Sırttan Yükü İndirmek: İnsanları Affetmek

İnsan acziyet tarafı olan, zaafları bulunan bir varlıktır. Rabbine karşı dâimâ eksikleri, kusurları ve hataları olur. O ise bunların görülmesini, bilinmesini ve cezalandırılmasını istemez. Devamlı Allah’tan af ve mağfiret ister. Ceza görmemeyi, hatalarının affedilmesini, üzerlerinin örtülerek başkalarına gösterilmemesini, hatta izlerinin silinmesini ister. Allah da kullarını çokça affeder, günahlarını mağfiret eder. Çünkü O çok affeden (Afüvv) ve çok mağfiret edendir (Gafûr).

Af (اَلْعَفْوُ) kelimesi lügatte malın en helal ve en hoş olanı, bir şeyin en iyi ve kalitelisi, fazilet, iyilik,

günahtan uzaklaşmak,

rüzgârın kumlar üzerindeki izleri silmesi gibi anlamlara gelir.

Istılahî mânâsı ise cezâyı hak eden kimseyi cezalandırmayı bırakmak ve günahların izlerini silmektir.

Ga-fe-ra (غفر) kelimesi de bir şeye onu kirlerden koruyacak bir elbise giydirmek ve örtmek demektir. Miğfer başı örttüğü için bu ismi almıştır. Mağfiret de Allah’ın kulunu, azabın dokunmasından korumasıdır. Kıyamet günü af kişiyi cehennem azabından kurtarırken mağfiret de günahlarını örterek onu rezil olmanın dayanılmaz azabından korur. Biri cismânî azaptan, diğeri de rûhânî azaptan kurtarır. Allah teâlâ işte böylesine af ve mağfiret sahibidir. Şirk hâriç affetmediği bir günah yoktur. Ölmeden evvel tevbe edildiğinde şirki de affeder.

Yüce Rabbimiz güzel sıfatlarının kullarının üzerinde görülmesini ister. Buna “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak”[1] denir. Kulların bilhassa af sıfatıyla ahlâklanmaya çok ihtiyacı vardır. Çünkü onlar birbirlerine karşı da devamlı hata ve kusur işlerler. Çoğu zaman belki bunu isteyerek yapmazlar, acziyetleri ve zayıflıkları buna sebep olur, yaptıktan sonra da pişman olurlar. Sonra da bu hataların yok olmasını, bilinmemesini ve onun karşılığı olan cezadan vazgeçilmesini isterler. “Ne olacak canım, yapmışız bir hata, affediversin” derler. İntikam hırsının sürdürülüp gitmesinden hoşlanmazlar. Onlar insanlardan böyle af beklerken kendilerine karşı bir hatta işlendiğinde çoğunun meseleye bakışı değişiverir. Nefsin hasisliği tutarak “Yapılır mı böyle şey canım, yapmaması gerekirdi, aslâ affetmem” gibi düşüncelere kapılırlar. Kendileri için istedikleri şeyi başkası için istemezler. Hâlbuki Rasûlullah (s.a.v) “Sizden biri kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe iman etmiş olmaz” buyurur.

Öyle insanlar görürüz ki birbirlerine küseli yıllar olmuş, maksadını aşan bir söz bir ömür sündürülmüştür.  “O bana şöyle demişti” sözü küflenmiş vaziyette devamlı tekrarlanıp durmaktadır. Bu sebeple kardeş kardeşten uzak kalmış, âileler darmadağın olmuştur.

Hâlbuki “en iyi intikâm affetmektir” denilmiştir. Affetmek kişinin üzerindeki yükü atması demektir. Affeden insan surat asmanın yorgunluğundan, intikam fırsatı beklemenin gerginliğinden, insana göre tavır belirleme zahmetinden kurtulur. Zihni ve kalbi hafifler. Allah’ın kullarını sevindirir. Büyük bir iyilik yapmış olmanın huzur ve rahatlığıyla yaşar. Bu affı karşılığında âhirette alacağı sevabın ümidiyle heyecanlanır. Affede affede affa lâyık hâle gelir.

Bunlar üzerinde düşündüğümüzde aslında ferdin ve toplumun huzurunun büyük oranda insanın “affedicilik” vasfını kazanmasına bağlı olduğunu görürüz. İnsanlar birbirlerini affettiklerinde çok büyük problemler daha doğmadan ölür, pek çok kötülüğün önüne baştan geçilmiş olur.

Peki, affedici olmak için sebep nedir? Bunun için pek çok sebep vardır:

1. Affedenleri Allah teâlâ sever. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”[2]

 Mağfirete koşmanın insanları affetmekten geçtiğini görüyoruz. İnsanları affederek Allah’ın mağfiretini kazananlar hem müttakî hem de muhsin vasfını kazanıyorlar.

Buradan şunu da anlıyoruz ki insanın affedicilik vasfını kazanabilmesi, onun Allah’tan korkmasına bağlıdır. Ancak Allah’tan korkan ve rızasını kazanmak isteyen kimse fedakârlık yapabilir.

Diğer taraftan Allah’ı seven kimse O’nun sevdiği şeyleri de sever. Allah’ın affetmeyi ve affedenleri sevdiğini bilen insan kendini affedici olmaya zorlar. Başta bunu zorlanarak yapsa da sonra alışır ve bunu âdet hâline getirir.

Allah teâlâ’nın Peygamber Efendimiz’e, Uhud’da hata yapan ve yetmiş kişinin şehid olmasına sebep olan sahâbîleri affetmesini ve onlar için Allah’tan mağfiret dilemesini emretmesi ne büyük bir hâdisedir. Bunun üzerinde iyice düşünmek gerekir. Demek ki affedilmeyecek bir şey yoktur. Bu derece büyük hatalar bile affedilebilir ve onlar için mağfiret dilenebilir.

Affetmenin ihsan ve iyilik olduğu ve Allah’ın muhsinleri sevdiği muhtelif âyetlerde ifade edilmiştir.[3]

2. Affetmek Allah’ın mağfiret ve rahmetine vesile olur.

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.”[4]

Af ve mağfiret Allah’ın sıfatlarından olduğu için Allah kendi sıfatlarıyla vasıflanan kullarına daha iyisiyle karşılık vermekte, onlara mağfiretiyle birlikte rahmetiyle de muamele etmektedir.

3. Affedenlerin ecri Allah’a âittir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”[5]

Kişi kendisine yapılan kötülüğe aynıyla karşılık verebilir. Bu onun hakkıdır ancak çok makbul bir şey değildir. Kötülüğü affetmek ise zordur. Zor olan şeylerin mükâfatı da büyük olur. Bu sebeple kötülüğü affedenlerin ecrini Allah teâlâ kendi üzerine almıştır. Bu da onların ecrinin çok büyük olacağını gösterir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bu zümrenin mahşer yerindeki sevinç ânını şöyle haber verir:

“Kullar hesap için durduğunda, kılıçlarını boyunlarına koymuş ve yaralarından kan damlayan bir grup gelir ve Cennet’in kapısının önünde toplanırlar.

«‒Bunlar kimlerdir?» diye sorulur.

«‒Bunlar şehidlerdir. Aslında onlar ölmemişlerdi, hayatta idiler ve Allah tarafından rızıklandırılıyorlardı!»[6] denilir. Sonra bir münâdî:

«‒Ecri Allah’a âit olanlar kalksın ve Cennet’e girsin!» diye nidâ eder. İkinci defâ:

«‒Ecri Allah’a âit olanlar kalksın ve Cennet’e girsin!» der. İnsanlar:

«‒Ecri Allah teâlâ’ya âit olanlar kimlerdir?» diye sorarlar.

«‒İnsanları affedenler!» diye cevap verilir. Sonra münâdî üçüncü defâ nidâ ederek:

«‒Ecri Allah’a âit olanlar kalksın ve Cennet’e girsin!» der. Bunun üzerine şu kadar bin kişi kalkar ve hesâba çekilmeden Cennet’e girer.”[7]

4. Affetmek azmedilmeye değer bir iştir. Allah teâlâ “Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir”[8]buyurur.

5. Allah Peygamberimize af yolunu tutmasını emretmiştir.[9] Kendisine zulmedeni affetmeyi, vermeyene vermeyi, gelmeyene gitmeyi öğretmiştir.[10]

Allah’ın rahmeti o kadar nihayetsizdir ki kullarını kendisi affettiği gibi onların da birbirlerini affetmelerini istemekte ve buna ısrarla teşvik etmektedir. İnsanları affedelim, yükten kurtulup hafifleyelim ve susuzlara yetişen bahar yağmuru gibi olalım.


[1] Bkz. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VII, 58.

[2] Âl-i İmrân 3/133-134.

[3] el-Mâide 5/13.

[4] et-Tegâbün 64/14.

[5] eş-Şûrâ 42/40.

[6] Krş. Âl-i İmrân, 169.

[7] Taberânî, Evsat, II, 285; Heysemî, X, 411.

[8] eş-Şûrâ 42/43.

[9] el-Aʻrâf 7/199.

[10] Abdürrezzâk, Tefsîr, II, 105.

%d bloggers like this: