Hz. Dâvûd peygamberin oğludur. Küçük yaşlarda annesi ona:
“Yavrucuğum! Geceleyin fazla uyuma! Zira geceleyin fazla uyku, kişiyi kıyâmet günü fakir bırakır” diye nasihat ederdi.[1]
On bir yaşında bir çocukken akıl ve ilminin çokluğu sebebiyle babası mühim işlerde onunla istişare ederdi.[2]
Dâvud (a.s) Mescid-i Aksâ’nın yapımına başlamış, vefat ederken oğluna onu tamamlamasını vasiyet etmişti. Hz. Süleyman da bu mukaddes mescidi büyük bir îtinâ ile tamamladı. Allah’tan bu mescide sırf namaz kılmak için gelenlerin oradan, annelerinden doğdukları gün gibi günahsız olarak çıkmalarını istedi. Allah da duasını kabul etti.[3]
“O ne iyi bir kuldu!” Yönü hep Allah’a dönüktü. Çok ibadet ederdi. Tesbihi, hamdi, şükrü, namazı çoktu. Kalbi Allah’a karşı haşyet ve muhabbetle doluydu. Cihâdı çok severdi, ömrü Allah yolunda savaşarak geçmişti. At sevgisi ve rüzgârın emrinde olması da bununla alâkalıydı. “Ben malı (atları), Rabbimi hatırlattığı için sevdim” derdi. Allah onu bir sınavdan geçirmişti. O da Allah’a yöneldi; “Rabbim, beni bağışla; bana benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Lutfu sınırsız olan yalnız Sen’sin” dedi.[4]
Tatlı Rüzgâr ve Cinler
Güzel bir kul olduğu için Allah da ona büyük lütuflarda bulundu. Dilediği yöne, bilhassa da içinde bereketler bulunan yere doğru tatlı tatlı esen güçlü rüzgârı onun emrine verdi. Bu rüzgâr sabahleyin bir aylık, akşamleyin bir aylık mesafe katederdi.[5]
Cinler ve şeytanlardan da Rabbimizin izniyle onun maiyyetinde çalışanlar vardı. Allah, bina kuran, dalgıçlık yapan, daha başka işler yapan bütün şeytanları ve zincirlerle bağlanmış diğer yaratıkları onun emrine vermişti ve onları gözetim altında tutuyordu. Emrinden sapanlara yakıcı ateşin azabını tattırıyordı. Hz. Süleyman’ın cinlerden ordusu da vardı.[6]
İlim, Sanat ve Teknoloji
Allah ona akıl, hikmet ve ilim vermişti; Tevrat’ı, Zebûr’u, kuşların ve diğer hayvanların dilini bilirdi. Dinde fıkıh sahibi idi, davaları büyük bir isabetle hükme bağlardı.[7]
Dalgıçları vâsıtasıyla denizlerden inci ve mücevherât çıkan ilk insandı. Allah onun için bakır madenini eritip akıtmıştı.[8]
Cinler, arzusuna göre ona yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi. Süleyman (a.s) bu tür ilmî ve teknolojik nimetler karşısında dâima Allah’a hamdederlerdi.
Bugün Hz. Süleyman’ın ulaştığı o ilmî seviyeyi araştırıp istifade etmek gerekir.
Karıncanın Nasihatı
Bir defasında cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları Hz. Süleyman’ın emrinde toplanmış, birlikte sevk ve idare ediliyorlardı. Nihayet Karınca vadisine geldiklerinde, bir karınca şöyle dedi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; aman, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” Onun bu sözünden dolayı Süleyman (a.s) neşeyle gülümsedi ve şöyle dua etti:
رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
“Ey Rabbim! Gerek bana gerekse anne-babama verdiğin nimete şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat!”[9]
Hz. Süleyman’ın bu tavrından Ömer b. Abdülaziz şu mânâyı çıkarmıştır: “Allah kuluna bir nimet verir de kul ona hamd ederse, bu hamd o nimetten daha üstün olur.”[10]
Hüdhüd’ün İrşâdı
Süleyman (a.s) kuşları gözden geçiriyordu. Hüdhüdü göremedi. Geçerli bir mazeret sunamazsa onu cezalandıracağını söyledi. Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim. Onları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var. Ancak onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş, böylece onları yoldan alıkoymuş; bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. Şeytan bunu göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler, diye yapmış. Hâlbuki büyük Arş’ın sahibi olan Allah’tan başka ilâh yoktur.”
Süleyman (a.s) hemen Sebe’ melikesine bir mektup gönderdi, “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla! Bana üstünlük taslamayın, gelip bana teslim olun!” dedi. Sebe’ melikesi adamlarıyla istişare ettikten sonra, “Ben onlara bir hediye göndereceğim, sonra bakacağım elçiler ne ile dönecekler?” dedi. Elçiler geldiğinde Süleyman (a.s) şöyle dedi:
“Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha değerlidir. Hayır, hayır! Bu hediyenizle ancak sizin gibiler sevinir. Ey elçi! Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş vaziyette oradan çıkarırız!”
Kitaptan Bir Bilgi
Süleyman (a.s) danışmanlarına dönerek “Beyler! Onlar boyun eğerek bana gelmeden önce hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?” diye sordu. Cinlerden bir ifrit, “Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter, ben güvenilir biriyim” dedi. Kitaptan bir bilgisi olan insan da, “Ben onu sana gözünü kapamadan önce getiririm” dedi. Süleyman (a.s), tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce Allah’a hamd etti:
“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin bir lutfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir…” dedi.
Sebe’ melikesi gelince ona “Köşke gir!” dediler. Köşkün salonunu görünce, önünde su var sandı ve eteğini topladı. Süleyman (a.s), “Bu, billûrdan yapılmış bir köşkün şeffaf zeminidir” dedi. Melike, “Rabbim, ben gerçekten kendime zulmetmişim! Artık Süleyman’la beraber Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.[11]
Süleyman (a.s) ve orduları yeryüzünde Allah’tan başka bir şeye kulluk edilmesini istemiyorlardı. Bu sebeple Sebe’lilerin haberini alır almaz hemen onları uyardılar. Dünya mülkünün de gözlerinde değeri yoktu, sırf Allah için çalışıyorlardı, bu sebeple de Belkıs’ın hediyelerine hiç ehemmiyet vermediler.
Hakîkî Saltanat
Hz. Süleyman’ın, kendisine o kadar saltanat verilmesine rağmen, Allah teâlâ’ya olan derin saygı ve tevazuundan dolayı başını kaldırıp da semâya hiç bakmadığı rivâyet edilir.[12]
“Allah’ım, bu mülkü ve saltanatı bana Sen bağışladın, üzerimdeki bütün nimetler Sen’dendir” derdi. Saltanatına imrenen insanları da “Kıyamet günü Allah katında bir ‘sübhânallah’ın sevabı, Dâvud âilesine verilen bütün saltanattan daha büyüktür” diye uyarırdı.[13]
Süleyman (a.s) oğluna şöyle derdi:
“Tartışmayı bırak! Çünkü onun faydası azdır. Üstelik o, kardeşler arasında düşmanlığı körükler.”[14]
Süleyman (a.s) Allah için çalışırken ayakta vefat etti. Bir ağaç kurdu asâsını kemirip cesedini yere düşürünceye kadar öldüğünü kimse anlayamadı. Hayatıyla olduğu kadar vefatıyla da pekçok mesajlar verdi. Bunlardan biri de cinlerin gaybı bilmediği hakîkati idi. Çünkü o vefat ettiği hâlde emrindeki cinler zor işleri yapmaya devam etmişlerdi.[15]
Hz. Süleyman’ın elli küsür yaşında vefat ettiği nakledilir. O’na ve bütün peygamberlere selâm olsun!
[1] İbn Mâce, İkâmetü’s-Salâh, 174.
[2] Saʻlebî, Arâis, s. 289, 293.
[3] Nesâî, Mesâcid, 6; İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196/1408.
[4] Sâd 38/30-35.
[5] el-Enbiyâ 21/81; Sebe’ 34/12; Sâd 38/36.
[6] el-Enbiyâ 21/78-82; en-Neml 27/17; Sebe’ 34/12-14; Sâd 38/37-38.
[7] Örnekler için bkz. el-Enbiyâ 21/78-81; Buhârî, Enbiyâ, 40.
[8] Sebe’ 34/12.
[9] en-Neml 27/15-19.
[10] en-Neml 27/15; İbn Ebî Hatim, Tefsîr, IX, 2854; Ebû Nuaym, Hilye, V, 293.
[11] en-Neml 27/15-44.
[12] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 118; Kâdî Iyâz, Şifâ, I, 331.
[13] Bkz. Saʻlebî, VII, 196.
[14] Dârimî, Mukaddime, 29/309.
[15] Sebe’ 34/12-14.