Hâtime

Rabbimiz’in lutfu ile Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bizlere örnek olacak hâl, ahlâk ve davranışlarından gücümüz nisbetinde bir nebze bahsetmekle; onun nâdîde, zarîf çiçekler ve misk kokulu güllerle tezyîn edilmiş gülistânından bir demet gül takdim etmiş olmanın hazzı, sürûru ve şükrânı içindeyiz.

Cenâb-ı Hak; “Allâh hayatı ve ölümü, sizi imtihan edip hanginizin daha güzel amel işleyeceğini ortaya çıkarmak için yaratmıştır.” (el-Mülk 67/2) buyurmuş ve hayâttan maksadın, bu kısacık ömrü rızây-ı ilâhiyeyi cezp edici güzel amellerle tezyin ederek imtihanı kazanmak olduğuna dikkat çekmiştir. Diğer bir âyet-i kerimede ise; “Sizin Allâh katında en şerefliniz, takvâca en üstün olanınızdır.” (el-Hucurât 49/13) buyurarak insanlar arasında “üstünlük ölçüsü”nü takdir etmiş, kendisine vuslat için ulaşılması gereken hedefi mü’minlere tebliğ buyurmuştur.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayatı boyunca bizlere örnek olarak dilinden düşürmediği “Allâhım! Hayat ancak âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikâk, 1) niyâzında ifâde edildiği gibi mü’minler için hakikî ve ebedî hayat, âhiret hayatıdır. Bu hakikati göz önünde bulundurarak insan, dünya-âhiret muvâzenesini çok iyi tesis etmeli, her şeye lâyık olduğu nisbette kıymet vermeli ve yaptığı her vazîfeyi ibâdet vecdi içinde îfâya gayret etmelidir. Nihâî gâye ise kalbin ma’rifetullâha erişip Rabbi ile huzur bulmasıdır. Zîrâ dünya perdelerinin ortadan kalktığı ukbâ âleminin açıldığı esnâda en büyük hüsrân, Hakk’ın kendisine dâir ilimden ve ihlastan mahrum bıraktığı kimseye âit olacaktır. Çünkü Allâh’ı tanıyamama ve kalbin O’ndan mahrûmiyeti en büyük hüsrandır.

Bize bağışlanan ömür, bir kum saati gibi her gün sermayesini biraz daha tüketmektedir. Hayat, ancak sırât-ı müstakim üzere yani dosdoğru yaşamaya yetecek kadar kısadır ve bittikten sonra telâfisi mümkün değildir. Nitekim Cenâb-ı Hak “Zamana yemin olsun ki!” (el-Asr 103/1) buyurarak vakitlerini dikkatli kullanma hususunda kullarını irşad ve ikaz etmektedir. Bir darb-ı meselde de: اَلدُّنْيَا سَاعَة فَاجْعَلْهَا طَاعَة “Dünya kısacık bir andır, onu ibâdet ve tâatle nurlandır!” denilmiştir. Her şeyi tamamen veya kısmen geri alabilmek mümkündür; zamanı ise asla!.. Bu muhâtaralı yani iniş çıkışlı hayat yolculuğunda selâmetle yürüyebilmek, fânî ömrü sâlih amellerle feyizlendirip takvâya ve mârifetullâha erişebilmek; doğruyu, iyiyi ve güzeli en kısa yoldan elde edebilmek için bir hak rehberin elimizden tutmasına ihtiyaç vardır. Bu sebeple karıncaları emirsiz, arıları beysiz bırakmayan Kudret-i Ezeliyye, beşeri de peygambersiz bırakmamıştır.

Gönül dünyamızı en ulvî gâye olan muhabbet ve mârifet-i ilâhiye ile yeşertip Allâh Teâlâ’ya ta’zim ve teslimiyet içinde mükemmel bir kulluk yapabilmek, ancak karda yürüyen kişinin izini adım adım takip eden kimse misali, üsve-i hasene olan Efendimiz’in nurlu yolundan yürümekle mümkündür. Sevgili Peygamberimiz’in getirdiği ölçülere ne kadar ittibâ edebilirsek âhiret günlerimiz o kadar huzurlu, feyizli ve nûrânî olacaktır. Uhrevî saâdetimizin mükemmelliği bu ittibânın keyfiyeti, doğruluğu ve samimiyeti nisbetinde tahakkuk edecektir.

Bu bakımdan ilk olarak yapmamız gereken şey, üsve-i hasene olan Efendimiz’in sünnetini öğrenmek, kalbî hayatımıza ve yaşantımıza tatbik edebilme gayreti içinde olmaktır. Resûlullah Efendimiz’i tanımanın, îmân ile de doğrudan alâkası vardır. Allâh Resûlü’ne kalben uzak kalan kimsenin muhabbeti zayıf olduğu gibi îmânı da zaafa uğramış olur. Buna mukabil gönlü o muhabbetle dolup taşan kimsenin imanı da o nisbette zenginleşir. Zira Efendimiz’in bütün hâl ve davranışları kemal derecesinde olup mü’min bunları tanıyıp yaşayabildiği ve onunla hallenebildiği ölçüde kemâle doğru yol alır. Cenab-ı Hak bu hakîkate işâretle şöyle buyurur; “Yoksa Peygamberi tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar!” (el-Mü’minûn 23/69) Eğer onu hakîkî vechesi ile tanıyabilmiş olsalardı aslâ inkâr edemezlerdi.

Kâinatın Fahr-i Ebedîsi -sallallâhu aleyhi ve sellem-; azametli semâ haritasında, ancak bir nokta gibi görünen dünyayı şereflendiren, en nâdîde bir nûr-i ilâhîdir. Yeryüzü onun teşrifiyle feyiz ve bereketle dolmuş, onun hidayet ışığı zuhûr ettiği çölden bütün zaman ve mekana, oradan da mîrâcı ile semâvât âlemine bir nûr şerâresi halinde tecellî etmiştir. Bu yüce Peygamber, Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa ve bütün âlemlere lutuf ve armağan ettiği bir nûr-i rabbânîdir. Beşeriyet, Âdem -aleyhisselam-’dan itibaren asırlardan beri bekleyen, tutuşturulmaya müheyyâ birer kandil gibi onun zuhûruna hasret çekti ve beklenen nûrun zuhûruyla Allah Teâlâ’nın rahmeti bu âlemde tuğyân etti. Sabahlar, akşamlar ayrı bir âhenge büründü, duygular derinleşti; sohbetler, lezzetler enginleşti; her şey ayrı bir mânâ ve letâfet kazandı.

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile vahiy, risâlet ve nübüvvet son bulmuştur. O kemalin zirvesidir. Allâh Teâlâ  onunla mesajını tamamlamış ve اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ “Bu gün dîninizi kemâle erdirdim.” (el-Mâide 5/3) buyurmuştur. Dolayısıyla en kâmil dînin mübelliği olan Efendimiz, cihanşümûl bir tebliğe sahiptir. O, yalnız bir milletin, bir zümrenin, bir neslin veya bir milletin peygamberi değil, kalbi hidâyet nûruna açılmış her insan için en güzel örnektir. Allâh Teâlâ Efendimiz’e hitâben şöyle buyurmaktadır:

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe’ 34/28)

Diğer peygamberlere gelince, onların hepsi de âlemşümûllükten ziyâde belli bir kavme hitap etmişlerdir. Bunun için onlara yapılan hitaplarda kavimlerinin isimleri zikredilmektedir. (el-A’râf 7/59, 65, 73, 85, 145) Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e vâki olan hitaplar ise bütün beşeriyete seslenmektedir. Bu âyetlerden bazısı şöyledir:

“Habîbim de ki; ey insanlar! Şüphesiz ben göklerin ve yerin hükümrânı, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allâh’ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.” (el-A’râf 7/158)

“Ey Habîbim! Biz seni bütün âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ 21/107)

Bu sebeple bütün insanların Sevgili Peygamberimiz’in hayatını tanımaya ve üsve-i haseneliğine ittibâ ederek ona hakkıyla ümmet olmaya ihtiyacı vardır. Allâh Teâlâ’nın, üzerine yemin ettiği bu mübarek hayatı idrak edip feyizle tatbik edebilmemizin en kısa yolu ise, okuyup öğrenmenin yanısıra onun hakîkî vârisi olan Rabbânî âlim ve âriflerin hâllerini örnek almak, yakınlarında bulunmak ve onların hayatında Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetini canlı olarak temâşa etmektir. Bunu Allâh Teâlâ bize:

 وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ اَنَابَ اِلَيَّ

“Bana inâbe etmiş (yönelmiş) hâlis muvahhidlerin yoluna tâbî ol!” (Lokman 31/15) âyetiyle emretmektedir. Zira tarihte yaşanmış güzel örnekler insanlara hayrı, doğruluğu, temiz inancı, ahlâk ve âdâbı kazandırmak hususunda en tesirli tâlim ve terbiye vasıtalarıdır.

Bizler de kendimizden önceki örnek şahsiyetleri tâkip ederek gelecek nesillere güzel bir nümûne olmak mecburiyetindeyiz. Ashâb-ı kirâm ve onların izini en güzel şekilde tâkip eden büyük insanlar, Sevgili Peygamberimiz’e ittiba ederek nasıl bize örnek oldularsa, aynı şekilde biz de sonraki nesillere nümune olarak ilâhî müjdelere vâsıl olmalıyız. Zira Cenâb-ı Hak; “Muhâcir ve Ensâr’ın (hicret ve İslâm’a yardım gibi hususlarda) erken davranan ve önde gelenleri ile onlara ihsan ile ittiba edenlere gelince, Allah onlardan razı olmuştur onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için ebedî kalacakları, altlarından ırmakların aktığı cennetler hazırlamıştır. İşte en büyük bahtiyarlık budur.” buyurmaktadır. (et-Tevbe 9/100) Şayet biz örnek birer müslüman olamazsak, vazifemizi ihmâl etmenin bedbahtlığı içinde büyük bir vebâl yüklenmiş oluruz. Vazifesini hakkıyla yerine getirmemiş olan kimsenin vicdan yarasına ise ne mazeretin devâsı ne ilacın şifası fayda verir.

Ey şifâ-sâz-ı belây-ı âfât

Melce-i cümle usât-ı Arasât

“Ey bütün âfet ve belâlara şifâ veren! Ey kıyâmet günü Arasât meydanına âsi ve günahkâr olarak gelen bütün kulların sığınağı!”

Hâk-i dergâhın ararlar bî-şek

Mâhdan mâhîye dek mülk ü melek

“Gök yüzündeki aydan denizlerin dibindeki balığa kadar insanlar, cinler, melekler ve bütün mahlûkât şüphesiz senin dergâhının yolunu ararlar.”

Sâye-i perr-i külâhında mülûk

Oldular her biri abd-i memlûk

“Senin nübüvvet tâcının gölgesi bu âleme düşünce, bütün dünya sultanları o azamet karşısında birer köle gibi kaldılar.”

Midhatinde senin ey kulzüm-i nûr

Ne kadar ettim ise cürm ü kusûr

Af edip kalbimi ihyâ eyle

Bana lutf ile tecellâ eyle

“Ey nûr deryâsı! Seni medhederken ne kadar kusur ve hatâ ettiysem hepsini affederek hasta kalbimi ihyâ et ve bana lutfunla tecellî eyle.”

Bizde yok midhatine nutka mecâl

Vasfın Allâh bilir bi’l-ikmâl

“Bizde seni tam mânâsıyla övecek söze mecâl yoktur! Çünkü senin kemâl vasıflarını hakkıyla ancak Allâh Teâlâ bilir.”

Hâsılı ey şeh-i iklîm-i vefâ

Sana cânım da fedâ ben de fedâ

“Hâsılı ey vefâ iklîminin Sultânı! Sana canım da fedâ olsun ben de fedâ olayım!

“Allahım! Peygamber’in Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Sen’den dilediği hayırları biz de dileriz. Peygamber’in Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sığındığı şerlerden biz de Sana sığınırız. Yardım ancak Sen’den beklenir. İnsanı dünya ve âhirette murâdına ulaştıracak ancak Sen’sin.” (Tirmizî, Deavât, 89)

 “Rabbimiz! Bizi doğru yola hidâyet ettikten sonra kalplerimizi saptırma. Bize katından rahmet bağışla. Şüphesiz lutfu ve ihsânı en çok olan Sen’sin” (Âl-i İmrân 3/8)

 “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmânlı kardeşlerimizi bağışla.” (el-Haşr 59/10)

“Ey Rabbimiz! Hesâbın görüleceği gün beni, anamı babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” (İbrâhim 14/ 41)

“Allâhım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!” (el-Bakara 2/201)

“Rabbimiz günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve rûhumuzu sâlih kullarınla beraber al! Rabbimiz peygamberlerin vâsıtasıyla va’dettiklerini bize ihsân buyur ve bizi kıyâmet günü rezîl etme! Şüphesiz ki Sen va’dinden dönmezsin.” (Âl-i İmrân 3/193-194)

“Rabbimiz eğer unuttuk yahut hatâ ettiysek bizi mes’ul tutma! Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Rabbimiz bize gücümüzün yetmeyeceği şeyleri de yükleme! Bizi affeyle, bizi bağışla ve bize merhamet buyur. Sen bizim Mevlâmız’sın. Artık kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!” (el-Bakara 2/286)

Âmîn!..

سُبْحَانَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ أَسْتَغْفِرُ اللهَ وَاَتُوبُ اِلَيْهِ

%d bloggers like this: