İlâhî Rahmet ve Merhamet

Rahmet, merhamet edilen kimseye ihsanda bulunmayı gerektiren bir rikkat yani kalpteki acıma duygusudur, “rahim” kelimesinden türemiştir, anne rahmi içindekini şefkat ve muhabbetle sarıp kuşattığı gibi rahmet ve merhamet eden de muhatabını bütünüyle kucaklayıp can evine alır. Bu durumda mahlûkâta en merhametli olan Allah teâlâ’dır, ondan sonra Rasûlullah (s.a.v) efendimiz gelir, bundan dolayı Allah teâlâ kendisine ait olan raûf ve rahîm sıfatlarıyla ona da tavsif etmiştir. Ancak burada ince bir mânâ ayrımı söz konusudur. “Rahmet” kelimesi insanlar için kullanıldığında acıma, kalp inceliği ve şefkat gösterme anlamlarını ifade ederken Allah için kullanıldığında rikkat olmaksızın sadece ihsanda bulunmayı ifade eder, yani O’nun rahmet etmesi, mahlûkâtına inʻâm ve ihsanda bulunmasından kinayedir.

Allah’ın rahmân ve rahîm isimleri vardır. Rahmân ismi kendisine hastır, başkası için kullanılamaz ve her şeyi kapsayan bir merhameti ifade eder. Bu sebeple rahmân ismi Allah’ın Arş’a istivâ ettiğini bildiren âyetlerle birlikte zikredilmiştir. Yani Allah’ın Arş’ı her şeyi kuşattığı gibi rahmeti de her şeyi kuşatmıştır. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Rahmân Arş’a istivâ etmiştir.”[1] “Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân’dır. Bunu bir bilene sor.”[2]

Rasûlullah (s.a.v) efendimiz de şöyle buyurmuşlardır: “Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında Arş’ın üstünde bulunan kitabına“Rahmetim gerçekten gadabıma gâlibtir”diye yazmıştır.”[3] Bu yazı diğer rivâyetlerde “Rahmetim gadabıma üstün geldi”[4], “Rahmetim gadabımı aştı”[5] şeklinde ifade edilir.

Yüce Rabbimiz Arş’a istivâ ettiğini bildirirken rahmân sıfatını zikretmesi ve kendi katında bulunan kitabına bilhassa rahmetinin gâlip geldiğini yazıp Arş’ın üzerine koyması dikkat çekicidir. Bunu tefekkür ettiğimizde önümüze mârifetullahtan mühim bir kapı açılır. Ne mutlu bize ki Arş’a Rahmân istivâ etmiştir, buna ne kadar şükretsek azdır. Arş Allah teâlâ’nın yarattığı en büyük varlıktır ki azametini ancak kendisi bilir. Bütün varlıkları kuşatır. Onun üzerine rahmetin yazılması ve Allah’ın ona rahmân sıfatıyla istivâ etmesi, bütün mahlûkâta rahmetle muamele etmesi demektir. Sonsuz şükürler olsun ki Yüce Rabbimiz yarattığı varlıklara rahmet sıfatıyla muamele etmektedir. Şayet celal sıfatlarından biriyle muamele etseydi hâlimiz nice olurdu?

Allah teâlâ, mahlûkâtı yaratmadan önce rahmetini ilan etmiş, onlara rahmet etmeyi kendi zâtına farz kılmış[6] ve “Rabbiniz rahmet etmeyi ilke edindi”[7] buyurmuştur.

Allah’ın umûmî rahmetinin yanında bir de rahîm sıfatının tecellîsi olan husûsî rahmeti vardır. O şöyle buyurur: “…Kimi dilersem onu azabıma uğratırım, rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu takvâ sahibi olanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[8]

Allah’ın rahmeti başlangıçta bütün varlıklara ulaşır. Daha sonra azâba uğrayacak olanlar kendi kazançlarıyla bu duruma düşerler. Yani rahmet, Allah teâlâ’nın zâtının gereğidir, gadab ise kulun kusuruna bağlıdır. Demek ki baştan rahmete nâil olup da sonra azâbı hak edenler olabilecektir. Bir bütün olarak yetişen buğdayın taneleriyle samanının harmanda birbirinden ayrıldığı gibi insanlar da sonunda öyle olacak ve herhangi bir hayır kazanmayanlar ateşi hak edeceklerdir.[9]

Devam eden âyette husûsî rahmete nâil olacak insanların diğer vasıfları şöyle anlatılır: “Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Rasûle, o ümmî Peygamber’e uyarlar, o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini ve üzerlerindeki zincirleri indirir atar. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”[10]

Allah’ın hususî rahmetine erecek olanlar, yine Allah’ın bir rahmet tecellîsi olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah (s.a.v) efendimize inanıp saygı gösteren, ona indirilen kitaba ve sünnete uyanlardır. Bu âyet bize rahmete ehil ve lâyık olmaya gayret etmek gerektiğini de anlatıyor. Bu gayreti göstermeyenler sonunda bütün genişliğine rağmen ilâhî rahmetten mahrum kalabilirler.

