Ashâb-ı Kehf diye bilinen gençler büyük bir dâvânın erleriydi. Müşrik bir toplumda Allah’ın birliğine iman etmiş, ne pahasına olursa olsun bu imanlarını korumuş ve gereğini yapmışlardı. Yüce Rabbimiz bu gençlerden övgüyle bahsederek onları Peygamber Efendimiz’e ve ümmetine örnek gösterir:
“…Hakikaten onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık ve kalplerini metîn kıldık. (Hükümdarın karşısında) ayağa kalkarak dediler ki «Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir, biz O’ndan başka bir ilâha tapmayız.”[1]
Gençler hayır yolunda kararlı bir adım atınca Allah da onlara yardım etti, imanlarını, ihlaslarını ve sebatlarını artırdı, istikâmetlerini dosdoğru kıldı. Kalplerine metanet, cesaret, basiret ve azim verdi, onları ilim ve irfan ehli bahtiyarlar kıldı.
Hicret
İnançsız bir toplumda hayat yaşanmaz hâle gelince bu yiğitler hicret etmeyi düşündüler. Toplumun işlediği günahlar sebebiyle başlarına bir musibet gelmesinden korkarak aralarından çıkıp gittiler. Hâlbuki hicret zor bir karardır, o güne kadar elde ettiğin herşeyi bırakıp hayata yeniden başlamak, hem de zorluklar içinde başlamak demektir. Ama ecri de o nisbette büyüktür. Kötülük yapmamak kadar kötülerle beraber olmamak da gerektiği için zaman zaman hicret bir zorunluluk hâline gelebilir.
Bu gençler hicret edip mağaraya sığınınca “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ihsan eyle ve şu işimizde bize bir kolaylık ve çıkış yolu lutfeyle!” diye dua ettiler.[2] Her şeylerini Allah yolunda feda edince Allah da onların şânını yüceltti, nâmlarını kıyâmete kadar bâkî kıldı. Onları bir iman esasının, öldükten sonra yeniden dirilişin sembolü kıldı. İbret-i âlem için uyandıklarında birbirlerine “Ne kadar uyuduk?” diye sormaya başladılar. Kimi “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” diyordu. Kimi de “Rabbiniz ne kadar kaldığınızı daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, şehrin hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin. Bu esnada gâyet hassas davransın da sakın sizi kimseye sezdirmesin. Çünkü onlar sizi fark ederlerse ya taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki o zaman ebediyyen felâh bulamazsınız.”[3]
Ciddî İşler Peşinde Olmak
Bu gençler anlamsız tartışmalarla vakit geçirmektense faydalı işler yapmayı tercih ediyorlardı. Lüzumsuz konuşmaları hemen bırakıp rızık temin etmenin yoluna baktılar. Ama bu arada önemli bir noktaya da dikkat çektiler. Alacakları malın helâl ve hoş olması gerektiğini söylediler. Bunca korku, endişe ve imkânsızlığın içinde helal-haram konusunda hiç taviz vermediler.
Gençlerin dikkat çektiği ikinci husus önemli işleri yaparken son derece dikkatli ve hassas davranmanın gereği idi. Bu noktadaki kaygıları ise zâlim insanların üzerlerine gelerek inançlarına zarar vermesiydi. Hak hukuk tanımayan, insan hürriyetine saygı göstermeyen zâlimler devamlı zorbalık yapar, herkesi kendilerine benzetmeye çalışırlar. Çeşitli entrikalarla gençlerin zihnini çelmeye, onları fitneye düşürmeye çalışırlar. Bunlara karşı alınacak en güzel tedbir onlardan uzak durmaktır. Fitnenin her tarafa yayıldığı zamanlarda insan öncelikle kendi inancını muhafaza etmeyi düşünmelidir. Şartlar müsait olduğunda ise hemen hakikati tebliğe koyulmalıdır. Zira dünya hayatında Rabbimizin bizden istediği şey, hakikatin bütün insanlığa ulaştırılması, yanlış yapan bütün insanların güzel bir üslûb ile uyarılmasıdır.
Tedbir Bizden Takdir Allah’tan
İnsan son derece tedbirli olmakla birlikte takdirin Allah’a ait olduğunu bilmelidir. Ashâb- Kehf ne kadar dikkatli davransalar da Allah teâlâ murâdını tahakkuk ettirdi ve onları insanlara sezdirdi. O günlerde inkârcılar öldükten sonra yeniden dirilişe inanmazken mü’minler de bu dirilişin sadece rûh ile mi yoksa hem rûh hem bedenle mi olacağı konusunda tartışmaya başlamışlardı. Allah teâlâ bu yiğit gençleri böylesine önemli bir konuya delil yaptı, onları kıyamete kadar ibretle yâd edilecek bir âyet kıldı. Onlar Allah’ın vaʻdinin hak olduğunu ve kıyametin geleceğinde hiç şüphe bulunmadığını bir kez daha gösterdiler.
Allah onları kalplere sevdirmiş, insanlar arasında paylaşılamaz olmuşlardı. Sonunda gâlib gelenlerin isteğiyle üzerlerine bir mescid yapılmasına karar verildi. Yanlarında ibadet, dua ve zikir sesleri yükselmeye başladı.
Bu târîhî hâdisede Allah’ın yiğit gençleri ne kadar çok sevdiğini görüyoruz. Allah teâlâ kendisine iman eden, bu uğurda herşeyini fedâ eden, gerektiğinde bütün toplumu karşısına alan, ciddiyetle çalışan, harama helale dikkat eden gençleri sevmiş, onları kudretinin âyetlerinden büyük bir âyet yapmış ve bütün kullarına da sevdirmiştir. Bugün herkes onları hayranlıkla anıyor, kabirlerini ziyaret etmek için can atıyor. Çünkü onlar büyük bir destan yazdı ve tarihe geçtiler. İmanın, cesaretin ve salâbetin alâmeti oldular.
Bugün Böyle Gençlere İhtiyacımız Var Günümüzde durum daha vahim hâle geldi. İmanı saran şüpheler zirveye çıktığı gibi bir de sosyal medya vasıtasıyla her tarafı sardı. Önceleri iman mü’minlerin kırmızı çizgisiydi. Bugün ise inkarcıların yüksek sesle her tarafa yaydığı şüpheler sebebiyle tartışılması normal bir konu hâline geldi. Müslüman gençlerin iman esaslarını rahatça tenkit edebildiğini, bir müddet sonra da kalplerini kemiren şüphelere yenik düştüğünü üzülerek görüyoruz. Dolayısıyla bugün Ashâb-ı Kehf gibi kıyam edip “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’tır” diyecek gençlere her zamankinden daha çok muhtâcız.
[1] el-Kehf 18/13-15.
[2] el-Kehf 18/10.
[3] el-Kehf 18/19-20.