Rahmetli Abdurrahman Gürses ve emsâli bazı âlimlerimiz için “-Allah göstermesin- Kur’ân-ı Kerim kaybolsa bir harfini bile eksik bırakmadan yeniden yazabilecek güçte bir hâfızdır” derlerdi. Târihte bunu ilk defa gerçekleştiren kişi herhâlde Hz. Üzeyir’dir.
Hârun (a.s)’ın neslinden olan ve israiloğulları arasından yaşayan Üzeyir (a.s) kırk yaşına bastığında Allah teâlâ ona hikmet vermişti. Tevrat’ı onun kadar ezberleyen ve bilen yoktu.[1] Toplumu aydınlatan ve onları doğru yola sevkeden çok hayırlı bir insan olmuştu. Ancak peygamber miydi, değil miydi tam olarak bilemiyoruz. İslâm âlimleri bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Abbas (r.a), “Üzeyir’in peygamber olup olmadığını bilmiyorum” demiştir.[2] İbn Ebî Hâtim ondan “Allah’ın peygamberi” diye bahsetmiş,[3] İbn Kesîr de onun peygamberliğine dair görüşün İslâm âlimleri arasında yaygın olduğunu söylemiştir. Buna göre o, Süleyman (a.s) ile Zekeriyyâ (a.s) arasında yaşamıştır. Hâsılı onun Allah’ın sâlih ve hakîm bir kulu olduğu muhakkak, İsrâiloğulları peygamberlerinden biri olduğu ise meşhurdur.[4]
Rivayete göre Üzeyir (a.s) zamanında isrâiloğulları Tevrat’ı terketmiş ve doğru yoldan sapmışlardı. Bunun üzerine Allah teâlâ, Tevrat’ı ve Tābût’u (ahid sandığını) ortadan kaldırdı ve onunla ilgili bilgileri isrâiloğullarının kalbinden sildi. Yahudiler musibetler içinde sefih bir hayat sürmeye başladılar. Hikmet sahibi sâlih bir zât olan Üzeyir (a.s), Tevrat’ı yeniden göndermesi için Allah’a dua etti. Allah da ona Tevrat’ın bilgisini verdi. Üzeyir (a.s) bunu israiloğullarına müjdeleyerek Tevrat’ı kendilerine öğretti. Vefâtına kadar aralarında kalarak onları ıslah etti. Onun ölümünden sonra Tābût bulundu ve içinden çıkan Tevrat’la Hz. Üzeyir’in öğrettiği şeylerin aynı olduğu görüldü. İsrâiloğulları buna şaşırarak “Bu bilgi Üzeyir’e ancak Allah’ın oğlu olduğu için verilmiştir” demeye başladılar.[5]
Diğer rivayete göre Bâbil Kralı Buhtunnasr, isrâiloğullarını savaşta yenip mâbedi tahrip etmiş ve Tevrat âlimlerini katletmişti. İçlerinde Hz. Üzeyir’in dedesi ve babası da vardı. Kendisi ise o esnada küçük bir çocuktu. İsrâiloğulları sürgünden döndüklerinde aralarında Tevrat’ı bilen kimse kalmamıştı. Allah yüzyıl ölü bıraktığı Hz. Üzeyir’i bir mucize ve alâmet olarak yeniden diriltince ona Tevrat bilgisini vermiş ve isrâiloğullarına göndermişti. Yahûdiler “Sen Üzeyir isen Tevrat’ı bize yazdır” demiş, Üzeyir (a.s) da onların bu arzusunu yerine getirmişti. İçlerinden biri, “Babam Tevrat’ın gömülü olduğu yeri bana haber vermişti” diyerek gidip onu çıkarmış, Hz. Üzeyir’in yazdırdığı şeylerle Tevrat arasında hiç fark olmadığını görmüşlerdi. Bunun üzerine yahudiler hiç kimseye göstermedikleri sevgiyi ona göstermeye başladılar. Nihayetinde “Allah’ın oğlu olduğu için kalbinden Tevrat’ın silinmediği”ni söylemeye kadar vardılar.[6]
Hz. Üzeyir’i mümtaz kılan vasfı, Allah’ın kitabını ezberlemesi ve onun ilimlerine vâkıf olmasıydı. Bugün de gençlerin yapacağı en güzel iş Kur’ân’ı ezberlemek ve ilimlerini öğrenmektir.
Hz. Üzeyir’in ismi Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir yerde geçer, o da yahudilerin o çirkin iddialarını yalanlamak içindir: “Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!”[7]
Saʻlebî, Taberî, İbn Kesîr, Fahreddin er-Râzî ve Tûsî gibi müfessirler âyetin bütün yahudileri kapsamadığını, bunu söyleyenlerin Medine’deki bir grup Yahudi olduğunu ifade ederler.[8]
Müfessirlerin bir kısmı Bakara sûresinin 259. âyetinde bahsedilen kişinin de Üzeyir (a.s) olduğunu söylemişlerdir:
“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı «Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı, sonra tekrar diriltti. «Ne kadar kaldın?» buyurdu. «Bir gün yahut daha az» dedi. Allah ona «Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz» buyurdu. Bu sûretle hak ona tebeyyün edince «Şimdi iyice biliyorum ki gerçekten Allah her şeye kādirdir» dedi.”
Bu âyetlerden önce “Allah iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkârcıların velisi ise sahte tanrılardır, onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar” buyurulmuş ve peşinden misaller sıralanmıştı. Birinci misal Hz. İbrâhim ile Nemrud arasında geçen tartışma idi. İkinci misal ise Hz. Üzeyir’in yaşadıklarıdır. Birincinin hedefi insanları şirk ve inkâr karanlığından tevhidin aydınlığına çıkarmak, ikincininki ise öldükten sonra tekrar dirilmenin gerçekliğini göstermektir.[9] Uğradığı şehir öyle harap olmuştu ki Üzeyir (a.s) oranın bir daha iflah olmasını hayal edemiyordu. Allah onu kuşluk vakti öldürüp yüz sene sonra güneş batmaya yaklaşırken diriltmişti. Ne kadar kaldığı sorulduğunda “bir gün” dedi, sonra güneşin henüz batmadığını görünce “veya günün bir kısmı” diye cevap verdi. Allah onun önce gözlerine can verdi.[10] Böylece kendi bedeninin ve merkebinin dirilişini seyretti, Allah’ın kemiklere nasıl et giydirdiğini hayretle izledi, yiyecek ve içeceklerinin ise hiç ölmediğini gördü. O harâb olmuş, yeniden imarı imkânsız görünen şehir tekrar inşâ edilmiş, pırıl pırıl olmuştu. Üzeyr (a.s) kırk yaşında öldürüldüğü için tekrar aynı yaşta diriltilmişti. Bu sebeple yaşlı torunlarının yanında gencecik duruyor ve her hâliyle insanlara ibret oluyordu.[11] Allah’ın azamet ve kudreti sonsuzdur, yoktan var eder, istediği varlığa ebediyet verir ve o asla bozulmaz, yok olmaz. Bütün bunlar yeniden dirilişin ve âhiretteki ebedî hayatın misalleridir. Bazı insanların aklına “sonsuza kadar nasıl kalacağız” gibi bir sual gelebilir. Allah teâlâ Hz. Üzeyir’in taze incir, üzüm ve meyve suyu gibi hemen ekşiyip bozulan yiyeceklerini yüz sene taptaze tutarak bu tür sorulara cevap vermiştir. Üzeyr (a.s) “Allah’ın her şeye kādir” olduğunu böyle bir tecrübe ile iyice öğrenmiş oldu. Biz de onun bu tecrübesinden istifade ederek Allah’ın her şeye gücünün yettiğini kalbimizin ortasına yazalım ve asla unutmayalım. Çünkü Allah Üzeyir (a.s)’ı insanlara bir âyet ve alâmet yapmıştır, onunla vermek istediği dersi almamak olmaz. Bunu yapmak ayrıca bizim için büyük bir huzur ve güven vesilesi olacaktır.
[1] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, II, 384.
[2] İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 383.
[3] İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, II, 502.
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 389-392
[5] Ali b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbü’t-teʾvîl, nşr. Abdüsselâm M. Ali Şâhin, Beyrut 1415/1995, II, 351.
[6] Bkz. Saʻlebî, Arâis, s. 347; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, III, 423-424; İbn Esîr, el-Kâmil, I, 270, 271, 280; Hâzin, II, 351-352; Baki Adam, “Üzeyir”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/uzeyir (06.04.2021).
[7] et-Tevbe 9/30.
[8] İbn Ebî Hâtim, VI, 1781; İbnü’l-Cevzî, III, 424.
[9] Heyet, Kur’an Yolu, I, 410-411.
[10] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, IV, 608-611; İbn Ebî Hâtim, II, 502, 506; Hâkim, el-Müstedrek, II, 282.
[11] İbn Asâkir, Tarîhu Dımeşk, c. 40, s. 321-322.