7. Ona Duyulan Sonsuz Muhabbet

Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’i canlarından çok severlerdi. Ona hitâb ederken hep “Anam babam, canım, her şeyim sana fedâ olsun yâ Rasûlallah!” derlerdi. Onun ayağına bir diken batmasın diye canlarını fedâ ederlerdi. Müşriklere esir düşen Zeyd bin Desine -radıyallâhu anh- ile Hubeyb -radıyallâhu anh- işkenceyle şehit ediliyorlardı. Rûhlarını teslim etmeden evvel her birine:

“–Hayatının kurtulmasına mukâbil senin yerinde Peygamber’inin olmasını ister miydin?” diye soruldu. İkisi de bu tâlihsiz sorunun sahibine acıyarak baktılar ve:

“–Benim çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamber’imin burada olmasını istemek şöyle dursun, şu an bulunduğu yerde ayağına diken batmasına bile aslâ gönlüm râzı olmaz” cevabını verdiler. Bu eşsiz muhabbet manzarası karşısında hayretten donakalan Ebû Süfyan:

“–Hayret doğrusu! Ben, dünyada Muhammed’in ashâbının onu sevdiği kadar önderlerini seven başka bir topluluk asla görmedim!” dedi. (Vâkıdî, I, 360-362; İbn-i Sa‘d, II, 56)

{

Uhud günü Medîne bir haberle çalkalandı. “Muhammed r öldürüldü!” denilince şehirde çığlıklar koptu, feryatlar Arş’a dayandı. Herkes yollara düşerek gelenlerden bir haber almaya çalışıyordu. Ensâr’dan Sümeyrâ Hâtun’a iki oğlu, babası, kocası ve kardeşinin şehit olduğu haber verildiği hâlde o mübârek hanım bunlara hiç aldırmıyor, büyük bir endişeyle kendisini asıl kaygılandıran husûsu soruşturuyordu:

“–Allah Rasûlü’ne bir şey oldu mu?”

Sahâbe-i kirâm cevaben:

“–Allah’a hamd olsun ki O, senin arzu ettiğin gibi hayattadır!” dediler. Sümeyrâ Hâtun:

“–Onu görmeden gönlüm rahat etmeyecek, bana Allah’ın Rasûlü’nü gösteriniz!” dedi. Gösterdiklerinde derhâl gidip elbisesinin ucundan tuttu ve:

“–Anam-babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü! Sen sağ olduktan sonra, gayrı hiçbir şeye aldırmam!” dedi. (Bkz. İbn-i Hişâm, III, 51; Vâkıdî, I, 292; Heysemî, VI, 115)

{

Uhud’dan dönerken Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- üzerinde bulunuyor, atın dizginini de Sa‘d bin Muâz t tutuyordu. Sa‘d’ın annesi Kebşe bint-i Ubeyd c Efendimiz’e doğru geldi. Sa‘d:

“–Yâ Rasûlallah! Bu annemdir” dedi. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“–Merhaba ona!” buyurdu. Kadın Allah Rasûlü’ne yaklaşıp mübârek yüzüne baktıktan sonra:

“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Seni sağ sâlim gördüm ya, artık bütün musîbetler hiç gelir!” dedi.

Rasûlullah r, ona şehid düşen oğlu Amr bin Muâz t’dan dolayı baş sağlığı diledikten sonra:

“–Ey Sa‘d’ın annesi! Seni müjdelerim! Bütün ev halkına da müjdeler olsun! Kabilenizden şehid düşenlerin hepsi cennette bir araya geldiler. -On iki şehid vermişlerdi.- Âile fertlerine şefaat etmelerine de izin verildi” buyurdu. Kadın:

“–Râzıyız ey Allah’ın Rasûlü! Bundan sonra artık onlara kim ağlar!” dedikten sonra:

“–Yâ Rasûlallah! Şehidlerin geride bıraktıklarına da dua ediveriniz!” dedi. Rasûlullah r:

“Allah’ım! Kalplerindeki hüznü gider, musîbetlerinin ecrini ihsân eyle! Geride kalanlara en güzel şekilde sahip çık!” diye dua ettikten sonra yola revân oldu. Ashâb-ı kirâm da ardı sıra yürüyorlardı. Efendimiz r, Sa‘d’a:

“–Senin kabilenden çok yaralı var ve yaraları da ağır. Kıyâmet günü onların hepsi de yaralarından kan akarak gelecekler; rengi kan rengi ancak kokusu misk kokusu gibi olacak. Onlara söyle, evlerine gidip yaralarını tedâvî etsinler! Kimse bizi takip etmesin! Bunu kesin bir emir olarak onlara bildir!” buyurdu. Sa‘d t:

“–Rasûlullah’ın kesin emridir, Benî Eşhel kabilesinden hiçbir yaralı bizi takip etmeyecek!” diye nidâ etti. Bütün yaralılar ister istemez geri döndüler. Gece boyu ateş yakıp yaralarını tedâvî ettiler. Bu kabileden otuz yaralı vardı. (Vâkıdî, I, 315-316; Diyarbekrî, I, 444)

{

Daha evvel Habeşistan’a hicret eden muhâcirlerin en son kâfilesi Hayber fethi esnâsında deniz yoluyla Peygamber Efendimiz’in yanına gelmişti. İçlerinde Esmâ bint-i Umeys c de vardı. O, birgün Peygamber Efendimiz’in zevcesi Hafsa vâlidemizi ziyaret için yanına gitmişti. Az sonra Hz. Ömer de kızı Hafsa’nın yanına geldi. Ömer t, Esmâ’yı görünce:

“–Bu kim?” diye sordu. O da:

“–Esmâ bint-i Umeys!” dedi. Hz. Ömer lâtîfeli bir şekilde:

“–Şu Habeşistanlı mı? Şu deniz yolculuğuna katılan kadın mı?” diye sordu. Esmâ:

“–Evet!” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

“–Hicrette biz sizi geçtik. Binâenaleyh Rasûlullah r Efendimiz’e yakın olmaya sizden daha çok hak sahibiyiz” dedi. Hz. Esmâ c bu söze çok alındı ve:

“–Hayır, vallahi hatâ ettin ey Ömer! Siz Rasûlullah r ile birlikte idiniz. O sizin aç olanınızı doyuruyor; câhil olanınıza öğretiyordu. Biz ise Habeşistan’da uzaklarda, yabancı ve kâfir insanlar arasında zor şartlarda yaşıyorduk. Bu da Allah ve Rasûlü uğrundaydı. Allah’a yemin olsun ki, senin söylediklerini Rasûlullah Efendimiz’e haber vermedikçe ne yemek yerim, ne su içerim. Biz oralarda eziyet ve korkulara mâruz kalıyorduk. Bunu Peygamber Efendimiz’e söyleyeceğim ve işin hakikatini soracağım. Vallahi ne yalan söylerim, ne yanlış bir yola kayarım, ne de söylediklerine bir şey ilave ederim, hâdise nasıl vukû bulmuşsa aynen naklederim” dedi. Peygamber r gelince Esmâ c:

“–Yâ Nebiyyallah! Ömer şöyle şöyle söyledi” dedi. Rasûlullah r:

“–Sen ona ne dedin?” buyurdu. O da:

“–Şunları şunları söyledim” dedi. Allah Rasûlü r:

“–O benim nezdimde sizden daha fazla hak sahibi değildir. Onun ve arkadaşlarının bir hicreti, sizin ise ey gemi yolcuları, iki hicretiniz vardır!” buyurdu.

Hz. Esmâ der ki: “Habeşistan’dan gemiyle birlikte geldiğimiz Ebû Musa el-Eş’arî ve diğer ashâb-ı kirâm fevc fevc geliyor ve bana bu hadîs-i şerifi soruyorlardı. Dünyada onları, Peygamber Efendimiz’in bu sözünden daha çok sevindiren ve gönüllerinde bundan daha büyük başka bir şey yoktu. Hele Ebû Musa t bu hadîsi bana tekrar tekrar anlattırıyor ve Efendimiz’in kendileri hakkındaki sözünü defalarca dinlemekten doyumsuz bir haz alıyordu.” (Buhârî, Meğâzî, 36; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 169)

{

Ashâbın bu coşkun muhabbetini, onların hadîs-i şerîfleri okurken ve rivâyet ederken gösterdikleri hürmet ve dikkatlerinde de açıkça görmekteyiz. Sahâbe-i kirâm, Peygamber Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf rivâyet ederken, bilmeyerek yanlış bir şey söylememek için dizleri titrer, yüzleri sararırdı. Amr bin Meymûn şöyle anlatıyor:

“Ben, İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin perşembe akşamları yaptığı sohbetlerini hiç aksatmazdım. Bu sohbetlerde onun; «Rasûlullah r buyurdular ki…» diye kesin bir ifade kullandığını hiç duymazdım. Bir akşam; «Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki…» diyerek söze başladı, fakat arkasını getiremeyip başını öne eğdi. Biraz bekledikten sonra kendisine baktım; gömleğinin düğmeleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra sözünü şöyle tamamladı:

«Rasûlullah r öyle veya ona yakın ya da ona benzer bir şey söylemişti».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 3)[1]



[1] Târih boyunca Peygamber Efendimiz’e duyulan engin muhabbete dâir zengin misaller için bkz. Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, I, 223-265; http://faziletlermedeniyeti1.darulerkam.altinoluk.com/, http://www.worldpublishings.com/katalog/indir.asp?id=106&yol=../Deppo/Dokumanlar/eng_FAZILETLER MEDENIYETI 2 ING 15 X 21.pdf

%d bloggers like this: