6. Emsalsiz Ahlâkından Misaller

Şefkât ve Merhameti

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bütün insanlığa karşı sonsuz bir şefkat ve merhametle doluydu. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, o son derece izzet ve şeref sâhibidir. Sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkündür, üzerinize titrer. Mü’minlere karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)

O ve ümmeti, düşmanlarına bile merhametlidirler:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: «Kininizden (kahrolup) ölün!» Şüphesiz Allah kalplerin içindekileri hakkıyla bilmektedir.” (Âl-i İmrân, 119)

Hz. Peygamber r hayvanlara ve nebâtâta karşı da sonsuz merhamet sahibiydi. Müşrikler ihânet edip anlaşmayı bozdukları ve savaşı tercih ettikleri zaman Rasûlullah r, on bin kişilik muhteşem ordusuyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu hayvanların başına nöbetçi dikti. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından rahatsız edilmesini önledi. (Vâkıdî, II, 804)

Rasûlullah r, birgün Ensâr’dan bir kişinin bahçesine uğramıştı. Orada bulunan bir deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Rasûlullah r:

“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve:

“–Bu deve benimdir ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah r:

“–Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)

Karnı sırtına yapışmış bir devenin yanından geçerken de:

“Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548)

Sevâde bin Rebîʻ t şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp birşeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle; hayvanlara iyi baksınlar ve yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

Bir gün Rasûlullâh r koyunun sütünü sağmakta olan bir şahsa rastlamıştı. Ona:

“–Ey filan! Hayvanı sağdığında yav­rusu için de süt bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196)

Ebu’d-Derdâ t bir gün, develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ t hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sâhiplerine şöyle dedi:

“–Eğer Allah Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyet sebebiyle kazandığınız günahları affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullâh r Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah Teâlâ bu dilsiz hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir araziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsaade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978)

Affediciliği

Rasûlullah r, cezalandırmaya gücü yettiği hâlde kendisine pek çok kötülüklerde bulunan kimseleri affetmiş, hatta herhangi bir söz veya îmâ ile dahî olsa suçlarını başlarına kakmamıştır. Çünkü Allah Rasûlü r müslüman veya kâfir hiç kimsenin kötülüğünü istemez, herkese büyük bir edep ve ahlâk ile muâmele ederdi. Mekke’yi kan dökmeden fethettiği zaman, yirmi bir senedir her türlü düşmanlığı yapan insanlar huzûrunda toplanmış hükmünü bekliyorlardı. Onlara:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler:

“–Hayırla muâmele edeceğini düşünüyoruz! Sen ke­rîm bir kardeşsin, kerîm bir kardeşin oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah r:

“–Ben de kardeşim Hz. Yûsuf gibi: «…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir» diyorum. (Yûsuf, 92) Haydi, gidiniz, artık serbestsiniz!” bu­yurdu. (İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)

“Bugün «Yevmü’l-merhame: Merhamet Günü»dür!” buyurdu.[1]

O gün, Uhud Harbi’nde amcası Hz. Hamza’yı şehîd eden Vahşî’yi ve ciğerini hırsla dişleyen Hind’i de affetti.[2] Kızı Hz. Zeyneb’i deveden düşürmek sûretiyle vefâtına sebep olan Hebbâr bin Esved bile bu büyük aftan istifade etmişti. Rasûlullah r öyle bir incelik gösterdi ki, Hebbâr’ı affetmekle kalmadı, aynı zamanda ona hakâret edilmesini ve eski yaptıkları sebebiyle kendisine târizde bulunulmasını da yasakladı. (Vâkıdî, II, 857-858)

Mekke fethedildiğinde Ebû Cehil’in oğlu İkrime kaçmıştı. Rasûlullah r önceden yaptığı bütün kötülükleri bir kenara bırakarak ona eman verdi ve yanına çağırdı. Hanımı peşinden koşarak Efendimiz’in dâvetini iletti ve onu Mekke’ye gelmeye iknâ etti. Mekke’ye yaklaştıklarında Rasûlullah r büyük bir mucize ve muhteşem bir incelik sergileyerek ashâbına şöyle buyurdu:

“­­­–İkrime bin Ebû Cehil mü’min ve muhâcir olarak yanınıza geliyor. Artık onun babasına hakâret etmeyiniz! Zira çok kötü bir insan bile olsa ölüye hakaret etmek sadece hayatta olan yakınlarını üzer, ölüye ulaşmaz.” (Hâkim, III, 269/5055; Vâkıdî, II, 851)

Rasûlullah r İkrime’nin geldiğini görünce sevincinden ayağa fırladı ve üç defa:

“–Merhabâ muhâcir süvârî, hoş geldin!” buyurdu. İkrime de:

“–Vallahi yâ Rasûlallah, İslâm düşmanlığı yolunda harcadığım şeylerin en az bir mislini de Allah U Hazretleri’nin yolunda harcayacağım!” dedi. (Hâkim, III, 271/5059; Vâkıdî, II, 851-853; Tirmizî, İsti’zân, 34/2735)

Rasûlullah r hayatı boyunca bunlar gibi sayısız af fazileti sergilemiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak onu bütün insanlığa rahmet olarak göndermiştir.

Tevâzuu

Allah Rasûlü r, son derece mütevâzı bir insandı. İnsanlar nezdinde en kuvvetli göründüğü Fetih Günü, huzûruna gelen ve konuşurken korkudan titremeye başlayan kişiye, imkânlarının en zayıf olduğu döneme ait bir misâli zikrederek şöyle sükûnet telkîn etti:

“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30; Hâkim, III, 50/4366; Beyhakî, Delâil, V, 69)

İnsanların kendisi hakkında aşırılığa kaçmasına müsaade etmez:

“Bana «Allah’ın kulu ve Rasûlü» deyiniz!” buyururdu. (Buhârî, Enbiyâ, 48)

O, peygamberliğini tasdik cümlesinin başına, bilhassa ve ısrarla “abduhû: Allah’ın kulu” kelimesini ilâve ederek, ümmetini geçmiş toplumlarda olduğu gibi insanları ilâhlaştırma tehlikesinden korumuştur.

Peygamber Efendimiz, bir dul hanımın, bir yoksulun, bîçârenin işini görmek için onunla birlikte ihtiyâcı görülünceye kadar yürümekten çekinmez ve büyüklenmezdi. (Heysemî, IX, 20; Nesâî, Cuma, 31)

Rasûlullah r son derece sade ve mütevâzı bir hayat yaşardı. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle nakleder:

“Rasûlullah r Efendimiz’e bir bardak getirildi. İçinde süt ve bal vardı. Allah Rasûlü r şöyle buyurdu:

«–Bir içecek içinde iki nimet, bir bardak içinde iki katık! Benim buna ihtiyacım yok. Ancak bunun haram olduğunu düşünmüyorum. Sadece kıyamet günü Cenâb-ı Hakk’ın dünyadaki fazlalıklardan hesaba çekmesinden korkuyorum. Allah için tevâzu gösteriyorum. Kim Allah için tevâzu gösterirse Allah onu yükseltir, kim de kibirlenirse Allah onu alçaltır. Kim iktisatlı davranırsa Allah onu zengin kılar, kim ölümü çokça hatırlarsa Allah onu sever.»” (Heysemî, X, 325)

Yine Hz. Âişe vâlidemiz şöyle buyurur:

“Rasûlullah r hiçbir zaman sabahtan kalan yiyecekleri akşam için, akşamdan kalanları da sabah için saklamadı. Bir elbiseden iki adet edinmedi. Ne iki gömleği ne iki ridâsı ne iki izârı ne de iki çift ayakkabısı oldu. Evdeyken boş durduğu da hiç görülmemiştir. Ya bir yoksulun ayakkabısını tâmir ederdi veya bir kimsesizin elbisesini dikerdi.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Beyrut 1979, I, 200)

Temizlik ve Nezâketi

Allah Rasûlü r son derece temiz ve güzel bir insandı. İnsanların kullandığı hiçbir kötü ve kaba sözü ağzına almazdı. Şöyle buyururdu:

“Kıyâmet günü, mü’min kulun terâzisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

Bir kimseden kendisine, hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” diye nezâket gösterirdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

Cömertliği

Peygamber Efendimiz son derece cömert idi. Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Ümeyye, müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Tâif gazâlarında Efendimiz’in yanında bulunmuştu. Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını gezerken Safvan’ın buradaki sürülerin bir kısmına büyük bir hayranlık içinde baktığını gören Rasûlullah r:

“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca:

“–Al hepsi senin olsun!” buyurdu. Safvan kendisini tutamayarak:

“–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalb bu derece cömert olamaz” diyerek şehâdet getirdi ve müslüman oldu. Kabilesine dönünce de:

“–Ey kavmim! (Koşun,) müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor” dedi. (Bkz. Müslim, Fedâil, 57-58; Ahmed, III, 107-108; Vâkıdî, II, 854-855)

Hâsılı, onun ahlâkının güzellikleri anlatmakla bitirilemez. Endülüslü âlim İbn-i Hazm şöyle der:

“Âhiret saâdetini, dünya hakîmliğini, huzurlu bir hayatı, bütün ahlakî gü­zellikleri, bütün fazîletleri kazanmak isteyen kişi, Hazret-i Muham­med’i r örnek alsın! Zira Rasûlullâh r bütün hayırlarda hep ile­ridedir. Allâh Teâlâ onun ahlakını övmüş, bütün faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurdan arındırmıştır.” (İbn-i Hazm, el-Ahlâk ve’s-Siyer, Kahire, 1962, s. 19-20, 50)

{

Rasûlullah r, hicrî 11. yılın 12 Rabîulevvel Pazartesi günü, milâdî 632 yılının 8 Haziran’ında vefât etti. Allah Teâlâ onu yüce şânına lâyık bir şekilde mükâfatlandırsın ve bizleri onun şefaatine nâil eylesin!

Âmîn!

جَزَاكَ اللّٰهُ عَنَّا خَيْرَ مَا جَزَى نَبِيًّا عَنْ أُمَّتِهِ

Cenâb-ı Hak onu, daha önce gelen vahiyleri tasdik etmek, tarih boyunca uğradıkları tahriflerden arındırmak[3], dinin eksik kalan yönlerini tamamlamak, geçmiş milletlerin müstahak oldukları cezalar sebebiyle yüklendikleri ağır mesuliyetleri kaldırmak üzere ve âlemlere rahmet olarak[4] göndermişti. Biz de Vedâ Hutbesi’nin sonunda ashâbın yaptığı şehâdete iştirâk ederek Efendimiz r’in bu vazifeleri hakkıyla edâ eylediğine şahitlik ediyoruz.

Rasûlullah r, bir muhâcir olarak Medine’ye gelişinden sadece on sene sonra Allah’ın izniyle İslâm’ı, Umman’dan Kızıldeniz’e, Güney Suriye’den Yemen’e bütün Arabistan’a hâkim kılmıştı. Böylece tarihinde ilk defa Arabistan’ın birliği sağlanmış oldu. Lamartine şöyle der:

“Gâyenin büyüklüğü, vâsıtaların küçüklüğü ve netîcenin azameti insan dehâsının üç büyük ölçüsü ise, modern târihin en büyük şahsiyetlerini (Hz.) Muhammed ile kıyaslamaya kim cesâret edebilir?” (Histoire de la Turquie)



[1] Vâkıdî, III, 352; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30173.

[2] Buhârî, Meğâzî, 23; Müslim, Akdıye, 9.

[3] Bakara, 75, 101; Âl-i İmrân, 81; Saff, 6; Nisâ, 46; Mâide, 13, 41.

[4] Mâide, 3; Bakara, 286; A‘râf, 157; Enbiyâ, 104.

%d bloggers like this: