2. Peygamberlik Dönemi

Nihayet kırk yaşına geldiğinde, Allah Teâlâ kendisine peygamberlik lutfetti. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, dâvetini ilk açıkladığı günlerde Safâ Tepesi’nde yüksek bir kayanın üzerinden Kureyşlilere seslenerek:

“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Hiç düşünmeden:

“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar seni hep doğru olarak bulduk. Yalan söylediğini hiç duymadık!” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah r, kendisinin Allah tarafından gönderilen uyarıcı bir peygamber olduğunu îlân etti. Sözlerine inanıp Allah’ın istediği gibi bir hayat yaşayanların âhirette son derece güzel mükâfâtlara nâil olacağını, inkârcıların da pek şiddetli bir azapla karşılaşacağını, dolayısıyla bu dünyadayken o ebedî hayat için çok iyi hazırlanmak gerektiğini heyecanla anlattı. Ancak insanları yanlış inançlarından çevirmek çok zordu. (Buhârî, Tefsîr, 26/2; Ahmed, I, 159, 111)

Allah Rasûlü r, o günden sonra kavminin bütün ezâ ve cefâlarına rağmen Hakk’a dâvetten bir an olsun geri durmadı. Kapı kapı dolaşıyor, hac kâfilelerini ve pazar yerlerini ziyaret ediyor, her fırsatta insanları hidâyete çağırıyordu. Bıkmak, usanmak nedir bilmiyor, en acımasız bir şekilde düşmanlık edenlere bile aynı hakîkatleri defalarca anlatıyordu. İnsanlara:

“Bu yaptığıma mukâbil sizden bir ücret istemiyorum!” (Sâd, 86) diyerek sırf Allah rızâsı için tebliğde bulunduğunu bildiriyordu. İnatçı kâfirler ise kendisinden mucizeler isteyip duruyorlardı. Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:

“…De ki: «Rabbimi tenzîh ederim. Ben bir beşer olan rasûlden başka bir şey değilim.» İnsanlara hidâyet geldiği zaman, inanmalarına mânî olan şey sadece: «Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?» demeleridir. De ki: «Yeryüzünde yürüyen ve yerleşenler (insan değil de) melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.»” (İsrâ, 93-95)

Rasûlullah r ümmî bir insandı, o zamanki pek çok insan gibi okuma yazma bilmezdi. Dolayısıyla anlattığı şeyleri herhangi bir kitaptan ya da insandan öğrenip nakletmesi mümkün değildi. Ümmî bir insanın kırk yaşından sonra birdenbire en yüksek seviyedeki bir belâğat ve fesâhatla çok mühim bilgiler vermeye başlaması ancak ilâhî vahiyle mümkün olabilirdi. Bunu o zamanki bütün düşmanları biliyor ve kabul ediyorlardı. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla tâbî olanlar şüpheye düşerlerdi.” (Ankebût, 48)

Müşrikler Peygamber Efendimiz’in ahlâkını takdir ediyor ve onun kesinlikle yalan söylemediğine gönülden inanıyorlardı. Ancak haksız yere elde ettikleri bazı dünyevî menfaatleri ve nefsânî hazlarını terk etmek istemiyorlardı. Nitekim Allah Rasûlü r birgün, amansız düşmanı olan Ebû Cehil ve arkadaşlarının yanına uğramıştı. Onlar:

“–Ey Muhammed! Vallahi biz seni yalanlamıyoruz. Sen bizim yanımızda son derece sâdık (doğru sözlü, güvenilir) bir insansın. Ancak biz, senin getirmiş‏ olduğun âyetleri yalanlıyoruz…” dediler. (Vâhidî, Esbâbü Nüzûl, s. 219; Tirmizî, Tefsîr, 6/3064)

Müşrikler, Hz. Peygamber’i davasından vazgeçirmek için çok uğraştılar. Çok sevdiği amcasını devreye soktular. Efendimiz’e gelip; “Seni başımıza kral seçelim, aramızda para toplayıp en zenginimiz yapalım, en güzel kızlarla evlendirelim? Ne istersen yapmaya hazırız!” diye muhtelif tekliflerde bulundular. Allah Rasûlü r gâyet açık ve net bir şekilde şu cevabı verdi:

“–Dediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur! Ben size getirdiğim şeylerle ne mallarınızı istemek, ne içinizde büyük şeref ve şan kazanmak, ne de üzerinize hükümdar olmak için gelmiş değilim. Fakat Allah beni size bir peygamber olarak gönderdi ve bana bir de Kitab indirdi. Sizin (kabul edenleriniz) için, (Cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyenleriniz) için de (Cehennemle) korkutan bir uyarıcı olmamı bana emretti. Ben Rabbimin bana yüklediği risâlet vazifelerini size tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum! Size getirdiğim şeyi kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette nasip ve azığınız olur! Eğer onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah’ın emrini yerine getirmek üzere, bütün zorluklara sabretmektir.” (İbn-i İshâk, Sîret, s. 179; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 99-100)

%d bloggers like this: