Güneşin Kalplere Doğuşu

İnsanlık câhiliye karanlıklarından İslâm’ın nûrlu sabahına nasıl çıktı? Kur’ân onları hangi kademelerden geçirerek kalplerine inşirah verdi ve sîmâlarına secde mührünü vurdu?

Rasûlullah (s.a.v) eğitimine kendi evinde başladı, en yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekir’in âilesiyle devam etti. Allah teâlâ, “(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan mü’minlere kol kanat ger[1] buyurunca akrabalarını hakka dâvet etti. Bir süre sonra faaliyet alanını genişleterek Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evini merkez edindi. Allah Rasûlü (s.a.v), insanlarla tek tek ilgileniyordu. Onları, küfür ve şirkin kirlerinden arındırıyor, gönüllerine İslam’ın tevhid inancını yerleştiriyordu. Kavminin son derece kaba ve kötü muamelesine rağmen o ve mü’minler, insanları hikmet, basiret ve yumuşaklıkla İslam’a davet ediyor, güzel güzel öğütler veriyorlardı.[2] Müşriklerin putlarına açıkça hakaret etmiyorlardı. Aksi halde onlar da Allah’a karşı yakışıksız sözler söyleyebilirlerdi.[3]

Kibri Terket!

Tedrîcen nâzil olan âyetler mü’minlerin ahlâkını her geçen gün daha da güzelleştiriyordu. Onları gıybet, dedikodu, insanları ayıplama, hakir görme ve onlara karşı üstünlük taslama gibi çirkin davranışlardan şiddetle sakındırıyordu.[4]

Şeytan’ın Vesvesesine Dikkat!

Yüce Allah mü’minlere affedici olmayı, kolaylık yolunu tutmayı, insanlara sert davranmamayı, iyilikleri emretmeyi ve cahillere aldırmamayı emretti. Şeytana karşı uyanık olmayı emrederek şöyle buyurdu: “Eğer şeytandan bir fitleme seni dürterse hemen Allah’a sığın! Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. Takvâ sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda O’nu(n azametini ve cezasını) düşünüp hemen gerçeği görürler. Şeytan dostları (müşrikler) onları azgınlığa sürükler, sonra ellerinden geleni artlarına koymazlar.”[5]

Rahmân’a Lâyık Kul Ol!

Bir müddet sonra Allah teâlâ sevdiği kulların vasıflarını beyan etti. Buna göre: Rahmân’a lâyık kullar yeryüzünde vakarla yürürler, cahiller onlara laf attığı zaman, “selâm” deyip geçerler. Gecelerinin önemli bir kısmını Rablerine secde ederek, O’nun huzurunda durarak geçirirler. “Ey Rabbimiz! Bizi cehennem azabından uzak tut; çünkü onun azabı bitip tükenme bilmez. O cehennem ne kötü bir yerleşme ve kalma yeridir!” diye yalvarırlar. İnfak ettikleri zaman ne israf ne de cimrilik ederler; bu ikisi arasında mûtedil bir yol tutarlar. Allah ile birlikte başka bir ilâha kulluk etmezler. Adam öldürmez, cana kıymaz, zina etmezler. Bunları işleyen kimselerin en ağır şekilde cezalandırılacağını bilirler. Böyle bir hataya düştülerse hemen tevbe ve istiğfara sarılırlar. Yalancı şâhitlik yapmazlar; boş ve mânasız davranışlarla karşılaştıklarında vakâr ile geçip giderler. Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında onlar karşısında kör ve sağır davranmazlar. “Ey Rabbimiz! Bize göz aydınlığı eşler ve çocuklar bahşet; bizi takvâ sâhiplerine önder yap!” diye dua ederler. Kulluk ve dua etmeyen kimselerin Allah katında bir değerinin olmadığını bilirler.[6]

Allah’ın Çirkin Gördüğü İşlerden Uzaklaş!

Allah teâlâ kullarına hoşlanmadığı davranışları da bildirdi. Mü’minlere sadece kendisine kulluk etmelerini, anne-babalarına iyi davranmalarını, güzel söz söylemelerini ve onları asla üzmemelerini emretti. Şöyle buyurdu: “Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma! Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da Rabbine karşı çok nankördür. Eğer sen kendin dahi Rabbinden umduğun bir lutfu beklemek durumunda (ihtiyaç içinde) olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle! Eli sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da olma; sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak duruma düşersin!… Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. Zinâya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın… Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına, onun faydasına olmadıkça el sürmeyin. Ahde vefa gösterin; çünkü ahid sorumluluk doğurur. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha iyidir hem de sonucu daha güzeldir. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin. Bütün bunların kötü olanları, Rabbinin katında çirkin görülen şeylerdir.”[7]

Edepli Konuş!

Allah Teâlâ mü’minlere konuşma edebini öğretti. Rasûlü’ne, “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarına girer. Şüphesiz şeytan insanların apaçık düşmanıdır” buyurdu.[8]

Yediğine İçtiğine Dikkat Et!

Yüce Rabbimiz, mü’minlere ancak Allah’ın adı anılarak kesilen etleri yiyebileceklerini bildirdi. Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etlerini onlara haram kıldı. Yiyip içerken de Allah’ın ismini zikretmelerini emretti.[9] Murdar eti (meyte), akıtılmış kanı ve pisliğin ta kendisi olan domuz etini haram kıldı. Bunlardan yemek zorunda kalanların, başkasına zarar vermeden ve sınırı aşmadan yediklerinde affedileceklerini haber verdi.[10]

Gelen vahiyler, Allah’ın, kulları için çeşit çeşit meyve ve sebzeler yarattığını hatırlattı. “Her biri ürün verdiğinde ürününden yiyin; hasat günü de hakkını verin!” buyurdu. Hemen peşinden israfı yasaklayarak Allah’ın israf edenleri sevmediğini bildirdi.[11]

Çirkinliklerin Açığına da Gizlisine de Yaklaşma!

Yüce Rabbimiz, mü’minlere günahın ve fuhşiyâtın açığını-gizlisini, küçüğünü-büyüğünü terk etmelerini, hatta onlara yaklaşmamalarını emretti. Günah işleyenlerin, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerini bildirdi.[12]

Adâlet: Kuyumcu Terazisi

Adalet ise her şeyin temeli idi. Bu konuda İslâm’ın ne kadar hassas olduğu bütün dünyaya gösterildi. Allah teâlâ: “…Söz söylediğiniz, hükmettiğiniz zaman, yakınlarınız hakkında bile olsa, adaletli olun. Allah’a verdiğiniz sözü eksiksiz yerine getirin…” buyurdu.[13]

Mü’minler iman ve amel-i sâlih sahibi oldukları hâlde Allah’a karşı derin bir saygı ve korku içinde bulunuyorlardı. Yaptıkları ibadetleri, verdikleri ihsanları, Rablerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek veriyorlardı. Herhangi bir kusur işleyip de amellerinin boşa gitmesinden korkuyorlardı.[14]

Toplumu Güzelleştirmeye Çalış!

İslâmî terbiye neticesinde artık müslümanlar birbirlerine dâimâ hakkı, sabrı ve merhametli olmayı tavsiye ediyorlardı.[15] Müşriklerin aksine Allah korkusuyla, takvâ ile kulluk ediyorlardı.[16] Ahirete olan tereddütsüz imanları[17] onları davranışlarında hassas olmaya, her zaman hakkaniyet üzere bulunmaya sevk ediyordu. Zira Allah onlardan dosdoğru olmalarını istiyordu.[18] Kötülüğü iyilikle savıyorlardı.[19] Allah’ın yarattığı çeşit çeşit varlıklar üzerinde tefekkür ediyor, hiç bir şeyin boş yere yaratılmadığını görüyorlardı.[20] Dünyanın geçici nimetleri olan mal ve mülke düşkünlükleri yoktu. Allah’ın kendilerine lütfettiğinden az çok demeden fakir ve muhtaçlara, yetim ve öksüzlere veriyorlardı. Dünya nimetlerinden ziyâde Allah’ın rızasını ve lütfunu seviyorlardı.[21] Câhiliye toplumunda yaşanan her türlü çirkinliklerden, haksız yere cana kıymaktan, yetim malı yemekten, aldatıcı ticaretten, faizli işlemlerden uzak duruyorlardı.[22] Kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görmüyor,[23] kadın ve erkeğin her ikisinin de Allah’ın yarattığı kullar olduğunu biliyorlardı.[24] Âdil, iyiliksever ve akrabaya karşı cömert davranıyorlardı.[25] Neticede gerçekten de ilahi övgüye mazhar âdil, örnek ve vasat bir ümmet oldular.[26] Bu vasıflarıyla Allah katında seçkin kullar hâline geldiler.[27]


[1] eş-Şu‘arâ 26/214-215.

[2] Kâf 50/45; el-Müddessir 74/2; el-Asr 103/3. Ayrıca bkz. el-En‘âm 6/70; Yûsuf 12/108; en-Nahl 16/125; el-İsrâ 17/53; Tâ-hâ 20/44; el-Ankebût 29/46; Fussilet 41/33.

[3] el-En‘âm 6/108; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 357.

[4] el-Hümeze 104/1-3.

[5] el-A‘râf 7/200-202; Taberî, Câmiu’l-beyân, X, 642-650. Ayrıca bkz. el-İsrâ 17/53, 61-65.

[6] el-Furkân 25/63-77; Taberî, XVII, 489-537; İbn Kesîr, Tefsîr, X, 319-335.

[7] el-İsrâ 17/23-38.

[8] el-İsrâ 17/53; Taberî, XIV, 623-624; İbn Kesîr, IX, 28-29.

[9] el-Enʻâm 6/118-119, 121; Taberî, IX, 511-512.

[10] el-Enʻâm 6/145.

[11] el-Enʻâm 6/141.

[12] el-Enʻâm 6/120.

[13] el-Enʻâm 6/152.

[14] el-Mü’minûn 23/57-60; İbn Kesîr, X, 129-130.

[15] el-Asr 103/3. Ayrıca bkz. en-Nahl 16/42; el-Ankebût 29/59; el-Beled 90/17.

[16] Sâd 38/28; el-Leyl 92/5, 17.

[17] İbrahim 14/41; el-Furkân 25/65-66; en-Neml 27/3; ez-Zümer 39/9; eş-Şûrâ 42/18.

[18] Hûd 11/112; Taberî, XII, 598-599.

[19] er-Ra‘d 13/22; el-Kasas 28/54; Fussilet 41/34.

[20] el-Müddessir 74/32-34; el-A‘lâ 87/1-5; el-Alak 96/2. Ayrıca bkz. er-Ra‘d 13/2-4; en-Nahl 16/79.

[21] el-Fecr 89/17-20; el-Leyl 92/5, 18-21. Ayrıca bkz. el-Kalem 68/17-32; eş-Şûrâ 42/36.

[22] el-İsrâ 17/27-38; el-Furkân 25/68; en-Necm 53/32; eş-Şûrâ 42/37.

[23] el-En‘âm 6/137; ez-Zuhruf 43/17-18; et-Tekvîr 81/8-9.

[24] en-Nahl 16/97; el-Mü’min 40/40; el-Hadîd 57/12.

[25] en-Nahl 16/90; Taberî, XIV, 334.

[26] el-Aʻrâf 7/181; Taberî, X, 600.

[27] Neml 27/59; Kurtubî, el-Câmiʻ, XVI, 189.

%d bloggers like this: