Allah’ın Ay’ı: Muharrem

Doç. Dr. Murat KAYA[1]

Amr bin Abese -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vakitler içinde Allâh’a yakınlık bakımından, diğerlerine göre daha fazîletli olan bir vakit var mıdır?” diye sordum.

“–Evet, Rabbin kula en yakın olduğu vakit, gecenin son kısmının ortasıdır. Eğer o saatte Allâh’ı zikreden kimselerden olmaya gücün yeterse ol! Çünkü namaz (o saatte) meşhûddur (melekler o esnâda hazır bulunurlar).” buyurdu. (Nesâî, Mevâkîtü’s-Salât, 35)

Bu hadîs-i şerîften anlaşıldığına göre Allah katında bazı vakitler diğer zamanlara göre daha kıymetlidir. Bunlardan biri de Muharrem Ayı’dır.

“Muharrem” kelimesi, haram kılınan, yasaklanan, mukaddes olan, hürmet edilen mânâlarına gelir. Önce­leri bu ay “Saferü’l-evvel” diye isimlendirilir, “Muharrem” kelimesi de yanına sıfat olarak ilâve edilirdi. Daha sonra bu sıfat, o ayın husûsî ismi hâline gelmiştir.[2]

Kur’ân-ı Kerîm’de, saldı­rıya uğrama durumu hariç savaşın haram olduğu aylardan bahsedilerek bu aylara hürmet edilmesi emredilir.[3] Rasûlullâh Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bu ay­ların Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb olduğunu haber vermiştir.[4]

İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-, Fecr Sûresi’nde üzerine yemin edilen “fecr”den maksadın Muharrem Ayı olduğu görüşündedir. Aynı sûrede yine üzerine yemin edilen on gecenin Muharrem’in ilk on gecesi olduğu da ifade edilir. (Taberî, XXX, 107)

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ramazan orucu dışında en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur. Farzlar dışında en faziletli namaz da gece namazıdır, (yani teheccüd).” (Müslim, Sıyâm 202, 203; Nesâî, Kıyâmü’1-leyl, 6)

Muharrem’in “Allah’ın ayı” diye tavsîf edilmesi, onun kıymetini ifâde içindir. Yoksa bütün aylar Allâh’a âittir.

Yine bir sahâbînin:

“–Yâ Rasûlallâh! Ramazan’dan sonra hangi ayda oruç tutmamı emir buyurur­sunuz?” sualine Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu cevabı vermiştir:

“–Eğer Ramazan’dan sonra oruç tutacaksan, Muharrem’de tut! Zîrâ o, Allâh’ın ayıdır; onda bir gün vardır ki, Allâh, bir kavmin tevbesini o günde kabûl bu­yurdu; başka kavimlerin de tevbe ve niyâzlarını o günde kabûl buyurur.” (Tirmizî, Savm, 40/741)

Fazîletinden bahsedilen o gün, Muharrem’in 10. günüdür, yani:

Âşûrâ Günü

Rivayetlere göre Muharrem’in onunda yani Aşûre günü;

Âdem -aleyhisselâm-’ın tevbesi kabul edilmiş,

Mûsâ -aleyhisselâm- Firavun’dan kurtulmuş,

Nûh -aleyhisselâm-’ın gemisi Cûdî dağına oturmuş,

Îsâ -aleyhisselâm- doğmuştur.[5]

Bu rivâyetlerden anlaşıldığına göre Muharrem Ayı’nda, bilhassa da Aşûre Günü’nde bol bol tevbe ve istiğfâr etmek îcâb etmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın tevbelerimizi, istiğfârlarımızı ve duâlarımızı kabûl buyurması için de elimizden geldiği kadar iyilikler yapmak, imkânlarımız nisbetinde infâk ve ihsanlarda bulunmak lâzımdır.

On Muharrem, kaynaklarda işaret edildiğine göre birçok peygamberin hayatında mühim hâdiselerin meydana geldiği bir gündür. Ne yazık ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in sevgili torunu Hazret-i Hüseyin -radyallâhu anh-’ın Kerbelâ’da şehit edilmesi de bu güne tesadüf etmiştir. Hicretin 61. senesinde vuku bulan bu elîm hâdise, bütün mü’minleri derin bir hüzne garketmiştir.

Fakat aşûre orucunun bu elîm hâdise ile hiçbir alâkası yoktur. Aşûre orucunun bu hâdise ile irtibatlandırılması yanlıştır. Böyle bir niyetle oruç tutulması veya başka faaliyetlerin yapılması bid‘attir.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke’den Medîne’ye hic­ret ettiğinde yahûdîlerin âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü. Sebebini sorduğunda yahûdîler:

“–Bugün hayırlı, faydalı ve büyük bir gündür. Allâh Teâlâ, bu günde Benî İsrâîl’i düşmanlarından kurtardı. Mûsâ -aleyhisselâm-, (Allâh’a şükür için) o gün oruç tuttu.” dediler.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Ben Mûsâ’ya sizden daha yakınım.” buyurdu­lar. O gün oruç tuttular ve mü’minlere de oruç tutmalarını emrettiler. (Buharî, Savm, 69, Enbiyâ, 24; Müslim, Sıyâm, 127)

Hanım sahâbîlerden Rubeyyi’ bint-i Muavviz -radıyallâhu anhâ- diyor ki:

“Âşûrâ gününün sabahı Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ensâr köylerine şu haberi gönderdi:

«Kim bugün oruca niyet etmişse tamamlasın! Kim niyet etmemişse günün kalan kısmını oruçla geçirsin!»

Ondan sonra biz o gün oruç tutardık, çocuklarımıza da tuttururduk. Mescide gider, çocuklara yünden oyuncaklar yapardık. Onlardan biri yiyecek için ağladığında bu oyuncağı eline verip onu iftar vaktine kadar meşgul ederdik.” (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Sıyâm, 136)

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Âşûrâ orucunu tutun; ancak bir gün ön­ce veya bir gün sonra tutarak yahudilere mu­hâlefet edin!” (Ahmed, I, 241; Bezzâr, no. 1052; Heysemî, III, 188)

Bu sebeple Hanefî mezhe­bine göre Muharrem’in sadece onuncu günü oruç tutulması, yahudileri taklit mânâsına gelebileceği için mekruhtur.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Âşûrâ günü oruç tutup; o gün oruç tutulmasını da emredince, ashâb-ı kirâm:

“−Ey Allah’ın Ra­sulü! Bu, yahudi ve hristiyanların saygı gös­terdiği bir gündür.” dediler. Efendimiz şöyle buyurdu:

“−Gelecek sene inşaallah dokuzuncu günü oruç tuta­rım.”

Fakat gelecek sene gelmeden Allâh Ra­sûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz vefat etti. (Müslim, Siyâm, 133; Ebû Dâvud, no. 2445; Taberânî, no. 10785; Beyhakî, IV, 287)

Dolayısıyla müslümanların âşûrâ orucunu Muharrem’in dokuzuncu ve onuncu günlerinde tutmaları müstehaptır.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle der:

“Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Âşûra orucunu emretmişti. Ramazan orucu farz kılınınca artık onu dileyen tutar, dileyen de tutmazdı.” (Buhârî, Savm, 69; Müslim, Sıyâm, 115)

Önce farz iken sünnete dönüşen bir hüküm, böyle bir geçmişi olmayan sünnetten daha üstündür. Bu sebeple âşûrâ günü orucuna ihtimam göstermek lâzımdır. Nitekim Rasûlullah Efendimiz’e âşûrâ günü tutulan orucun kıymeti sorulduğunda:

“Geçmiş bir senenin günahlarına kefâret olur.” buyurmuşlardır. (Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbn-i Mâce, Sıyâm 40)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- da Peygamber Efendimiz’in fazîletli günlerde tuttuğu oruçlar arasında Âşûrâ orucu kadar ihtimam gösterdiği başka bir günü görmediğini ifade eder. (Buhârî, Savm, 69)

Âşârâ Günü Cömert Davranmak

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kim Âşûrâ günü (nafaka hususunda) âilesine geniş davranırsa Allâh Teâlâ da bütün sene boyunca onun rızkına bolluk ihsân eyler.” (Taberânî, Evsat, IX, 121, Kebîr, X, 77; Beyhakî, Şuab, III, 366; Heysemî, III, 189) zayıf

Câbir -radıyallâhu anh- bu rivayetle alâkalı olarak:

“–Biz bunu tecrübe ettik ve aynen öyle olduğunu gördük.” der. İbn-i Uyeyne de:

“–Biz bunu elli veya altmış sene tecrübe ettik.” demiştir. (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI, 306)

Cenâb-ı Hak, âilesine cömert davranan kuluna böylesine büyük lûtuflarda bulunursa, kim bilir fakir ve garip kullarına cömert davranan kişilere ne ikrâm ve ihsanlarda bulunur!


[1] Doç. Dr. Murat Kaya, “Allah’ın Ay’ı: Muharrem”, Ehl-i Beyt ve Kerbela, ed. Doç. Dr. Fatih Kurt, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2022, 71-75.

[2] İslâm’dan evvel muharrem ayına “Saferü’l-evvel” denirdi. Çünkü Araplar yılın ilk altı ayını her iki aya bir isim vermek suretiyle Safer, Rebî‘ ve Cumâdâ diye isimlendirmiş, bunları birbirinden ayırmak için birincisine “evvel”, ikincisine “âhir” veya “sânî” sıfatlarını eklemişlerdi. İlk iki aya “Saferân” ismi de verilmiş, birinci Safer haram aylardan olduğu için “Saferü’l-Muharrem” şeklinde de anılmıştır. (Diyanet İslâm Ansiklopedisi, “Muharrem” maddesi)

[3] Bakara, 191, 194, 217; Mâide, 2, 97; Tevbe, 5, 36.

[4] Buhârî, Hac 132, Meğazî 77, Tevhîd 24; Müslim, Kasâme, 29.

[5] Abdü’l-Hayy el-Leknevî, el-Âsâru’l-merfûa fi’l-ahbâri’l-mevdûa, Dâru’l-Kütübi’l İlmiyye, Lübnan, 1405, s. 95-96. Krş. Diyarbekri, Târîh, I, 360; İbn-i Asâkir, Fadlu Receb, no: 2.

%d bloggers like this: