Rasûlullah Efendimiz’in Ramazanı

Ramazan’ın Allah Rasûlü (s.a.v) için çok farklı bir anlamı vardı. Çünkü peygamber olarak seçilişi, âlemlere rahmet olarak gönderilişi ve en azametli kitap olan Kur’ân’ın kendisine verilişi hep bu ayda olmuştu. Bu nimetlere şükredebilmek için Rasûlullah (s.a.v) Ramazan’da coşar, ibadetlerini artırdıkça artırır, Rabbiyle beraberliğin zirvesini yaşardı.

Onun Ramazan heyecânı “Sahûr”la başlardı. Rasûlullah (s.a.v), sahuru bereketlendirmesi için Allah’a dua eder,[1] “Bir yudum su ile dahî olsa sahur yapınız”[2], “Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır”[3] buyururdu. Bereket, ziyade ve artma demektir. Sahurla oruca kuvvet ve rağbet arttığı gibi seher vaktinde kalkılarak faziletli vakitlerden daha çok istifade edilir, daha fazla namaz, zikir ve istiğfarla meşgul olunur. O vakitte ilâhî rahmet sağanak hâlinde yağar ve sahura kalkanların ömrüne bereket verilir. Yani sahurun hem vaktinde, hem yemeğinde hem de onun için kalkmakta maddî-mânevî nice bereketler vardır. Bu bereketlerden mahrum olmamak için günlük çalışma ve istirahat programını ona göre ayarlamak gerekir. Îcâbında kaylûle uykusundan istifade edilebilir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) “Gündüzün orucuna sahur yemeği ile, gecenin ibadetine de öğle uykusu ile yardımcı olunuz!”[4] buyurmuştur. Hele “Sahur Programları”na bu kıymetli zamanı asla kaptırmamak lâzımdır.

İrbâz b. Sâriye (r.a), “Rasûlullah (s.a.v)’in Ramazan ayında sahura davet ederek «Haydin mübarek yemeğe!» buyurduğunu işittim” demiştir.[5] Demek ki Allah Rasûlü (s.a.v) mescidde ibadete dalmış olan ashâb-ı suffeyi sahur yemeğine çağırır, onlara ikram edermiş.

Rasûlullah (s.a.v) gündüzleri orucu büyük bir huzur ile tutar, “Allah teâlâ «insanın oruç dışındaki her ameli kendisi içindir, oruç ise benim içindir, onun mükâfatını da ben vereceğim» buyurdu” diye onun kıymetini bildirirdi. Oruçlunun sevineceği iki ânı müjdeler, hem iftarda hem de Rabbine kavuştuğu anda yaşayacağı sevincin heyecanını duyardı.[6] “Bana öyle bir amel tavsiye et ki, Allah teâlâ beni onunla mükâfatlandırsın” diyen sahâbîsine, “Sana orucu tavsiye ederim, zîrâ onun bir misli yoktur” buyurmuştu.[7]

Kendisini adım adım takip eden ashâbıyla birlikte her gün Kur’ân-ı Kerîm’den bir hizb okumayı vird edinmişlerdi. İlk üç sûreyi bir hizb, sonra sırayla beş, yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi birleştirerek birer hizb yaparlardı. En son Kâf sûresinden sonuna kadar Mufassal sûreleri okuyarak Kur’ân-ı Kerîm’i yedi günde hatmederlerdi.[8] Rasûllullah (s.a.v)’in bir de Cebrâil (a.s) ile mukabelesi vardı. Cebrâil (a.s) Ramazan’ın her gecesi gelir, sabaha kadar Efendimiz (s.a.v) ile karşılıklı Kur’ân okur ve onu müzâkere ederlerdi. Doyumsuz bir Kur’ân dersi yaparlardı. Zaten insanların en cömerdi olan Allah Rasûlü (s.a.v) o günlerde infakını iyice artırır, rahmet rüzgârları gibi herkesin imdâdına yetişirdi.[9] Böylece bir taraftan sâlihlerin ilim ve zikir meclislerinde bulunmanın önemini anlatırken, diğer taraftan da bu sevince nasıl şükredileceğini gösterirdi.

Muhtaçları sevindirip gönül almak da en mühim Ramazan ibadetlerindendir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) Ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır ve kendisinden bir şey isteyen herkesin ihtiyâcını karşılardı.[10] İnsanı hürriyetine kavuşturmak, ona yeniden hayat bahşetmek kadar büyük bir iyilik olduğundan maddî olarak çok külfetli bir infaktı, ancak Rasûlullah (s.a.v) bunu kolayca yapar ve Ramazan’da bu infakını nihâî dereceye ulaştırırdı.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz iftar vakti acele etmeyi bir kulluk şiârı olarak görürdü. İftar sevincini yaşamak ve yaşatmak için acele etmeyi tavsiye ederdi. Oruçlarını açmakta acele ettikleri müddetçe müslümanların hayır üzere yaşayacaklarını söylerdi.[11] Oruç tutan mü’minlere ikramda bulunmayı tavsiye ederek “Kim bir oruçluya iftar ettirirse ona oruçlunun sevabı gibi sevap verilir, oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez” buyururdu.[12] Ashâbının iftar dâvetlerine de icabet ederdi. Bir gün Saʻd b. Muâz hazretlerine iftara gitmişti. Yemekten sonra şu duayı yaptı:

أَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ وَأَكَلَ طَعَامَكُمُ الْأَبْرَارُ وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلَائِكَةُ

“Yanınızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi sâlih kimse­ler yesin ve melekler de size dua etsin!”[13]

Rasûlullah (s.a.v) Ramazan ayının gecelerini de Teravih namazı, Kur’ân, zikir ve tesbihle süsler, “Kim, inanarak ve sevâbını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihyâ ederse geçmiş günahları affolunur” buyururdu.[14]

Peygamber Efendimiz’e “Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorulduğunda, “Ramazan ayında verilen sadaka!” buyurmuşlardı.[15] Burada geçen “sadaka” kelimesi, farz olan zekâtı da içine aldığından müslümanlar mallarının zekâtını daha çok Ramazan’da vermeye gayret etmişlerdir. Ramazana mahsus olan bir de Fıtır sadakası vardır. Rasûlullah (s.a.v) bunun büyük-küçük, kadın-erkek, hür-köle her müslüman üzerine bir sâ‘[16] hurma veya bir sâ‘ arpa olarak farz kılındığını bildirmiştir.[17] Fıtır sadakasını Bayram namazından önce vermek gerekir ki muhtaçlar neşe ve sürûr günü olan bayramda ihtiyaç içinde dolaşmasınlar.

Rasûlallah (s.a.v)’e bir kadın gelerek “Hac için hazırlanmıştım, bir mâni çıktı” dedi. Efendimiz (s.a.v) ona “Ramazan’da umre yap, çünkü o da hac gibidir” buyurdu.[18] Yine şöyle buyurmuşlardır: “Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır veya benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar.”[19]

Allah Rasûlü’nün Ramazanda yaptığı ibadetlerden biri de iʻtikâf idi, yani ibadete kapanmak. Hz. Âişe, “Ramazan ayının son on günü girince Rasûlullah (s.a.v) kendini ibadete verir, geceleri ihyâ eder ve âilesini uyandırırdı” demiştir.[20] Ebû Hüreyre hazretleri de “Nebî (s.a.v) her Ramazan on gün iʻtikâfa girerdi, vefat ettiği sene ise yirmi gün itikâf yaptı” demiştir.[21] Bunun bir maksadı da Kadir gecesini idrak edebilmekti. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz bu gecenin ihyasına çok önem verir ve “Kadir gecesini, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek ibadet ve tâatle geçiren kimsenin geçmiş günahları bağışlanır”[22], “Ramazan’da bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. Kim onun hayrından mahrum olursa, çok büyük bir şeyden mahrum kalmış demektir” buyururlardı.[23]

Rasûlullah (s.a.v) Ramazan’da böylesine ibâdete teksif olmakla birlikte diğer işlerini de ihmal etmiş değildi. Gerektiğinde Ramazan’da cihâda bile çıkardı. Nitekim Bedir gazvesiyle Mekke fethini Ramazan’ın son on günü içinde gerçekleştirmiş, Tebük seferinden Ramazan’da dönmüştü.[24] Ancak çok zarûrî olmadıkça Ramazan’da yolculuk yapmamaya gayret etmeli ki bu mübarek ayın bereketinden hakkıyla istifade edilebilsin.

Hâsılı Ramazan, önce günahları yakan, sonra da mü’minler üzerine bereketler yağdıran mübarek bir aydır.


[1] Maʻmer b. Râşid, el-Câmiʻ, X, 423/19571.

[2] Abdurrazzâk, el-Musannef, IV, 227/7599.

[3] Buhârî, Savm, 20.

[4] Hâkim, el-Müstedrek, I, 588/1551.

[5] Nesâî, Sıyâm, 25.

[6] Buhârî, Savm, 9.

[7] Nesâî, Sıyâm, 43.

[8] Ahmed, Müsned, IV, 9.

[9] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 5, 6.

[10] İbn Saʻd, et-Tabakât, I, 377.

[11] Buhârî, Savm, 45.

[12] Tirmizî, Savm, 82/807.

[13] İbn Mâce, Sıyâm, 45.

[14] Buhârî, Terâvih, 46.

[15] Tirmizi, Zekât, 28/663

[16] Sâʻ 2,751 veya 3,328 kg ağırlığında bir ölçü birimidir.

[17] Buhârî, Zekât, 70-78.

[18] Muvatta’, Hac, 66.

[19] Buhârî, Umre, 4.

[20] Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 5.

[21] Buhârî, İ’tikâf, 17.

[22] Buhârî, Savm, 6.

[23] Ahmed, II, 230, 385.

[24] İbn Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, I, 612; II, 399, 437, 537; Müslim, Sıyâm, 88.

%d bloggers like this: