Peygamber Efendimiz’in pek çok mucizesi vardır. Bunların başında daha önce kısmen temas ettiğimiz, çağlara meydan okuyan Kur’ân-ı Kerîm ile Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nezih hayatı ve ulvî ahlâkı gelir. Hakikaten Peygamber Efendimiz’in mübarek hayatı ve yüce ahlâkına kimse ciddî bir îtirazda bulunamamıştır. Bunlar incelendiğinde ne kadar büyük birer mucize oldukları kolayca anlaşılacaktır.
Peygamber Efendimiz’in bunların hâricindeki sayısız mucizelerinden birkaç tanesi şöyledir:
Mekke’de Kureyş’in kendisinden bir mucize istemesi üzerine Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Rabbine dua etmiş ve Ay ikiye bölünmüş, bu mucize her taraftan görülmüştü. Ay ikiye ayrıldığında bir parçası Ebû Kubeys Dağı tarafında, diğer parçası Kuaykıân Dağı tarafında müşâhede edildi. Müşrikler, Mekke dışındaki uzak yerlerden gelen kervanlara böyle bir hâdiseyi görüp görmediklerini sordular. Onlar da Ay’ın yarıldığını gördüklerini ifade ettiler.[1]
Nitekim meşhur Fransız astronom Lefrançois de Lalande, Ay’ın geçmiş hareketlerini incelerken bu mucizenin doğruluğunu kabûl etmek zorunda kalmıştır.[2]
{
Peygamber Efendimiz’in Mescid’de kendisine yaslanıp hutbe okuduğu kuru bir hurma kütüğü vardı. Müslümanlar çoğalınca hutbe için bir minbere ihtiyaç duyuldu. Allah Rasûlü r minbere çıktığında hurma kütüğü hasretle inlemeye başladı. Rasûlullah r minberden inip kütüğü okşayınca inlemesi kesilerek sükûnet buldu. Peygamber Efendimiz:
“O, yanında yapılan zikrullahtan uzak kaldığı için ağladı!” buyurdu.[3]
{
Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in amcası Abbas, Bedir esirleri arasında Medine’ye getirilince Efendimiz ona:
“–Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl, Nevfel bin Hâris ve anlaşmalın Utbe bin Amr için fidye öde! Sen servet sahibi bir kimsesin” buyurdu. Abbas:
“–Yâ Rasûlallah! Ben müslümandım, Kureyş beni zorla yola çıkardı” dedi. Rasûlullah r:
“–Senin müslümanlığını Allah bilir. Dediğin doğru ise Allah elbette ecrini verir. Lâkin senin durumun görünüşte bizim aleyhimize idi. Dolayısıyla fidyeni ödemen gerekir” buyurdu ve onun yanında bulunan 800 dirhem altına da harp ganimeti olarak el koydu. Abbas:
“–Yâ Rasûlallah! Hiç olmazsa bunu fidye yerine say!” dedi. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“–Hayır! O Allah’ın senden bize nasip ettiği ganimettir” buyurdu. Abbas:
“–Yâ Rasûlallah, demek geri kalan ömrümde beni dilenmeye mecbûr edeceksin!” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü r:
“–Ey Abbas! Zevcen Ümmü Fadl’a verdiğin o altınlar ne olacak?” diye sorunca Abbas:
“–Hangi altınlar?” dedi. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“–Hani sen Mekke’den yola çıkacağın gün, yanınızda Allah’tan başka kimsenin olmadığı bir esnâda zevcen Ümmü Fadl’a; «Bu seferimde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Eğer bir musibete uğrarsam şu kadarı senin, şu kadarı Ubeydullah’ın, şu kadarı Fadl’ın, şu kadarı Kusem’in ve şu kadarı da Abdullah’ındır!» dediğin altınlar!” buyurdu. Bu sözler üzerine hayretler içinde kalan Abbas:
“–Bunu sana kim haber verdi?” deyince Rasûlullah r:
“–Allah haber verdi” buyurdu. Şaşkınlığı sükûnete dönen Abbas t:
“–Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki bunu ben ve Ümmü Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Şüphesiz ki sen Allah’ın Rasûlü’sün” dedi. (Buhârî, Cihâd, 172; Ahmed, I, 353; İbn-i Sa‘d, IV, 13-15)
{
Umeyr bin Vehb’in oğlu Vehb de Bedir’de müslümanlara esir düşmüştü. Umeyr, Kureyş müşriklerinin cin fikirlilerinden ve kahramanlarındandı. Mekke’de Peygamber Efendimiz’e ve ashâbına pek çok eziyetler etmişti. Birgün Umeyr, Hicr’de Safvân bin Ümeyye ile oturup Bedir’de öldürülenler ve uğradıkları musîbetler üzerine konuşurken Safvân bin Ümeyye:
“–Vallahi onlar bu hâle geldikten sonra hayatta kalmanın bir mânâsı yok!” dedi. Umeyr:
“–Vallahi doğru söyledin! Eğer borcum ve benden sonra açlıktan ölmelerinden korktuğum çocuklarım olmasaydı, muhakkak gider Muhammed’i öldürürdüm. Hem benim için onların kabûl edeceği bir bahâne de var; «Esir olan oğlum için geldim» derim. Duyduğuma göre o çarşılara çıkıp dolaşırmış” dedi. Umeyr’in bu sözleri Safvân’ı sevindirdi:
“–Borcun bana aittir. Çoluk çocuğuna da sağ oldukları müddetçe kendi evlâdlarım gibi bakar, geçimlerini en güzel şekilde sağlarım!” dedi. Bunun üzerine Umeyr, kılıcını iyice biledi ve zehirletti. Safvân da bineğini ve yolluğunu hazırlattı. Umeyr, Medîne’ye gelip mescidin kapısında durdu, devesini bağladı ve kılıcını kuşandı. Hz. Ömer t onu görünce:
“–Bu Allah’ın düşmanı Umeyr’dir! Vallahi ancak şer için gelmiştir. Aramızı bozan, Bedir günü Kureyşliler için sayımızı tahmin eden o değil miydi?” dedikten sonra Allah Rasûlü’nün yanına girdi:
“–Yâ Rasûlallah! Şu Allah düşmanı Umeyr kılıcını kuşanmış gelmiş!” dedi. Rasûlullah r:
“–Onu benim yanıma gönder!” buyurdu. Ömer (r.a) geri geldi. Onun boynundaki kılıcın kayışını sımsıkı tuttu. Ensâr’dan yanında bulunan kişilere de:
“–Peygamber Efendimiz’in yanına girip oturunuz ve kendisini bu habîsten koruyunuz! Çünkü o, güvenilir bir kimse değildir!” dedi. Rasûlullah r:
“–Ey Ömer, onu serbest bırak! Sen de ey Umeyr bana yaklaş!” buyurdu ve niçin geldiğini sordu. Umeyr:
“–Esir aldığınız oğlum için geldim. Onun hakkında ihsanda bulununuz!” dedi. Allah Rasûlü r:
“–Öyle ise şu kılıcın boynunda işi ne?!” diye sordu. Umeyr:
“–Allah kılıçların belâsını versin! Onların bize ne faydası oldu ki?” dedi. Rasûlullah r tekrar:
“–Bana doğru söyle, sen buraya niçin geldin?” diye sordu. Umeyr:
“–Ben, başka bir şey için değil, sadece elinizde esir olan oğlum için geldim” dedi. Rasûlullah r:
“–Senin Hicr’de Safvân’a koştuğun şart ne idi?” diye sorunca, Umeyr korktu ve:
“–Ben ona ne şart koşmuşum ki?” dedi. Rasûlullah r, onların konuşmalarını kelimesi kelimesine nakledip:
“–Allah, yapacağın işle senin arana girdi, sana mânî oldu!” buyurdu. Bunun üzerine Umeyr:
“–Ben şehâdet ederim ki, sen muhakkak Allah’ın Rasûlü’sün! Yâ Rasûlallah! Biz semâdan gelen vahiy husûsunda seni yalanlardık. Ama bu işten ben ve Safvân’dan başka kimsenin haberi yoktu. Vallahi bu haberi sana ancak Allah vermiştir! Beni İslâm’a hidâyet eden ve buraya getiren Allah’a hamd olsun!” dedikten sonra şehâdet getirdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü r:
“–Kardeşinize dînini iyice anlatınız! Kendisine Kur’ân okuyup öğretiniz! Esîrini de serbest bırakınız!” buyurdu. Peygamber Efendimiz’in buyruğu derhâl yerine getirildi. Umeyr:
“–Yâ Rasûlallah! Ben, Allah’ın nûrunu söndürmeye çalışan ve müslümanlara şiddetle işkence yapan birisi idim. Müsâade ederseniz Mekke’ye gidip müşrikleri Allah’a, Rasûlü’ne ve İslâm’a dâvet edeyim! Umulur ki Allah onlara hidâyet nasîb eder” dedi. Rasûlullah r ona izin verdi.
Bu esnâda Safvân bin Ümeyye, olup bitenlerden habersiz, Mekkeli müşriklere:
“–Birkaç gün içinde gelecek olan haberle sevineceksiniz. O size Bedr’in acısını unutturacak!” diyor, gelen kâfilelerden haber sorup duruyordu. Nihayet bir süvârî ona Umeyr’in müslüman olduğunu bildirdi. Umeyr bin Vehb t, Mekke’ye gelince insanları İslâm’a dâvet etmeye koyuldu. Onun sâyesinde birçok insan müslüman oldu. Umeyr t birgün Kâbe’nin yanında Safvân bin Ümeyye ile karşılaştı ve ona:
“–Sen büyüklerimizden birisin! Bizim taşlara taptığımızı ve onlar için kurbanlar kestiğimizi görmüyor musun? Bu mudur dîn? Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur! Muhammed de Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür!” dedi. Safvân ona bir kelime bile söyleyemedi, öylece sustu kaldı.[4]
{
Câbir bin Abdullah v anlatıyor:
“…Birgün Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yürüyorduk. Nihayet geniş bir vâdiye indik. Rasûlullah r tuvalet ihtiyacını gidermek için gitti. Ben de bir su kabı ile kendisini takip ettim. Rasûlullah r bakındı, fakat arkasına gizlenebileceği bir şey bulamadı. Vâdinin kenarında iki ağaç gözüne ilişti. Birinin yanına giderek dalından tuttu ve:
«–Allah’ın izniyle bana boyun eğ!» buyurdu. Ağaç, burnu gemli deve gibi Efendimiz’e râm olup eğildi. Öteki ağaca da gidip dalından tutarak:
«–Allah’ın izniyle bana râm ol!» buyurdu. O da ötekisi gibi eğildi. İkisinin ortasına varınca aralarını birleştirdi ve:
«–Allah’ın izniyle benim üzerime kapanın!» dedi. Hemen üzerine kapandılar.
Rasûlullah r benim yakında olduğumu hissederse daha ileriye gider diye korkarak hızla koşup oradan uzaklaştım. Bir yere oturup kendi kendime düşünmeye başladım. Gözüm hafifçe yana kayınca birden Peygamber Efendimiz’in geldiğini gördüm. O iki ağaç da birbirinden ayrılmış ve her biri gövdesinin üzerine doğrulmuştu. Peygamber Efendimiz’in bir an durakladığını gördüm. Başıyla sağa ve sola işaret etti. Sonra bana doğru yürüdü, yanıma gelince:
«–Ey Câbir! Durduğum yeri gördün mü?» diye sordu.
«–Evet, yâ Rasûlallah!» dedim.
«–Öyleyse şu iki ağaca git de, her birinden birer dal kesip getir. Durakladığım yere geldiğinde, bir dalı sağ, diğerini de sol tarafına dik!» buyurdu. Hemen arzusunu yerine getirip yanına vardım ve:
«–Söylediklerinizi yerine getirdim ey Allah’ın Rasûlü, ancak bunu niçin yaptık?» diye sordum. Rasûlallah r:
«–Azap gören iki kabrin yanından geçtim de, bu dallar yaş olarak kaldığı müddetçe şefaatim sayesinde azaplarının hafifletilmesini arzu ettim» buyurdu.
Sonra kâfilenin konakladığı yere geldik. Rasûlullah r:
«–Câbir, abdest suyu var mı, insanlara bir sesleniver!» buyurdu. Ben de; «Yanında abdest suyu olan var mı?» diye birkaç defa nidâ ettim. Sonra:
«–Yâ Rasûlallah! Kâfile içinde bir damla su bulamadım» dedim. Ensâr’dan bir zât Rasûlullah r için eski bir tulumda su soğutur ve onu hurma dalına asardı. Rasûlullah r beni ona gönderdi. Yanında, tulumun ağzında kalmış bir damladan başka bir şey yoktu. O azıcık suyu boşaltacak olsam, tulumun kuru tarafında kaybolup gider, yere bir damla düşmezdi. Hemen Peygamber Efendimiz’e gelerek durumu arzettim.
«–Git, onu bana getir!» buyurdu. Tulumu derhal kendisine getirdim. Onu eline aldı ve ne olduğunu anlayamadığım bir şeyler okudu. Bir taraftan da iki eliyle onu sıkıyordu. Sonra tulumu bana verdi ve:
«–Ey Câbir! Büyük bir çanak var mı, bir sesleniver!» buyurdu. Hemen bir çanak bulup getirdim. Rasûlullah r parmaklarını açarak elini çanağın dibine koyup:
«–Ey Câbir! Tulumu al da elimin üstüne dök ve bismillah de!» buyurdu. Ben hemen suyu elinin üzerine döktüm ve bismillah dedim. Peygamber Efendimiz’in parmakları arasından su kaynıyordu. Su çanağın içinde dönüyordu, nihayet ağzına kadar doldu. Rasûlullah r:
«–Câbir! Suya ihtiyacı olanlara seslen!» buyurdu. İnsanlar gelip kana kana su içtiler:
«–Suya ihtiyacı olan kimse kaldı mı?» diye seslendim, kimse çıkmadı. Artık Rasûlullah r elini kaldırdı, çanak ağzına kadar dopdolu duruyordu.
Bir müddet sonra insanlar açlıktan şikâyet ettiler. Rasûlullah r:
«–İnşaallah, Allah sizi doyuracak!» buyurdu. Derken Sîfü’l-Bahr’a (deniz sahiline) geldik. Deniz dalgalandı ve sahile bir hayvan attı. Biz bu hayvanın yanına ateş yaktık, etinden pişirdik, kızartma yaptık ve doyuncaya kadar yedik, ancak yarısını bitirebildik…” (Müslim, Zühd, 74)
{
Peygamber Efendimiz bir kişiye dua ettiğinde bunun tesiri onun üzerinde ömür boyu müşâhede edilirdi. Hz. Ebû Hüreyre’ye işittiği hiçbir bilgiyi unutmaması; Hz. Enes bin Mâlik’e ömrünün, malının, evlatlarının bereketli olması; Hz. Beşîr bin Akrabe’ye berekete nâil olması; Hz. Ebu’l-Yeser’e ömrünün uzun olup ümmet-i Muhammed’in kendisinden istifade etmesi için yaptığı dualar… bunlardan birkaçıdır. Şu iki hâdiseyi buna örnek olarak vermekle iktifâ edelim:
Abdullah bin Hişâm t Peygamber Efendimiz’e (altı yaşındayken) yetişmiş idi. Annesi Zeyneb bint-i Humeyd onu (Mekke fethinde) Rasûlullah r Efendimiz’e götürüp:
“–Yâ Rasûlallah! Oğlumdan müslüman olduğuna dâir bey’at al!” dedi. Rasûlullah r:
“–O daha küçük!” buyurdu ve başını sıvazlayarak Abdullah’a dua etti.
Abdullah bin Hişâm t ileriki yaşlarında çarşıya çıkar, gıda maddeleri satın alırdı. İbn-i Ömer ile İbn-i Zübeyr y onu çarşıda görünce hemen yanına varıp:
“–Bizi de bu mala ortak et! Zira Peygamber Efendimiz senin için bereket duasında bulundu” derlerdi. Abdullah da onları ortak ederdi. Bazı zaman olurdu ki, tam bir deve yükü kâr elde eder ve onu evine gönderirdi. (Buhârî, Şirket, 13)
Cuayd bin Abdurrahmân şöyle anlatır:
“Ben Sâib bin Yezîd’i doksan dört yaşında iken gördüm, gâyet sağlam ve dengeli bir bünyeye sahipti. Bana şöyle dedi:
«−Pekiyi biliyorum ki, şu yaşımda kulağımın, gözümün çok sağlam olması, ancak Rasûlullah r Efendimiz’in duası bereketi iledir. Çocukluğumda teyzem beni Allah Rasûlü’nün huzûruna götürdü ve:
“−Yâ Rasûlallah, kızkardeşimin oğlu rahatsızdır, onun için Allah’a dua ediverseniz!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah r başımı sıvazladı ve her hususta bereket görmem için bana dua ettiler…».” (Bkz. Buhârî, Menâkıb, 21-22)
{
Ebû Hüreyre t şöyle anlatmaktadır:
“Biz Rasûlullah r ile beraber bir seferde idik. Derken bir ara askerlerin azığı tükendi. Bineklerinden bazısını kesmek istediler. Hz. Ömer t:
«−Ey Allah’ın Rasûlü! Ben cemaatin geri kalan yiyeceklerini toplasam da siz onlar üzerine, bereketlenmeleri için dua ediverseniz daha iyi olmaz mı?» dedi. Efendimiz de öyle yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması olan hurmasını, hurma çekirdeği olan da çekirdeğini getirdi.”
Orada bulunanlar Ebû Hüreyre Hazretlerine büyük bir hayretle:
“−Çekirdekle ne yapıyorlardı?” diye sordular. O mübârek sahâbî:
“−İnsanlar yiyecek bir şey bulamadıkları için onu emiyor, üzerine de su içiyorlardı!” dedi ve hâdisenin devamını şöyle anlattı:
“Rasûlullah r dua buyurdu. Yiyecekler öylesine bereketlendi ki herkes kaplarını doldurdu. Rasûlullah r bu ilâhî ikram karşısında:
«Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben O’nun Rasûlü’yüm. Bu iki hususta şüpheye düşmeden Allah’a kavuşan kimse cennete gidecektir» buyurdu.”[5] (Müslim, İman, 44)
[1] Kamer, 1-3; Buhârî, Menâkıb 27, Menâkıbu’l-Ensâr 38, Tefsîr 54/1; Müslim, Münâfıkîn, 43, 47, 48; Tirmizî, Tefsîr, 54/3286; Ahmed, I, 377, 413.
[2] Zekâî Konrapa, Peygamberimiz, İstanbul 1987, s. 110.
[3] Bkz. Buhârî, Menâkıb, 25, Cuma, 26; Tirmizî, Cum’a 10, Menâkıb 6; Nesâî, Cum’a, 17; İbn-i Mâce, İkâme, 199; Dârimî, Mukaddime 6, Salât 202; Ahmed, I, 249, 267, 300, 315, 363. Gösterilen bu kaynaklarda daha pek çok mucize zikredilmektedir.
[4] Bkz. İbn-i Hişâm, II, 306-309; Vâkıdî, I, 125-128; İbn-i Sa‘d, IV, 199-201; Heysemî, VIII, 284-286.
[5] Peygamber Efendimiz’in hayatı, ahlâkı ve mucizeleri husûsunda şu kaynaklardan geniş bilgi alınabilir:
Osman Nûri TOPBAŞ, The Prophet Muhammad Mustafa the Elect I-II, The Exemplar Beyond Compare Muhammad Mustafa, Civilisation of Virtues I-II, (http://islamicpublishing.net/)
http://www.islamiyayinlar.net
http://rahmetesintileri.darulerkam.altinoluk.com/
http://hazretimuhammedmekkedevri.darulerkam.altinoluk.com/
http://hazretimuhammedmedinedevri.darulerkam.altinoluk.com/
http://hazretimuhammed.darulerkam.altinoluk.com/
http://faziletlermedeniyeti1.darulerkam.altinoluk.com/
http://faziletlermedeniyeti2.darulerkam.altinoluk.com/
Ibn Ishaq (150/767), The life of Muhammed, Karaçi: Oxford University, 1967; Mevlana Şibli en-Numani, Siretü’n-Nebi=The life of the Prophet, Lahor: Kazı Publications, 1979; Afzalurrahman, Encyclopaedia of Seerah: Muhammed, London: The Muslim Schools Trust, 1982; Abdulahad Dawud, Mohammad in the Bible, Devha [Doha]: A Publications of Presidency, 1980; A. H. Vidyarthi, Mohammad in world scriptures, New Delhi: Deep-Deep Publications, 1988.