Mûsâ (a.s) Hz. Yakub’un soyundandır. Firavun zulmünün iyice karardığı ve her tarafa korku saldığı bir ortamda doğmuş ve ölümden kurtulması için küçük bir sandık içinde Nil nehrine bırakılıvermişti. Annesi, Hz. Mûsâ’nın ablasına: “Onu takip et” dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan kardeşini izledi. Firavun ailesi onu bulup aldı. İleride kendileri için bir düşman ve tasa sebebi olacağını bilmiyorlardı. Mûsâ (a.s) hiçbir süt anneyi kabul etmeyince, ablası büyük bir mahâretle yanlarına sokulup “Sizin için onun bakımını samimiyetle üstlenecek bir aile bulayım mı?” dedi. Kudretine şaşılacak olan Allah teâlâ böylece Hz. Mûsâ’yı annesine geri vermişti.[1]
Mûsâ (a.s) sarayda büyüyüp delikanlı olmasına rağmen onların kötü ahlâkından etkilenmedi. Gençliğini ihsan üzere yaşadı. Allah’a itaat edip yasaklarından sakındı ve O’ndan gelen imtihanlara güzelce sabretti. Bu sebeple Allah ona dinde ince bir anlayış ve ilim verdi.[2]
Acele Hüküm Verme!
Mûsâ (a.s) birgün şehre girdiğinde kendi kabilesi olan Benî İsrâil’den biriyle Mısır’lı Kıptîlerden birinin kavga ettiğini gördü. Kabilesinden olan kişi ondan yardım istedi. Mûsâ (a.s) ötekine bir yumruk vurunca adam ölüverdi. Yaptığına hemen pişman olan Hz. Mûsâ: “Bu şeytanın işidir; o gerçekten ayartıcı ve apaçık bir düşman! Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim; beni bağışla!” diye dua etti. Allah teâlâ onu affetti. Mûsâ (a.s) “Rabbim! Bana lutfettiğin bu nimetin hakkı için artık suçlulara asla arka çıkmayacağım” diye şükretti.[3]
Güçlü bir genç olarak Hz. Mûsâ’nın haksızlığa tahammülü yoktu ama bu tür müdâhalelerde aceleci olmamak gerekiyor. Söylenen sözü iyice tedkik edip, iki tarafı da dinlemeden hüküm vermek doğru değildir.
Her Dâim Allah’a Sığın!
Bu hâdise üzerine Mısır’ın ileri gelenleri Hz. Mûsâ’yı öldürmek için planlar yapmaya başlayınca o da “Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar” diyerek gizlice şehirden çıktı. Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım Rabbim bana doğru yolu gösterir” diye O’na sığınıyordu. Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir grup insan gördü. Biraz ötede hayvanlarının suya gelmesini engelleyen iki kız vardı. Onlara, “sizin derdiniz nedir?” diye sordu. Onlar “Çobanlar çekilmeden biz hayvanlarımızı sulayamayız; babamız da çok yaşlıdır” dediler. Bunun üzerine Mûsâ (a.s), onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekilip, “Ey Rabbim! Bana lutfedeceğin her türlü hayra muhtacım!” diye niyazda bulundu. Her an Allah’a dua hâlinde idi. Bu esnada kızlardan biri büyük bir hayâ ile yürüyerek yanına geldi; “Hayvanlarımızı sulayıvermenin karşılığını ödemek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Mûsâ (a.s), babalarının yanına gelip başından geçenleri anlatınca o, “Korkma, zalimler güruhundan kurtuldun” dedi.[4]
İhlâs ve İffetin Zirvesi
Tâbiînin büyük âlimlerinden Ebû Hâzim bu hâdiseyi şöyle nakleder:
“…Mûsâ (a.s) bu duayı yaparken aç idi, düşman tehlikesinden korkuyordu, emniyette değildi. Buna rağmen Rabbinden istedi, insanlardan hiçbir şey dilemedi. Çobanlar bu işin farkına varamadılar, ancak o iki kız durumu derhal anladılar. Babalarına döndüklerinde başlarından geçenleri anlattılar. Babaları Şuayb (a.s):
«–Bu zâtın karnı açtır» dedikten sonra kızların birini onu dâvet etmesi için gönderdi. Kız, Hz. Mûsâ’nın yanına varınca ona gereken hürmeti gösterdi, yüzünü örterek:
«–Babam seni çağırıyor, koyunlarımızı sulayıverdiğin için sana ücret verecek» dedi. Yaptığı iyiliğin zikredilmesi Hz. Mûsâ’ya çok ağır geldi, ancak kızı tâkip etmekten başka bir yol bulamadı. Zira o, dağlar arasında aç ve yapayalnızdı. Kızın ardısıra giderken, rüzgâr kızın elbisesini bedenine yapıştırıyor, vücut hatlarını belli ediyordu. Zaten zayıfça idi. Mûsâ (a.s) ise bazen yüzünü yana çeviriyor, bazen de gözlerini yumuyordu. Nihayetinde ona:
«–Ey Allah’ın kulu, arkamdan yürü ve ne tarafa gideceğimi bana sözlerinle göster!» dedi.
Mûsâ (a.s), Hz. Şuayb’ın yanına varınca akşam yemeğinin hazırlanmış olduğunu gördü. Şuayb (a.s) ona:
«–Delikanlı, otur yemek ye!» dedi. Mûsâ (a.s):
«–Allah’a sığınırım» dedi. Şuayb (a.s):
«–Neden, aç değil misin?» diye sorunca Mûsâ (a.s):
«–Evet açım fakat bu yemeğin koyunları sulayıvermemin karşılığı olmasından korkuyorum. Zira biz öyle bir âileye mensubuz ki, dinimize âit en ufak bir şeyi bile dünya dolusu altına satmayız!» dedi. Şuayb (a.s):
«–Hayır ey delikanlı, senin düşündüğün gibi değil. Bu benim ve babalarımın âdetidir. Misâfire ikrâm eder, insanlara yemek yediririz» dedi. Bunun üzerine Mûsâ (a.s) oturup yemek yedi.”[5]
Akdi Sağlam Yapmak
O iki kızdan biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır” dedi. Şuayb (a.s) Hz. Mûsâ’ya, “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan bu da senin bileceğin bir şey; seni zorlamak istemem. İnşaallah beni sâlih biri olarak bulursun” dedi. Mûsâ (a.s), “Bu seninle benim aramdadır; iki süreden hangisini doldurursam bana husûmet beslemek yok! Söylediklerimize Allah şahittir” diye cevap verdi.[6] Daha işin başında anlaşmalarını net ve sağlam bir şekilde yaptılar.
İbn Abbâs Hazretleri’ne bu mesele sorulduğunda: “O iki müddetin en çok ve en hoş olanını yerine getirmiştir. Çünkü Allah’ın rasûlü bir şey söylediği zaman mutlaka onu yapar” demiştir.[7]
Kardeşe İkrâmın Böylesi
Mûsâ (a.s) bu süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tûr tarafında bir ateş gördü; ailesine, “Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir parça ateş getiririm” dedi. Oraya varınca Allah teâlâ kendisine hitap ederek peygamberlik lutfeyledi, asâ ve yed-i beyzâ mucizelerini vererek onu Firavun ve kavmini hakka dâvetle vazifelendirdi. Mûsâ (a.s):
“Kardeşim Hârûn benden daha açık ve düzgün konuşur. Onu da beni tasdik eden bir yardımcı olarak yanımda gönder. Zira beni yalancılıkla itham etmelerinden endişe ediyorum” dedi. Allah teâlâ onun duasını kabul buyurdu. İşleri zordu, büyük bir cesaret, gayret ve sabır istiyordu. Zira son derece kibirli ve zâlim insanlara hakikati anlatacaklardı.[8]
Mûsâ (a.s) kardeşi için dua ederken “Onu da işime ortak et, tâ ki seni bol bol tesbih edelim ve seni çok zikredelim, kuşkusuz sen bizi görmektesin”[9]diyerek hayâtındaki ulvî gâyeyi dile getiriyordu. Kardeşler genellikle birbirini kıskanırken o Allah’tan kardeşine peygamberlik lutfetmesini istemişti. Bu sebeple, dünyada onun kadar kardeşine iyilik yapan başka birinin olmadığı söylenir.[10]
Kavmi arasından Mûsâ’ya az sayıda gençten başka iman eden olmadı. Çünkü herkes, Firavun ile yakın çevresinin işkencesinden korkuyordu.[11]
İlim Aşkı
Mûsâ (a.s) vahiy alan bir peygamber olmasına rağmen kendisinden daha bilgili birinin var olduğunu öğrenince hemen yollara düştü. Yanına da genç bir yardımcı (Yûşa b. Nûn) aldı. Her türlü meşakkate katlanarak ondan ilim almak için ayağına kadar gitti. Büyük bir edep, nezaket, tevazu ve aynı zamanda ısrarla “Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için peşinden gelebilir miyim?” dedi. Bu seferiyle o, ilme ve hocaya hürmetin nasıl olması gerektiğini öğretti. Yûşa (a.s) da gençlerin büyüklerine hizmet etmesinin ne kadar güzel olduğunu gösterdi. Ancak bu esnada gâyet dikkatli ve uyanık olmak, verilen vazifeyi ihmal etmemek gerekir. Nitekim Yuşâ (a.s) vazifesini unutunca onlar fazladan pek çok yol yürüdüler ve epeyce yoruldular.[12]
[1] el-Kasas 28/3-13.
[2] el-Kasas 28/14; Taberî, Câmiʻu’l-beyân, XIX, 536.
[3] el-Kasas 28/15-17.
[4] el-Kasas 28/21-25.
[5] Dârimi, Mukaddime 56/653; Ebû Nuaym, Hilye, III, 234-236.
[6] el-Kasas 28/21-28.
[7] Buhârî, Şehâdât, 28.
[8] el-Kasas 28/29-41.
[9] Tâhâ 20/32-35.
[10] İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, VII, 2422.
[11] Yûnus 10/83.
[12] el-Kehf 18/60-82.