Dağları ve Kuşları Coşturan: Dâvûd (a.s)

Murat Kaya

Dâvûd (a.s) Hz. Yâkub’un soyundandır.[1] Çocukken koyun çobanlığı yapardı. Allah’ın verdiği güzel sesle küçüklüğünden beri tesbih eder, zikriyle herşeyi coşturur, dağlar ve kuşlar bile ona katılırdı.[2]

Son derece cesur idi. Rasûlullah (s.a.v) onun düşmanla karşılaştığında aslâ kaçmadığını haber vermiştir.[3] Nitekim azgın ve zorba Câlut’un karşısına kahramanca çıkmış ve onu öldürerek kalabalık ordusunun hezîmete uğramasına sebep olmuştu. “…Allah da ona hükümranlık ve hikmet vermiş, ona dilediği şeyleri öğretmişti…”[4] Buradaki “hikmet”ten kasıt peygamberliktir. Yani o hem güçlü bir hükümdâr, hem de şerefli bir peygamber olmuş, kitap olarak da Zebûr indirilmişti.[5] Zebûr’da dualar, hamdler, senâlar, tahmidler, temcidler vardı; helal-haram, ferâiz ve hudûd yoktu.[6]

Dâvûd (a.s) kendisini ve ehlini beytülmale muhtaç olmadan geçindirecek bir sanat öğretmesi ve onu kolaylaştırması için dua ediyordu. Allah teâlâ da ona demiri hamur gibi yumuşatacak bir kudret ihsan etti ve zırh yapmayı öğretti.[7] Dâvûd (a.s) zırh yapıp satar, hem âilesinin geçimini sağlar hem de infak ederdi.[8] Onun hurma yaprağından zenbil yaparak maîşetini temin ettiği de söylenir.[9]

İbâdete Çok Düşkündü

Dâvûd (a.s) Allah’a ibâdet için en faziletli vakitleri araştırırdı. Bir gün Cebrail (a.s)’a:

“–Gecenin hangi vakti efdaldir?” diye sormuş o da:

“–Seher vaktinin (fazileti) sebebiyle Arş’ın titreyişinden başka bir şey bilmiyorum!” demişti.[10]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Allah’a en sevimli gelen namaz Dâvûd (a.s)’ın namazı idi. Yine Allah’a en sevimli gelen oruç Dâvûd (a.s)’ın orucu idi. O, gecenin yarısında uyur, üçte birinde kalkıp ibadet eder, altıda birinde tekrar uyurdu; bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.”[11]

Allah’ın emrine itaatte ve ibadette kuvvet sahibiydi, evvâb idi, Allah Rasûlü (s.a.v) “evvâb”ın “yalnız başına kaldığında günahlarını hatırlayıp Allah’tan mağfiret isteyen kimse” olduğunu söylemiştir. Tesbih eden, itaatkâr, yakîn sahibi ve tevbe ile Allah’a çokça yönelen anlamları da vardır.[12]

Dâvûd (a.s) ilâhî kitabı da çok okurdu. Rasûlullah (s.a.v) bunu şöyle haber verir: “Dâvud’a kıraat kolaylaştırılmıştı, bineklerinin eğerlenmesini emrederdi, daha bu iş bitmeden (Zebûr’u) okuyup bitirirdi. Elinin emeğinden başkasını da yemezdi.”[13]

Kötülüklerden Sakındırırdı

Âyet-i kerimede: “İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı. İşledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı. Yaptıkları ne fena idi!”[14] buyrulur.

İsrâiloğulları, yanlış yapan insanları önce bir uyarır, daha sonra onlarla yiyip içebilmek ve yanlarında oturabilmek için günahlarına ses çıkarmazlardı. Allah teâlâ da Hz. Dâvûd’un lisanıyla Zebûr’da onları lânetledi.

İlim ve Sanat Ehli İdi

Allah ona ilim vermişti; Tevrât’ı, Zebûru bilirdi, dinde fıkıh (ince anlayış) sahibi idi, insanlar arasında âdil ve isabetli hükümler verirdi, kuşların ve diğer hayvanların dilini anlardı.[15] Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Dâvûd’un buyruğu altına soktuk. Bunları yapan bizdik. Ona sizin için zırh yapmayı öğrettik ki harbinizin şiddetinden sizi korusun. Şimdi siz bunun şükrünü edâ ediyor musunuz?”[16]

“Andolsun biz Dâvûd’a tarafımızdan müstesna bir lutufta bulunduk. ‘Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin. Ey kuşlar! Siz de!’ dedik ve onun için demiri yumuşattık. (Ona şöyle buyurduk:) ‘Geniş zırhlar imal et, örgüsünü ölçülü yap.” Siz de (ey mü’minler) dünya ve âhirete faydalı işler yapın; şüphesiz ben yaptıklarınızı görmekteyim.”[17]

Dâvûd (a.s) taşın ağacın zikrini anlardı, tesbih ederek dağların kuşların yanından geçer, onlar da kendisine yine tesbihle cevap verirlerdi. Hatta onunla birlikte namaz kıldıkları söylenir.[18] İlk defa örgülü zırh yaparak insanlığa büyük bir hizmette bulunmuş, onları ölümden korumuştur.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Şüphesiz biz Dâvûd’a ve Süleyman’a da bir ilim verdik. Onlar «Bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun!» dediler. Süleyman, Dâvûd’a vâris oldu. Dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lutuftur.’”[19]

Sesi çok gür ve güzeldi, tesbîhâtını ve kıraatini en güzel nağmelerle süslerdi. Nitekim Rasûlullah (s.a.v), Ebû Mûsâ’ya:

“Dün gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin! Şüphesiz Dâvûd’a verilen güzel seslerden bir nağme de sana verilmiştir”[20] buyurmuştur.

Adâletle Hükmeden Bir Halîfe İdi

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Sen, onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla! O, yönünü hep Allah’a dönerdi. Dağları ve toplanıp gelen kuşları ona boyun eğdirmiştik; akşamleyin ve işrak vakti tesbih ederlerdi. Hepsi de O’na yönelmişlerdi. Onun hükümdarlığını güçlendirmiş, kendisine hikmet ve anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği vermiştik.”[21]

 Bir gün iki davacı mâbedin duvarından atlayıp Hz. Dâvûd’un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce telâşlandı. “Korkma, biz birimizin diğerini haksızlıkla suçladığı iki davacıyız. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma, bize de doğru yolu göster” dediler. Sonra içlerinden biri “Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen «Onu da bana ver» diyor ve tartışmada bana baskın çıkıyor” dedi. Dâvûd (a.s): “Senin koyununu kendi koyunlarına katmayı isteyerek haksızlık yapmış. Zaten ortakların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip sâlih ameller işleyenler böyle değildir; ama onlar da ne kadar azdır!” dedi. Bu arada Allah’ın kendisini böyle bir temsil ile imtihan ettiğini düşündü. Rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na yöneldi.[22]

Allah teâlâ onu bağışlamış ve şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır. «Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Şüphesiz Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.»”[23]

Çok Şükrederdi

Dâvûd (a.s): “İlâhî ben sana nasıl hakkıyla şükredebilirim ki, senin nimetin olmasa şükre bile gücüm yetmez!” dedi. Allah teâlâ: “Ey Dâvûd! Sana gelen nimetin benden olduğunu biliyorsun değil mi? İşte ben bunu senin şükrün olarak kabul ettim!” buyurdu.[24]

Dâvûd (a.s): “İlâhî! Saçımın her teli iki dil olup gece gündüz durmadan se­ni tesbih ve takdis etseler yine hakkını ödeyemem” diye niyâz ederdi.[25]

Allah’ın af, ihsan ve merhametine şükür olarak bir mescid yaptırmayı istedi. Mescid-i Aksâ’nın yapımına başladı ancak bitirmeye ömrü vefâ etmedi. Oğlu Hz. Süleyman’a onu tamamlamasını vasiyet etti.[26] Ecelinin geldiğini anlayınca hemen mihrabın basamaklarından birinin üzerin­de secdeye kapandı, rûhunu bu şekilde teslim etti. Hükümdarlığana, hikmetine, bilgi­sine ve peygamberliğine oğlu Süleyman (a.s) vâris oldu.[27]


[1] İbn Saʻd, Tabakât, I, 55.

[2] Taberî, Târîh, I, 245; Saʻlebî, Arâis, s. 270.

[3] Buhârî, Enbiyâ, 37.

[4] el-Bakara 2/251.

[5] el-İsrâ 17/55.

[6] Yahyâ b. Sellâm, Tefsîr, I, 142; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, IV, 118.

[7] Taberî, I, 248, Saʻlebî, s. 278; Kurtubî, Tefsîr, XIV, 266.

[8] Saʻlebî, s. 278; Kurtubî, XIV, 267.

[9] İbn Ebî Şeybe, Musannef, XI, 551; Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s. 117.

[10] İbn Ebî Şeybe, XIII, 240/34251; Ahmed, ez-Zühd, 89.

[11] Buhârî, Teheccüd, 7.

[12] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VII, 149-150.

[13] Buhârî, Enbiyâ, 37.

[14] el-Mâide 5/78-79.

[15] İbn Asâkir, Târih, XXII, 239.

[16] el-Enbiyâ 21/79-80.

[17] Sebe’ 34/10-11.

[18] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, XVIII, 479.

[19] en-Neml 27/15-16.

[20] Müslim, Müsâfirîn, 236.

[21] Sâd 38/17-20.

[22] Sâd 38/21-24.

[23] Sâd 38/25-26.

[24] Ahmed, ez-Zühd, 91-92.

[25] İbn Ebî Şeybe, XIII, 209; Ahmed, ez-Zühd, 88.

[26] Taberî, I, 252; Saʻlebî, s. 308.

[27] Saʻlebî, s. 292; İbn Esîr, el-Kâmil, I, 228.

%d bloggers like this: