Kur’ân-ı Kerîm ondan “Firavun’un karısı” diye bahseder ve ismini vermez.[1] Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ise “Firavun’un karısı Âsiye” diyerek ismini de zikreder.[2] Rivayetlerde onun Amâlika kavminden olduğu, Firavun’un amcasının kızı olduğu, İsrâiloğulları’ndan olup Hz. Mûsâ’nın kabilesine mensup ve onun halası olduğu gibi bilgiler yer alır.[3]
Göz Aydınlığının Peşinde…
Firavun saltanat korkusuyla İsrâiloğulları’nın yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretmişti. Mûsâ (a.s) da o sene doğmuştu. Allah teâlâ Hz. Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden endişe ettiğinde onu nehre bırak. Korkup kaygılanma. Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye vahyetti.[4] O da öyle yaptı. Sandık su üstünde yüzerek Firavun’un sarayına vardı. Firavun’un zevcesi Âsiye’nin hizmetçileri sandığı bulup getirdiler ve Âsiye’nin önüne koydular. Onlar sandığın içinde mücevherât olduğunu zannediyorlardı. Âsiye sandığı açıp içindeki çocuğu görünce kalbinde ona karşı bir şefkat ve muhabbet hissetti, âdeta kalbi ona aktı. Çünkü Allah teâlâ “…(Ey Mûsâ!) Senin üzerine kendimden bir muhabbet bıraktım ki (sevilesin), nezâretim altında büyütülüp yetiştirilesin” buyurmuştu.[5] Vaziyeti haber verdiğinde Firavun bebeği öldürmek istedi. Âsiye onu bu kararından vaz geçirmek için âdeta çırpındı. “O, senin ve benim için göz aydınlığı olsun! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz” dedi.[6] Firavun: “Senin için evet ama benim için değil” dedi. Gerçekten de öyle oldu. Böyle demeseydi belki de îmân nimetine nâil olacaktı.[7] Firavun ısrarla “Ben onun İsrail oğullarından olmasından ve helâkimizin onun eliyle vukûʻ bulmasından korkuyorum!” diyordu. Âsiye ise onu iknâ edinceye kadar peşini bırakmadı.
Firaset
Bu sebeple şöyle denilmiştir: “Firâset bakımından kadınların en üstünü ikidir. İkisi de Hz. Mûsâ hakkındaki teşhislerinde isâbet etmişlerdir: Biri, Firavun’un hanımı Âsiye’dir. «Bu çocuk, benim ve senin için göz aydınlığı olsun!» demişti. Diğeri ise Hz. Şuayb’in kızıdır. O da: «Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır» demişti.”
Mûsâ (a.s) yürüyecek yaşa gelmişti. Birgün Firavun onu kucağına alınca sakalını çekip yoldu. Firavun kızıp “Cellatları çağırın! Bu o’dur!” dediyse de Âsiye:
“O daha çocuktur, aklı ermez, bunu ancak çocukluğundan yapmıştır. İsterseniz önüne yakut ile ateş koru koyayım. Yakutu alırsa aklı başına gelmiş demektir, koru alırsa daha sabîdir” dedi. Mûsâ (a.s) tam yâkuta uzanacakken Allah teâlâ onun elini ateş koruna doğru çevirdi. Hz. Mûsâ koru ağzına götürünce dili yandı.[8] Dilindeki ukdenin bundan olduğu söylenir. İşte Âsiye bu şekilde Hz. Mûsâ’yı koruyup duruyordu.
Küfre Dönmeyi Ateşe Atılmaktan Daha Kötü Bilmek
Mûsâ (a.s) büyümüş ve dâvete başlamıştı. Sihirbazlar Hz. Mûsâ ile müsâbakaya çıkınca Âsiye yalvara yakara dua etmeye başladı, uzun uzun dualar ediyordu. Sarayda onun bu hâlini görenler, Firavun ve taraftarlarına dua ettiğini sanıyorlardı. Hâlbuki o Hz. Mûsâ’nın gâlib gelmesi için yalvarıyordu.[9] Hz. Mûsâ’nın galip geldiğini duyunca, “Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbine iman ettim” diyerek hak dini kabul etti.[10]
Sarayda gizlice iman edenler oluyordu. Firavun’un kızının başını taramakla vazifeli Mâşıta hâtun da bunlardandı. Bir gün tarak elinden düşünce “Bismillah: Allah’ın ismiyle” diyerek yerden aldı. Firavun’un kızı:
“‒Babamın ismiyle mi demek istiyorsun?” diye sordu. O:
“‒Hayır! Benim Rabbim ve babanın Rabbi olan Allah’ın ismiyle!” dedi. Kız, vaziyeti babasına haber verince Firavun bakırdan tandır yapılıp kızdırılmasını ve bu hanım ile çocuklarının tandıra atılmasını emretti. Yavruları annelerinin gözü önünde birer birer tandıra attırıyordu. Sıra henüz sütte olan en küçük yavruya gelmişti. Kadının yüreği artık dayanamıyordu. Tam tereddüde düşmüştü ki bebeği mûcizevî bir şekilde dile gelip:
“Anneciğim sabret! Çünkü sen hak üzeresin!” dedi. Anneleri de çocuklarıyla birlikte tandıra atıldı!”[11]
Bir rivayete göre bu kadının rûhunun melekler tarafından semaya çıkarıldığını ve izzet ü ikrâma nâil olduğunu gören Âsiye de Allah’a iman edip Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini tasdik etti.[12]
Allah’a Komşu Olmak
Hz. Âsiye artık hâlis mü’minlerden olmuştu.[13] Allah’a gizlice ibadet ediyordu. Firavun’un mü’minlere yaptığı zulme dayanamayıp:
“‒Yazıklar olsun sana ey Firavun! Sen yüce Allah’a karşı nasıl bir cür’etkârlık içindesin?!” deyiverdi. Firavun:
“‒Her hâlde sen de arkadaşın gibi deliliğe tutulmuşsun?” dedi. Hz. Âsiye:
“‒Beni delilik tutmadı, fakat ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman ettim!” dedi. Firavun, Hz. Âsiye’nin annesini çağırtıp:
“‒Tarakçı kadını tutan delilik senin kızını da tutmuş!” dedikten sonra:
“‒Yemin ederim ki o ya Mûsâ’nın ilâhını inkâr edecek ya da ölümü tadacaktır!” dedi.
Annesi kızıyla başbaşa kalıp Firavun’un dediğini yapmasını istediğinde Hz. Âsiye:
“‒Allah’ı inkâr etmemi istiyorsun hâ?! Hayır! Vallahi ben bunu aslâ yapmayacağım!” dedi.
Bunun üzerine Firavun yere dört kazık çaktırdı, Hz. Âsiye’nin ellerini ve ayaklarını bu kazıklara bağlatarak güneş altında ona işkence ettirmeye başladı. Onlar dönüp gidince melekler kanatlarıyla Hz. Âsiye’yi gölgelendirirlerdi. Birgün tam üzerine büyük bir kaya atılacağı sırada o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!”[14] diye dua etti ve kaya daha üzerine düşmeden Allah teâlâ rûhunu kabzediverdi. Bu esnâda cennetteki evini de ona gösterdi. Hz. Âsiye bu duasında evden önce komşu istiyor,[15] Allah’ın katında olmayı arzu ediyordu.
Mü’min Kadınlara Örnek
Allah teâlâ inkâr edenlere Hz. Nûh ile Hz. Lût’un karılarını örnek gösterirken iman edenlere de Firavun’un karısı ile Hz. Meryem’i misal göstermiştir.[16] Onları bugünkü mü’minlere iman ve kararlılık örneği olarak zikretmiştir. Zira Hz. Âsiye Rabbine o derece itaat etmişti ki dünyanın Allah’a karşı en azgın ve O’ndan en uzak insanı olan Firavun’un karısı olmak onun imanına bir zarar vermemişti.
Hz. Âsiye Allah dostlarından bir velî, sıddîklerden bir sıddîkadır. Öldürülmeyi saltanata, dünyada azap çekmeyi, içinde bulunduğu nimetlere tercih etmiştir.
Her Yönden Zirve
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Erkeklerden kemâle eren çoktur, kadınlardan ise Firavun’un karısı Âsiye ve Meryem bint-i İmrân’dan başka kemâle eren olmamıştır. Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü ise tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.”[17]Burada kemâle ermekten kasıt bütün faziletlerde, birr ve takvâda zirveye çıkmaktır.
İbn Abbâs (r.a) diyor ki: Rasûlullah (s.a.v) birgün yere dört tane çizgi çektiler ve;
“‒Biliyor musunuz bu nedir?” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:
“‒Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dediler. Rasûlullah (s.a.v):“‒Cennet ehli kadınlarının en üstünleri: Hatice bint-i Huveylid, Fâtıma bint-i Muhammed, Meryem bint-i İmrân, Firavun’un karısı Âsiye bint-i Müzâhim’dir.”[18]
[1] el-Kasas 28/9; et-Tahrîm 66/11.
[2] Buhârî, Enbiyâ, 32, 46.
[3] Kurtubî, el-Câmiʻ, XVIII, 203; Aynî, Umdetü’l-kârî, Kahire 1392/1972, XIII, 47.
[4] Bkz. el-Kasas 28/4, 7.
[5] Tâ-hâ 20/39.
[6] el-Kasas 28/9.
[7] Taberî, Tefsîr, XIX, 524-525.
[8] Taberî, Tarih, I, 199-205; Saʻlebî, Arâis, s. 166-174; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 169-176.
[9] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VII, 62.
[10] Taberî, Tefsîr, XXVIII, 110; Aynî, XIII, 47.
[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 309-310, Saʻlebî, Arâis s. 187-188; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 184; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, I, 65.
[12] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 184.
[13] Saʻlebî, Arâis s. 188; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 184.
[14] et-Tahrîm 66/11.
[15] Taberî, Tefsîr, XXIII, 500; İbn Kesîr, Tefsîr, VIII, 172-173; Aynî, XIII, 47.
[16] et-Tahrîm 66/10-11.
[17] Buhârî, Enbiyâ, 32, 46; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 70.
[18] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 316; Hâkim, Müstedrek, II, 594; İbn Abdilber, İstîâb, IV, 1895.