Müthiş Bir Rüyâ

Semüre bin Cündeb (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v), ashâbına:

“–Rüyâ göreniniz var mı?” diye sorup, “gördüm” diyenin rüyâsını, Allah’ın dilediği şekilde tâbir ederdi. Bir sabah bize şöyle buyurdu:

“Bu gece rüyâmda iki kişi (Cebrâîl ile Mîkâîl) gelerek beni kaldırdılar ve «Haydi gidiyoruz» dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Başka biri de elinde kocaman bir kaya ile onun başında duruyordu. Kayayı, yatan adamın kafasına vurup eziyor, taş bir tarafa yuvarlanınca arkasından gidiyor ve taşı alıp getiriyordu. O gelinceye kadar diğerinin kafası da iyileşerek eski hâline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayarak yerde yatanın başını her defasında ezip duruyordu. Meleklere:

«–Sübhânallâh, bunların hâli nedir?» dedim.

«–Yürü, yürü hele» dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü tâ ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını parçalarken diğer tarafı eski hâline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:

«–Sübhânallah! Bu hâl nedir?» dedim.

«–Hiç sorma, devam et!» dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık. Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryadlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı.

Ben:

«–Bunlara ne oluyor?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Nihayet kandan bir nehire vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış bir başka adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor ağzına bir taş atıyor, o da geri dönüyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:

«–Bu ikisinin hâli nedir?» dedim.

«–Hiç sorma, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Çirkin bir adamın -gördüğünüz adamların en çirkini de diyebilirsiniz- yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:

«–Bu adam kim?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük; içinde baharın bütün çiçeklerinin bulunduğu geniş ve yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını nerede ise göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:

«–Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük, Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler, «Gir oraya!» dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, içeri girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı da bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:

«–Gidip şu nehre girin!» dediler. Bir de ne göreyim, suyu süt gibi, bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişti.

Beni götüren iki kişi:

«–Burası Adn Cenneti’dir, şurası da senin konağındır» dedi. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.

«–İşte burası senindir» dediler. Ben o iki kişiye:

«–Allah size büyük hayırlar ihsan etsin, bırakınız da oraya gireyim» dedim.

«–Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin» dediler. Bunun üzerine ben:

«–Bu gece boyunca hayret verici şeyler gördüm. Gördüklerimin anlamı nedir?» dedim. Onlar:

«–Anlatalım» dediler:

«–İlk önce yanına vardığın kafası taşla ezilen adam var ya, o, Kur’ân’ı öğrendiği hâlde terk eden ve uyuyarak farz namazın (bilhassa sabah namazının) vaktini geçiren kimsedir.

Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir.

(Diğer rivâyette şöyle buyrulur:

«O bir yalancı idi, dünyada devamlı yalan söylerdi. Onun yaydığı yalanlar âfâkı sarardı. İşte bu yalancı kıyâmet gününe kadar bu şekilde azâb görecektir.»)

Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar, zina eden erkek ve kadınlardır.

Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, faiz yiyen kişidir.

Yanındaki ateşi sürekli yakarak etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü kişi, cehennem bekçisi Mâlik’tir.

Bahçedeki uzun boylu adam, Hz. İbrahim’dir. Etrafındaki çocuklar da İslâm fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır.»”

Müslümanlardan biri:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Müşrik çocukları da bunlara dâhil mi?” diye sordu.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Müşriklerin çocukları da dâhildir” buyurdu ve devam etti:

“–Vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin olan adamlara gelince bunlar, sâlih amellerin yanında kötü işler de yapan kimselerdir. (Ancak) Allah onları affetmiştir.” (Buhârî, Ta‘bîr, 48; Cenâiz, 93; Teheccüd, 12; Büyû’, 2; Cihâd, 4; Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 8; Tefsir, 9/15; Edeb, 69; Tirmizî, Rü’yâ, 10/2295)

Peygamber Efendimiz’e gösterilen ceza türleri, kıyamet gününe kadar devam edecek olanlardır. Hesap sonrası ne gibi cezaların verileceği burada zikredilmemiştir.

Diğer bir husus da, peygamberlerin rüyâsının bizim rüyâlarımız gibi olmayışıdır. Onlar sâdık rüyâ görürler. Bunun misalleri Kur’ân-ı Kerim’de mevcuttur. Bu sebeple Allah Rasûlü’nün “Rüyamda gördüm” diye anlattıkları bir hakikatin ifadesidir. Efendimiz (s.a.v), olacak şeyleri önceden haber vermek sûretiyle ümmetini îkaz etmiş, onları dünya ve âhirette ziyâna uğramaktan kurtarmayı arzu etmiştir.

%d bloggers like this: