Allah teâlâ insanı erkek ve kadın olarak iki farklı cinste yaratmış ve âile kurarak birbirlerini tamamlamalarını murad etmiştir. İlk insanın her şeyden önce âile kurmaya yönelmesi bu müessesenin ne kadar zaruri olduğunu gösterir. Aynı şekilde Kur’ân’da âile ve akrabalığın çok farklı konularla birlikte işlenmesi; imandan cihada, kıssalardan âhirete bir çok konunun içinde yer alması onun merkezî konumundan kaynaklanmaktadır. Allah teâlâ evliliğin sorumluluğunu kaldırabilecek durumda olanlara evlenmeyi emretmiştir.[1] Rasûlullah (s.a.v) de evliliğe teşvik etmiş, tarafların rızasını alarak birçok kişiyi evlendirmiştir.[2] Evliliğe gücü yetmeyenlerin de sabretmeleri ve oruca ağırlık vererek iffetlerini korumaları istenmiştir.[3]
Bugün gelinen noktada bazı insanlar âile kurmayı yük olarak görmekte, ferdî yaşamanın daha rahat ve özgür olduğunu düşünmektedir. Hâlbuki âile hayatının başta bir takım yorgunlukları olmakla birlikte, devamı huzur ve mutluluklarla gelir ve insanın en âciz olduğu yaşlılık döneminde en büyük ihtiyaca dönüşür. Ferdî hayat ise nefsin hevâ ve hevesi sebebiyle baştan tatlı gelir, gün geçtikçe zorlaşır, sonunda çekilmez bir yalnızlık ve buhrâna dönüşür. İnsan fıtratına uygun olmayışı da huzursuzluğunun en büyük kaynağıdır. Sünnete ters ve günahlara daha açık bir hayat olması sebebiyle âhiret açısından da büyük tehlikeler taşır. Ferdî hayat insanın dünyaya gelişinin mânâ ve gâyesini daraltır, tek kişinin arzu ve lezzetlerine hapseder. Âile hayatı ise başkalarının yetiştirilip terbiye edilmesine, akrabalık bağlarının kurulmasına, güçlü bir toplum yapısı oluşturarak ırkın, milletin, dinin ve hatta insan neslinin devamına hizmet eder. Hayatta olmanın anlamı genişler, derinleşir ve sonsuza doğru uzayıp gider.
Âile kurmak basit bir birleşme ve tenâsülden ibaret değildir. Son derece büyük, önemli ve kompleks bir meseledir. İki hayatın birleşerek yeni bir hayata dönüşüp büyümeye başlaması demektir. Evlilik, kökleri derinlerde olan maddî ve mânevî bir birleşmeyi ve tatlı mes’ûliyetler yüklenmeyi ifade eder. Sadâkat, muhabbet ve fedâkarlık ister.
Allah teâlâ mü’minlerin evlenmelerini ve müsait olan diğer insanların evlenmesine yardımcı olmalarını emreder: “İçinizden evli olmayanları, köle ve câriyeleriniz arasından da elverişli olanları evlendirin. Yoksulluk içinde iseler Allah lutfu ile onları ihtiyaçtan kurtarır. Allah’ın hazinesi geniştir, O her şeyi bilmektedir.”[4]
Yüce Rabbimiz insanın fıtratını âile kurmaya istekli yaratmış, eşler arasına sevgi ve merhamet yerleştirmiş ve bunu kendi varlığının delillerinden saymıştır.[5] Âile kurmak bu âlemde merhamet ve muhabbeti artırmak demektir. Bunun yanında âilede adalet, hakşinaslık, istişare, örf, sulh, dinin öğretilmesi ve yaşanması gibi temel prensiplere de önem verilmelidir. “Küçüklere merhamet, büyüklere saygı”[6]düsturu hiçbir zaman terkedilmemelidir. Âile düzeninin devamı için her fert yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmeli, düzeni bozacak tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır.[7]
Âilenin gülü olan çocuklar birer imtihan vesilesidir.[8] Ana-baba bu imtihan karşısında dikkatli olmalı ve Allah’ın kendilerine hayırlı bir nesil ihsan etmesi için dua etmelidir.[9] Müslümanlar bu konuda gayr-i müslimler gibi düşünmemelidir. Onlar fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürürlerdi. Bugün de aynı cahiliye adeti “nüfus planlaması” ve “kürtaj” adı altında devam etmektedir.
Fertler birbirine destek olarak âile içinde dini daha güzel yaşamaya gayret etmeli, mal ve evlatlar kişiyi Allah’a karşı vazifelerini yapmaktan alıkoymamalıdır.[10] Çünkü âhirette kişiye ne malın, ne çocuların, ne de akrabaların bir faydası olmayacaktır.[11]
Çocukları güzel bir şekilde terbiye etmek anne babanın başta gelen sorumluluğudur. Başta iman esaslarını gönüllerine yerleştirmeli, onlara ibadet alışkanlığı kazandırmalı,[12] edebi, ilmi, hayır ve şerri öğretmelidirler. Evlatlarının önünde canlı birer örnek olarak onları cehennem azabından korumalıdırlar.[13] Çocuklar da ebeveyne itaat ve dua etmeli, onlara “öf!” bile dememelidirler.[14]
Âile ferdleri dünyada Allah’a iman edip O’nun râzı olacağı bir hayat yaşarlarsa Allah da onlara cennette daha güzel bir hayat bahşeder.[15] Zira Allah için gösterilen sevgi Cennet’te artarak devam eder.[16]
Âile güçlendikten sonra bu saadet genişleyerek akrabalara yayılmalıdır. Toplumu güçlü kılan diğer önemli bir unsur da akrabalık bağlarının kuvvetlenmesidir. Bunu temin eden en mühim vasıta ise sıla-i rahimdir.
Akrabalarla irtibatı kesenler Kur’ân’da şiddetle kınanmış, insanlar Allah’a saygısızlığın hemen ardından akraba haklarına riayetsizlikten sakındırılmıştır.[17] Müfessirler bu âyetlerden hareketle akrabalık bağlarını gözetmenin (sıla-i rahim) vacip, ihmalin ise haram olduğunu söylemişlerdir.[18] Allah teâlâ şöyle buyurur: “Onlar Allah’ın, korunmasını emrettiği bağı koruyan, Rab’lerine saygıda kusur etmeyen, hesabın kötü sonuç vermesinden korkan kimselerdir.”[19] Allah’ın sağlamlaştırılmasını emrettiği bağları koparanlar kınanmıştır.[20] Akrabalık bağlarını korumak, onlara karşı sorumlulukları yerine getirmek ve merhametli davranmaktır. Bağları koparmak ise akrabaları arayıp sormamak, onlara kötü davranmak ve haksızlık etmektir.[21] Rasûlullah (s.a.v) pek çok defa bunu vurgulamış, “Beni cennete götürecek bir amel söyler misiniz?” diye soran sahâbîye “Allah’a kulluk eder O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazını kılar, zekâtını verirsin ve akrabanı gözetirsin!” cevabını vermiştir.[22] Yine o, sıla-i rahim’in Allah’ın Rahmân ismiyle aynı kökten geldiğini, bu sebeple akrabalarıyla bağlarını sağlamlaştıranların Allah’ın rahmetine nâil olacağını, bunu ihmal edenlerin ise rahmetten mahrum kalacağını haber vermiştir.[23] Bizimle ilişkisini kesenlerle bile akrabalık bağlarını sürdürmemiz emredilmiştir.[24] İslâm’a hizmet etmek isteyen dâvâ sahibi insanlar bu iki konuya çok dikkat etmelidir. Zira İslâm âilede korunur ve akrabalarda yayılmaya başlar. Peygamberler İslâm’ı âile ve akrabalarının desteğiyle tebliğ etmişlerdir. Âile ve akrabalık bağları güçlü olan insanlar kendilerini nefse ve şeytana karşı daha rahat koruyabilirler.
[1] en-Nisâ 4/3.
[2] en-Nûr 24/32; Yahya b. Sellâm, Tefsîru Yahya b. Sellâm, Beyrut 1425/2004, I, 445; Taberî, Câmiu’l-beyân, IV, 194.
[3] en-Nûr 24/33.
[4] en-Nûr 24/32.
[5] en-Nisâ 4/1; el-Aʻrâf 7/189; er-Rûm 30/21; ez-Zümer 39/6; en-Necm 53/45-46.
[6] Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.
[7] en-Nisâ 4/34, 128.
[8] el-Enfâl 8/28; et-Teğâbün 64/15.
[9] el-Bakara 2/128; Âl-i İmrân 3/38; el-Furkân 25/74; el-Ahkaf 46/15.
[10] el-Münâfikûn 63/9.
[11] el-Mümtehine 60/3.
[12] el-Ahkaf 46/17; Tâhâ 20/132.
[13] et-Tahrîm 66/6; Taberî, XXIII, 103-104; Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, VI, 43-44.
[14] el-Bakara 2/83; en-Nisâ 4/36; el-İsrâ 17/23-24.
[15] er-Raʻd 13/23-24.
[16] ez-Zuhruf 43/67; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, XXVII, 225.
[17] el-Bakara 2/83; en-Nisâ 4/1, 36; er-Raʻd 13/21; er-Rûm 30/38; Muhammed 47/22.
[18] Taberî, VI, 339; Kurtubî, el-Câmiʻ li-ahkâmi’l-Kur’ân, VI, 14.
[19] er-Ra‘d 13/21.
[20] el-Bakara 2/27; er-Raʻd 13/25;Taberî, XIII, 514.
[21] Taberî, I, 439.
[22] Buhârî, Zekât 1; Müslim, İman, 12, 14; Beğavî, Meâlimü’t-Tenzîl, IV, 312;
[23] Buhârî, Edeb, 13; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, XIII, 76.
[24] Buhârî, Edeb, 15; İbn Kesîr,XIII, 76.