Tabiî bu konuda en büyük destekçisi Hz. Sâre idi. Misafirperver âileye hayatlarının sonlarına doğru bir grup misafir daha gelmişti. Ama bunlar biraz farklıydılar. Allah Teâlâ onların hâlini bize şöyle haber verir:
“Elçilerimiz İbrâhim’e müjdeyi getirip selâm vermişlerdi. O da «selâm» dedi, çok geçmeden (konuklarına) kızartılmış bir buzağı getirdi. Ona el uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. «Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik» dediler. Ayakta bekleyen karısı rahatlayıp güldü, hemen ona İshak’ı, İshak’ın ardından da Ya’kūb’u müjdeledik. «Aman yâ Rabbi! Ben bir yaşlı kadın, şu da ihtiyar kocam; bu halde ben çocuk mu doğuracağım? Doğrusu bu şaşılacak bir şey!» dedi. Elçiler de «Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizdedir ey hâne halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir» dediler.” (Hûd 11/69-73)
Hz. İbrâhim’e gelen bu misafirlerin Cebrâil, İsrâfil ve Mîkâil (a.s) olduğu rivayet edilir. Bu şerefli melekler Hz. İbrahim’e genç ve gösterişli insanlar sûretinde gelmişlerdi.
Misâfire İkrâm ve Hizmet
İbrâhim (a.s), misafirlerini içeri buyur ettikten sonra kaşla göz arasında dışarı çıkıp hanımı Sâre’nin yanına varmış ve çok geçmeden kızarmış iri bir buzağı ile gelmişti. Misafire ikramda kazandıkları maharet sebebiyle bunu hemen mi hazırlamışlardı, yoksa Hz. Sâre önceden işe başlamış mıydı bilemiyoruz. Ama Kur’ân’da İbrahim’in hemen ehlinin yanına gittiği bildiriliyor. Bu konuda Hz. Sâre’nin mühim bir role sahip olduğu anlaşılıyor.
İbrâhîm Halîlullah ile Hz. Sâre, misâfirlerine her zaman mallarının en güzelini büyük bir nezâket ve zerâfetle ikrâm ederlerdi. Nitekim İbrahim (a.s) yemeği getirip misafirleri ona çağırmadı, aksine yemeği onlara yaklaştırıp büyük bir nezâketle buyur etti. Misafirlerin yemeğe el uzatmadığını görünce onlardan şüphelendi ve korkuya kapıldı. Onlar da Hz. İbrâhim’i rahatlatmak için kendilerini tanıttılar ve niçin geldiklerini söylediler.
İşte bu esnada Sâre vâlidemiz, misafirlere hizmet için perde arkasında ayakta bekliyordu. Misafirlerin melek olduğunu öğrenince, rahatlayıp gülümsedi. Melekler de ona İshâk’ı dünyaya getireceğini, daha sonra da torunu Yaʻkub’un doğacağını müjdelediler. O tarihte Hz. İbrâhim’in 120, hanımı Sâre’nin de 90 yaşlarında olduğu nakledilir. Hz. Sâre yüksek bir edeb ve hayâ sâhibi olduğu için ellerini yüzüne kapattı. Birden sevinç çığlığı atarak elini alnına vurdu ve gülümsedi. Efendisinin ve kendisinin ihtiyar olması sebebiyle bu müjdeyi hayretle karşıladı.[6] Melekler, bunun Allah Teâlâ’nın rahmet ve bereketiyle mümkün olduğunu söylediler. Sâre vâlidemiz, bir ömür Hz. İbrahim’e ve onun misafirlerine büyük bir aşkla hizmet etti. Bu sebeple onun hizmeti Kur’ân’da ebedîleştirildi ve misafirler sofrada iken onun “ayakta” olduğu bildirildi. Bir rivayete göre hizmet için ayaktaydı, diğerine göre ise hizmetini bitirmiş namaza durmuş, onun kıyâmında idi.[7] Öyle anlaşılıyor ki o, güzel bir hizmet ve ibadet hayatı yaşamıştı.
[1] Buhârî, Büyûʻ, 100.
[2] Taberî, Târih, I, 125; İbn Esîr, el-Kâmil, I, 100.
[3] Taberî, Târih, I, 125; Sâlebî, Arâis, s. 79; İbn Esîr, el-Kâmil, I, 101.
[4] Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 8, Büyûʻ, 100; Müslim, Fedâil, 154.
[5] el-Bakara 2/153
[6] ez-Zâriyât 51/29.
[7] İbn Kesîr, Tefsîr, VII, 451 (Hûd 11/71).