Buna göre Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak isteyen mü’minler öncelikle rahmet ve merhamet sıfatını kuşanmalı, bütün insanlara ve hayvanlara karşı merhamet duygularıyla dolup taşmalıdırlar. Ve bu hâllerinin de yine Allah’ın rahmet sıfatından kaynaklandığını bilmelidirler. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz rahmet halketmiştir. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak enginliğe sahiptir. Bunlardan sadece bir rahmeti yeryüzüne indirmiştir. İşte anne yavrusuna bu sâyede şefkat gösterir. Yabani hayvanlar ve kuşlar bunun sonucu olarak birbirlerine merhamet ederler. Allah teâlâ kıyamette bu biri doksan dokuza katarak rahmetini yüze tamamlayacaktır.”[11]

 “Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Onlar bu sebeple birbirlerini sever ve birbirlerine acırlar. Yabani hayvan yavrusuna bu sebeple şefkat gösterir. Allah, o doksan dokuz rahmeti kıyamet günü kullarına merhamet etmek için yanında alıkoymuştur.”[12]

Bu âlemde her şeyi kuşatan rahmet, ilâhî rahmetin yüzde birlik kısmıdır.[13] Yüce Rabbimizin rahmetinin yüzde biri, yeryüzündeki bütün şefkat, merhamet ve muhabbete kaynaklık ediyorsa, yüzde yüzünün tecellî edeceği âhiret hayatının mü’minler için ne muhteşem olacağını düşünmek gerekir. Halkımızın vefat eden kimselere “rahmete gitti” demeleri boşuna değilmiş demek ki, onlar yüzde birlik rahmetten yüzde yüzlük rahmete gitmektedirler.

Bu âlemde mü’min-kâfir ilâhî rahmet konusunda ortaktırlar. Kâfirler dünyada mü’minlerin hürmetine rızıklanır, pek çok sıkıntıdan korunur, Allah’ın rahmetinin genişliği sebebiyle onlar arasında huzurla yaşarlar. Âhirette ise rahmetten mahrum kalırlar, tıpkı başkasının kandiliyle aydınlanan kimse gibi ki kandilin sahibi ışığını alıp gittiğinde karanlıkta kalakalır.[14] Yüce Rabbimizin mahlûkâtına tecellîsi daha çok rahmet sıfatıyladır. Kullarıyla bu sıfatıyla bağlantı kurar. Bu sıfatı sebebiyle insanlara peygamberler, kitaplar göndermiş, bu sebeple onları hidayete erdirmiş, bu sebeple onlara cenneti hazırlamış, bu sebeple onlara rızık ve âfiyet vermektedir. Bunu göstermek için Kur’ân’ı, Rasûlünü, diğer peygamberlerin nübüvvetini, İslâm ve imanı rahmet diye isimlendirmiştir. Kulunu itaate ve ihsana muvaffak kılması, irfan ve marifet nimeti, isyan ve günahtan korunmak, insanlara ve hayvanlara verilen rızıklar, yağmur damlaları, ibtilâ ve imtihandan âfiyet bulmak, cehennem azabından kurtuluş, düşmanlara karşı Allah’ın yardım ve zaferi, ehl-i iman arasındaki ülfet ve uyum, Hz. Musa’ya indirilen kitap, İbrahim (a.s) ve evlatlarına yapılan övgü ve dualar, Zekeriyya (a.s)’ın duasına icabet etmesi, isyankârları affetmesi, rahat, huzur ve güzel rızık, selâm ve emân yurdu cennet Kur’ân’da hep rahmet diye isimlendirilmiştir.[15]


[1] Tâ-hâ 20/5.

[2] el-Furkân 25/59.

[3] Buhârî, Tevhîd, 15, 22, 28, 55, Bed’ü’l-Halk, 1; Müslim, Tevbe, l4-l6.

[4] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 1.

[5] Buhârî, Tevhid, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe, 15.

[6] el-En’âm 6/12.

[7] el-En’âm 6/54.

[8] el-Aʻrâf 7/156.

[9] Bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân, X, 489.

[10] el-Aʻrâf 7/157.

[11] Müslim, Tevbe, 21.

[12] Buhârî, Edeb, 19; Müslim, Tevbe, 17, 19.

[13] Saʻlebî, el-Keşf ve’l-beyân, IV, 290.

[14] Saʻlebî, el-Keşf ve’l-beyân, IV, 290.

[15] Bkz. Semîn el-Halebî, Umdetü’l-huffâz fî tefsiri eşrefi’l-elfâz, thk. Muhammed Bâsil, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1417/1996, II, 80-81; Fîrûzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz fî letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. Muhammed Ali en-Neccâr, Kâhire: el-Meclisü’l-Aʻlâ, 1412, III, 53-58.

%d bloggers like this: