Ekonomi
Rasûlullah (s.a.v) Medîne’ye hicret edince Kureyş müşrikleri Peygamberimizi terketmeleri için Medineli Müslümanlara tehditli mektuplar gönderiyor, onu öldürmeleri veya Medine’den sürüp çıkarmaları için münafıklarla müşriklere ültimatomlar veriyorlardı. Aynı zamanda Müslümanlara hac yollarını da kapatmışlardı. Bunun için Suriye ticaret yollarını keserek onları ticarî ve iktisadî cihetten sıkıntıya düşürüp yola getirmek gerekiyordu. Peygamberimiz Sîfü’l-Bahr’e göndermek üzere ilk defa Hz. Hamza için bayrak bağladı. (Asım Köksal, İslam Tarihi, 3/252-253)
Peş peş gönderdiği ilk seriyyelerin tamamı bu şekilde Mekke müşriklerini ekonomik olarak zayıflatmayı hedefliyordu. Nitekim Müşriklerin ileri gelenlerinden Zemʻa b. Esved, insanları savaşa teşvik ederek şöyle diyordu:
“Vallahi Muhammed ticaret kervanınızı ele geçirecek olursa muhakkak onunla üzerinize yürür, Mekke’ye de girer!” (Asım Köksal, İslam Tarihi, 3/370)
Müşriklerin canhıraş bir şekilde ordular hazırlanıp savaşlara koşmaları da her şeyden önce ticaret yollarını selâmete çıkarmak içindi. Nitekim Bedir savaşından vazgeçmesini isteyenlere Ebû Cehil şöyle diyordu:
“Allah bize onlardan öç alma fırsatını verdikten sonra öcümüzü almadıkça andolsun geri dönmeyeceğiz, onlara hadlerini bildireceğiz ki bundan sonra ne gözcü çıkarılabilsinler ne de kervanlarımızın önüne geçilebilsinler!” dedi. (Vâkıdî, el-Megāzî, 1/61)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bu taktiği başarılı oldu ve 8 sene sonra Mekke gibi her yönden çok mühim bir merkezi savaşmadan teslim aldı.
Boykot
Düşmana karşı yapılan boykot köklü olmalı ve büyük sonuçlar doğurmalıdır. Bunların başında da kendi çarşı ve pazarımızı kurmak ve yerli üretimi güçlendirmektir.
Rasûlullah (s.a.v) Medine’ye hicret edince Müslümanlara Yahudilerinkinden ayrı bir çarşı ve pazar yeri göstermek isteyerek halasının oğlu Zübeyr b. Avvam’a ait arazinin bir tarafına bir çadır kurdurup: “Sizin pazar yeri ve çarşınız şimdilik burasıdır!” buyurdu. Fakat Yahudilerin reislerinden Ka’b b. Eşref’in gidip oradaki çadırın iplerini kestiği görülünce oradan vazgeçildi.
Bir adam gelip: “Yâ Rasûlallah! Ben Medine çarşısı için münasip bir yer gördüm, oraya da bir bakmaz mısınız?” deyince Peygamberimiz (s.a.v) oraya gitti ve ayağını yere vurarak:
“Sizin çarşınız, pazarınız burasıdır. Burasını kimse daraltamaz ve buradan vergi de alınmaz!” buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v) çarşı ve pazarla, alıcılar ve satıcılarla, alınan ve satılan mallarla yakından ilgilenirdi. Bir gün Medine’nin yeni çarşısına uğramıştı. Orada kurulmuş bir baraka gördü. “Kimindir bu baraka?” diye sordu. “Hârise oğullarından filan adamın!” dediler. Peygamberimiz (s.a.v): “Yakınız onu!” buyurdu, yaktılar. Peygamberimizden sonra Dört Halife Devrinde de bu çarşı ve pazar yerinin herhangi bir şekilde işgaline meydan verilmedi.
Rasûlullah (s.a.v) çarşı ve pazarda satılacak şeyleri çarşı ve pazara getirilmeden yolda karşılamayı, satın alınan yiyeceği ve herşeyi tamamıyla teslim almadan satmayı veya yanında bulunmayan bir malı çarşıdan satın alıp müşteriye satmayı, birbirlerinin satışı üzerine satış yapmayı, müşteri kızıştırmayı yasaklamış; “Satacağı zaman kolaylık gösteren, satın alacağı zaman kolaylık gösteren, hakkını isterken kolaylık gösteren kişiye Allah rahmet etsin!” buyurmuştur. (Asım Köksal, İslam Tarihi, 3/189-193)
Temiz Mal
Mekkeli müşrikler Hz. İbrahim’in dinini bozmuşlar, hevâlarına göre bazı âdetler uydurmuşlardı. Kâbe’nin kudsiyetine inanıyor, hac ve umreyi bozdukları hâliyle yapmaya devam ediyorlardı. İnsanlar hac için toplandığında Mekke’nin etrafında panayırlar kuruluyor, ticaret ve kültürel faaliyetler canlı bir şekilde devam ediyordu. Hac ve umre için insanların Mekke’de toplanmaları ekonomik olarak Mekke’lilere çok büyük menfaatler sağlıyordu. Müslümanlar Mekke’yi fethedince bu pazar onların eline geçti.
Bir yıl sonra hac mevsimi gelmiş müslümanlar tam ekonominin nabzını tutmaya başlamışlardı ki Allah teâlâ Tevbe sûresini indirdi. Müşriklere kesin bir uyarı verdi, Allah ve Rasûlü’nün müşriklerden berî olduğunu bildirdi. Anlaşmasına riayet edenlere müddetleri bitinceye kadar, diğerlerine de dört ay mühlet tanıdı. Bu zaman dolunca savaş hâlinin başlayacağını bildirdi. Bununla birlikte Allah teâlâ müşrikleri her fırsatta tevbe etmeye, namaz kılıp zekât vermeye çağırıyor, bunun kendi iyiliklerine olduğunu bildiriyor, mağfiret ve rahmet sahibi olduğunu vurguluyordu. Yüz çevirdiklerinde ise Allah’a asla zarar veremeyeceklerini ve elîm bir azaba müstahak olacaklarını hatırlatıyordu. Zira asıl maksat kulların kurtuluşa ermesi idi. Bu sebeple herhangi bir ihtiyacı için eman isteyen kimseye de eman veriliyor, Allah’ın kelâmını işitmesi sağlanıyordu. Sonunda inanmasa bile o geldiği yere emniyet içinde ulaştırılıyordu.
İnançsızlara karşı bu kesin uyarı ve sert tavrın sebebi neydi acaba? Tevbe sûresindeki âyetlerde bunun cevabı açıkça verilmiştir: “Verdikleri söze nasıl güvenilebilir ki? Şayet size galip gelselerdi, yakınlık bağını da antlaşma hükümlerini de sizin için gözetmezlerdi. Onlar dilleriyle sizi memnun etmeye çalışıyorlar, fakat kalplerinden geçen çok farklı. Zaten onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”[1]
– Allah’ın hakkını gözetmez, emirlerine riayet etmezler.
– Allah’ın âyetlerini basit dünya menfaati karşılığında satarlar.
– İnsanları Allah’ın hak yolundan alıkoymak için türlü türlü hileye başvurur, her alanda çalışmalar yaparlar. Müslümanlarla mücadele edenlere maddî mânevî yardım ederler.
– “Bir mümin hakkında ne yakınlık bağına ne de antlaşma hükümlerine riayet ederler; işte onlar böyle sınır tanımaz kimselerdir.”[2]
Müşriklerin bu inkârcı hâlleriyle Allah’ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir. Oraları madden ve manen imar edecek olanlar ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden namazı kılıp zekâtı veren, Allah’tan başka kimseden korkmayan ve O’nun yolunda cihâd eden mü’minlerdir. Dolayısıyla gayr-i müslimleri müslümanların kutsal mekânlarından uzak tutmak gerekir.
Nitekim Cenâb-ı Hak bu esasları bildirdikten sonra müşriklerin madden ve mânen pislik olduğunu bildirdi ve “Artık bu yıldan sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar” buyurdu. Bunun üzerine mü’minler biraz endişeye kapıldılar. Önceden müşrikler gelip ticaret yapıyor, Mekkeliler de bundan istifade ediyorlardı. Şimdi onlar gelmeyince acaba ticaret zarar görür mü? diye düşünüyorlardı. Allah teâlâ “…Eğer yoksulluktan endişe ederseniz, unutmayınız ki Allah size -dilerse- kendi lütfuyla bolluk verir. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir” buyurdu.[3]
Allah’ın lütfu çok çeşitli yollarla geldi. Öncelikle bir sonraki âyetle daha önce alınmayan cizye ve haracı helal kıldı. Bu müslümanların müşriklerle yaptıkları ticaretten kaybettikleri kâra bedel oldu. Ve bunun kaybı sebebiyle üzüldükleri ticarî kârdan daha hayırlı olduğunu anladılar.[4] Zira aydan aya, yıldan yıla aldıkları önemli bir gelir kaynağına sahip olmuşlardı.
İkinci yolu İkrime (r.a)’in şu açıklamasında görmekteyiz: Müşrikler Beytullah’a geliyorlar, yanlarında buğday ve diğer gıda maddelerinden getirip ticaret yapıyorlardı. Onların Beyt’e gelmesi yasaklanınca müslümanlar “biz buğdayı, diğer gıdaları ve eşyayı nereden bulacağız?” diye endişelenmeye başladılar. Ancak müşrikler aralarından ayrılınca Allah teâlâ hemen müslümanların üzerlerine bol bol yağmur indirdi, berekete nâil oldular ve malları arttı.[5]
Şeytan da boş durmuyor mü’minlerin kalbine “Nereden azık temin edeceksiniz, artık müşriklerin buraya gelmesi yasaklandı, böylece size gelen kervanlar da kesilmiş oldu” diye vesvese veriyordu. Allah ise mü’minlere üçüncü bir kapı daha açtı. Ehl-i kitapla, yani yahudi ve hristiyanlarla savaşı emrederek onlardan gelen ganimetlerle mü’minleri zengin kıldı.[6]
Şeytan “Size Mekke’ye kervanlarıyla gelen insanlarla savaşmanız emredildi, bu durumda nasıl yaşayacaksınız?” diye vesvese verdikçe Allah teâlâ “Bana itaat edin, emirlerimi uygulayın, Rasûlüme itaat edin, ben sizi lütfumdan zengin edeceğim” diye garanti veriyordu.[7]
Dördüncü olarak Allah bir takım kalpleri İslâm’a meylettirdi. Necid, Cüreş, Sanʻâ gibi önemli ticaret merkezleri müslüman oldu. Kervanlarla Mekke’ye yiyecek ve eşya taşıdılar.[8] Artık müslümanların rızkı necis müşriklerin eliyle değil, tertemiz imanlı eller vâsıtasıyla geliyordu.
İslâm düşmanlarının mallarını boykot ettiğimizde düşmanlarımız zayıflar, kendi üretimimiz de artar ve kalitesi yükselir. “Batılı turistlerin ülkeye döviz getirdiği” iddiasını da bu açıdan tekrar düşünmek gerekir. Halkın dînini ve ahlakını ifsâd ederek verdikleri zarar dünya dolusu dövizle telâfi edilemez.
[1] et-Tevbe 9/8.
[2] et-Tevbe 9/10.
[3] et-Tevbe 9/28.
[4] Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, IV, 184-185/3067.
[5] Bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân, XI, 401; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, VI, 1777.
[6] Taberî, XI, 400.
[7] Taberî, XI, 402.
[8] Mukâtil b. Süleyman, Tefsîr, II, 166.