Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şeriflerde kıyametin ve mahşer meydanının sıkıntıları, üzüntüleri ve korkuları anlatılır. Dehşet verici manzaralar çizilir. Sûra üflenmiş, göklerle yer toz duman olmuş, başka yere ve göklere dönüştürülmüştür. Dehşetli bir sûr sesi daha işitilerek bütün insanlar görülmedik bir korkuyla kabirlerinden kalkmış, mahşer yerine doğru koşmaktadırlar. Güneş, bir mil kadar yaklaştırılmış, insanlar dünyada işledikleri kötü amelleri kadar tere batmışlardır. Kimi topuklarına, kimi dizlerine, kimi de kuşak yerlerine kadar ter içinde kalmış; bazılarının da ter âdeta ağzına gem vurmuştur.[1] Rasûlullah (s.a.v) bunu şöyle haber verirler: “Kıyâmet günü insanlar Mahşer yerinde terleyecektir. Öyle ki dökülen ter, yetmiş zirâʻ derinliğinde yere geçecek, daha sonra yükselerek ağızlarını gemleyecek ve hattâ kulaklarına ulaşacaktır.”[2]
Bu sıkıntılar içinde korku ve endişe dolu bir bekleyiş başlamıştır. Bir rivayette bu bekleyişinin 70 sene süreceği ve insanları bezdireceği haber verilir.[3] Sonunda insanlar birbirlerine:
“–İçinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hâli görmüyor musunuz? Hâlinizi Rabbinize arz ederek size şefaat edecek birini bulmayı düşünmüyor musunuz?” diyecekler. Bazıları:
“–Babanız Âdem’e gidin!” diyecekler. Varıp durumu arzettiklerinde o:
“–Bugün Rabbim çok gazaplı. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O’nu dinlemedim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh’a gidin!” diyecek. Bu şekilde büyük peygamberler insanları birbirlerine göndererek nihayetinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e gelecekler ve onun şefaatiyle bu sıkıntıdan kurtuluş başlayacaktır.[4]
Bununla da kalmayacak, insanlar daha sonra amel defterleri verilirken ayrı bir endişe yaşayacak, Mîzân’ın başında yürekleri ağızlarına gelecek, Sırât’ı geçerken hissettikleri korku ise hiçbir şeye benzemeyecektir. Hâsılı âhiretin başlangıcı çoğu insan için korku, üzüntü, gam ve kederle dolu olacaktır. Öyle ki tazecik çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviriverecektir.
Korku ve Hüzünden Emîn Olanlar
Bu durum çoğu insan için böyleyken bazı insanlar da vardır ki onlar bu korkuları hiç yaşamaz, üzüntü ve keder nedir bilmezler. Allah teâlâ Arş’ının gölgesinde onlara ikram eder. Ne sıcak görürler, ne de ter. Ne gelecekten korkar, ne de geçmişe üzülürler. İlâhî nimetlerin hazzıyla tarifsiz bir sürûr içindedirler. Bu lûtfa kimlerin mazhar olacağını Yüce Rabbimiz ta baştan haber vermiş ve bütün kullarını selâmete çağırmıştır. Şimdi bu mes’ûd insanlardan olmak için ne yapmamız gerektiğine bakalım:
1. Allah teâlâ insanlık ailesini cennetten dünyaya indirirken onlara şu tenbihte bulunmuştur: “Benden size muhakkak bir rehber gelecektir. Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.”[5]
Yani Allah’ın gönderdiği peygambere ve kitâba uyanlar âhirette korku yaşamayacak, dünyada “öleceğiz” diye, âhirette “öldük” diye üzülmeyecekler. Geçmiş için kederlenmeyecek, gelecek için korku duymayacaklar.
2. Allah’a ve âhiret gününe iman edip sâlih amel işleyenler için Rableri katında ecirleri vardır ve onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.[6]
3. İhsan sahibi bir kul olarak bütün benliğiyle kendini Allah’a teslim edenlerin,[7] dininde ihlaslı olup, onu Allah’a has kılan ve amelini ihsan ile yapanların Allah katında ecirleri vardır. Onlar âhirette korku duymaz ve ölecekleri için üzülmezler.[8]
4. Mallarını Allah yolunda infak eden, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler de böyledir. Zira güzel bir söz ve bir af, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır.[9] Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf gibi zor zamanlarda infak ederek İslâm ordusunu techiz edenler bu gruba dâhildir.[10]
5. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık Allah yolunda infak edenler,[11] meselâ geçmiş zaman için söyleyecek olursak, Allah yolunda cihâd edebilmek için at besleyerek devamlı olarak onun masraflarını karşılayanlar bu gruba girerler. Buna kıyas ederek günümüzde ne yapmamız gerektiğini tespit edebiliriz. Önemli olan İslâm’ı yücelten gayretleri gece gündüz, gizli açık durmadan desteklemek, bu uğurda maddî mânevî infaklarda bulunmaktır.
6. İman edip sâlih ameller işleyen, namazlarını vaktinde kılan ve mallarının zekâtını verenler.[12]
7. Allah yolunda şehid olanlar.[13]
8. Allah’ın müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdiği peygamberlerin getirdiğine iman edip hâlini ıslah edenler.[14] Bunlar, Allah’ın Rasûlü’nden O’nun âyetlerini, farzlarını ve hükümlerini dinleyerek kötülükten sakınır (takvâ), kendilerini ve amellerini ıslah ederler.[15] Allah ile aralarındaki hukûku ıslah eder[16] ve amellerini sâlih hâle getirirler.[17]
9. Cennete girmeye hak kazanan mü’minler.[18]
10. İman ve takvâ ile Allah’a dost olanlar.[19] Bunlar Allah için sever ve Allah için buğzederler. Mü’min kardeşlerine de yine Allah için muhabbet beslerler. Bu şekilde Allah’a dost olanlar o gün aslâ korku duymaz ve cennetten çıkarılacağız diye üzülmezler.[20] Nitekim bir kudsî hadiste şöyle bildirilmiştir: “Kıyâmet günü Allah Teâlâ şöyle buyurur: Celâlim hakkı için, bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları Arş’ımın gölgesinde gölgelendireceğim, onları muhâfaza edeceğim.”[21]
11. Kitâb’a vâris olanlar.[22] Bu bahtiyar insanlar dünyanın ekmek derdinden, İblis ve vesveselerinden, günahların ve seyyiâtın hüznünden; nimetin zevâl bulması ve kalbin değişmesi endişesinden; tâatlerin reddedilmesi, âkıbetin kötü olması ve Cennete girememe korkusundan kurtulurlar. Ancak nefsine zulmedenler âhirette belli bir süre gam ve hüzün çekeceklerdir.
12. Allah’ı yalanlamaktan korunanarak (takvâ ile) kurtuluşa erenlere de ne kötülük dokunacak ne de onlar üzüntü çekeceklerdir.[23] Allah onları faziletleriyle ve güzel amelleriyle kurtaracaktır.
13. “Rabbimiz Allah’tır” deyip istikamet üzere yaşayanların üzerine melekler inerek onlara “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin!” diye müjde verirler.[24]
İman eden, şirk koşmayan, farzları edâ eden, amellerini sırf Allah için yapan ve Allah’a kavuşuncaya kadar bu hâl üzere devam edenlere ölüm esnâsında, kabirlerinde ve yeniden diriltilirken melekler gelir ve şu müjdeyi verirler: Âhiretten korkmayın, dünyada bıraktığınız çoluk çocuk, borç gibi şeyler için üzülmeyin, Allah onlara kefîldir. Ne ilerde karşılaşacağınız şeylerden korkun, ne de geride bıraktığınız şeylere üzülün!
14. Allah’ın âyetlerine iman edip emirlerine boyun eğen, teslim olanlar da yine korku ve hüzünden emin olacaklardır.[25]
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de bu konuda bazı vasıfları zikrederek şöyle buyurmuşlardır:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, Arş’ının gölgesinde barındıracaktır:
– Âdil devlet başkanı,
– Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
– Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
– Birbirlerini Allah için sevip, buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
– Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine «Ben Allah’tan korkarım!» diye yaklaşmayan yiğit,
– Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
– Tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.”[26] Yine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse darda bulunan borçluya mühlet verir veya borcunun bir kısmını ya da tamamını bağışlarsa, Cenâb-ı Hak o kişiyi Allah’ın gölgesinden başka bir gölge bulunmayan kıyamet gününde Arş’ının altında gölgelendirir.”[27]
[1] Müslim, Cennet, 62; Tirmizî, Kıyâmet, 2/2421.
[2] Buhârî, Rikāk, 47.
[3] İshâk b. Râhûye, Müsned, I, 84/10; Beyhakî, el-Baʻs ve’n-nüşûr, I, 336/609.
[4] Buhârî, Enbiyâ 3, Tefsîr, 2/1, 17/5; Müslim, Îmân 326-328; Tirmizî, Kıyâmet 10.
[5] el-Bakara 2/38.
[6] el-Bakara 2/62; el-Mâide 5/69.
[7] el-Bakara 2/112.
[8] İbn Ebî Hâtim, I, 208.
[9] el-Bakara 2/262-263.
[10] Taberî, XI, 589.
[11] el-Bakara 2/274.
[12] el-Bakara 2/277.
[13] Âl-i İmrân 3/170.
[14] el-Enʻâm 6/48.
[15] el-Aʻrâf 7/35.
[16] İbn Ebî Hâtim, IV, 1295
[17] Mukâtil, I, 561.
[18] el-Aʻrâf 7/49.
[19] Yûnus 10/62-63.
[20] Mukâtil, II, 243.
[21] Müslim, Birr, 37.
[22] Fâtır 35/32-34.
[23] ez-Zümer 39/61.
[24] Fussilet 41/30; el-Ahkâf 46/13.
[25] ez-Zuhruf 43/68-69.
[26] Buhârî, Ezan 36; Müslim, Zekât 91.
[27] Tirmizî, Büyû‘ 67/1306. Krş. Müslim, Zühd, 74.