İş ciddî, tedbir almak lâzım… İnsanlara ümid vermek, dâimâ kolaylaştırıcı olmak ve onları cennetle müjdelemek esas olmakla birlikte, gerçekleri de görmek ve hatırlatmak îcab eder.
Evet, Allah’ın rahmeti boldur, kullarını her vesileyle affeder, günahlarını bağışlamak ister, lâkin inat eden, nefsânî zevklerinden vazgeçmek istemeyen kimseler için de azabı şiddetlidir. Onlar için yapılabilecek bir şey kalmamıştır.
Yüce Rabbimiz bizi şöyle îkaz eder:
“…Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirmek sûretiyle sizi aldatmasın!.” (Lokmân 31/33. Ayrıca bkz. Fâtır 35/5)
İnsanlar bu dünyaya imtihan edilmek için gelirler. Nefislerine ve şeytana karşı dâimî bir mücâdelenin içinde olurlar. Bu mücadele ölünceye kadar devam eder. Maalesef insanların pek çoğu bu mücadelede mağlup olur. Yani nefis ve şeytanı yenerek cenneti kazanabilmek zannedildiği kadar kolay değildir. Aslında ebedî kazanca nâil olmanın, maddî ve bedenî bir zorluğu yoktur.Ancak insan, iradesine hâkim olarak kendini hayırlara ve salih amellere yönlendirme hususunda büyük bir zaaf gösterir.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şeriflerini okuyunca işin ciddiyetini hissetmemek mümkün değil:
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetimin hayatta bulunduğu bir zamanda deccâl çıkar ve kırk bu kadar zaman kalır. (Hadîsin râvîsi, Allah Rasûlü [s.a.v]in kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk yıl mı buyurduğunu bilemediğini söylemektedir.) Bunun üzerine Allah Teâlâ Îsâ bin Meryem’i yeryüzüne gönderir; o da deccâli bularak ortadan kaldırır. Sonra insanlar, aralarında hiçbir düşmanlık bulunmadan yedi yıl yaşarlar. Sonra Allah Teâlâ Şam taraflarından soğuk bir rüzgâr gönderir ve bu rüzgâr kalbinde zerre kadar hayır -veya iman- bulunan yeryüzündeki bütün insanların ruhunu kabzeder. Şayet biriniz dağın içine bile girse, bu rüzgâr onu mutlaka bulup canını alır. İşte o zaman yeryüzünde kötülüklere bir kuş hafifliğiyle dalan, yırtıcı hayvan atılganlığıyla şuursuzca saldıran kimseler kalır. Bunlar ne bir iyilik tanırlar ne de bir kötülüğü yadırgarlar. Şeytan bir insan kılığına girerek onlara görünür ve:
«–Dediğimi yapmayacak mısınız?» diye sorar. Onlar da:
«–Ne yapmamızı emredersin?» derler.
Şeytan da onlara putlara tapmalarını emreder. Onlar her türlü ahlâksızlığı yapıp putlara taparken rızıkları bollaşır, hayat şartları iyileşir. Daha sonra sûra üflenir. Onun sesini duyan herkes dehşet ve şaşkınlık içinde yıkılır kalır. Sûrun sesini ilk duyup can veren adam, devesinin havuzunu tamir eden bir kimsedir. Onunla birlikte yanındakiler de kendilerini yere atıp can verirler. Sonra Allah Teâlâ çiğ gibi -veya gölge gibi- bir yağmur yağdırır. İnsanların çürüyüp gitmiş cesetleri bununla yeniden hayat bulur. Ardından sûra bir kere daha üflenir; herkes yerinden fırlayıp kendilerine verilecek emri beklemeye başlar. Daha sonra:
«–Haydi, Rabbinize gelin!» denir. Meleklere de:
«–Onları alıkoyun; çünkü onlar hesâba çekilecektir» denir. Daha sonra yine meleklere:
«–Cehennemlikleri ayırın!» buyrulur. Onlar da:
«–Kaçta kaçını ayıralım?» diye sorarlar.
«–1000 kişiden 999’unu» denir. İşte o gün, dehşeti sebebiyle çocukların ak saçlı ihtiyarlar hâline geldiği bir gün olacaktır. O gün her şeyin ortaya çıktığı korkunç bir gündür.” (Müslim, Fiten 116)
Cenâb-ı Hak soruyor:
“Eğer inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (el-Müzzemmil, 17)
Kötülüklere bir kuş hafifliğiyle dalındığı ve günahlara yırtıcı hayvan atılganlığıyla koşulduğu günümüzde, binde bir’e girebilmek, hakikaten zor bir mes’eledir. Dînî konulara ciddiyetle yaklaşmayı ve gayret göstermeyi gerektirir.
Bu sebeple çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren dehşetli kıyâmet günü için iyi hazırlanmak gerekir. En güzel şekilde hazırlık yapalım ki, cennetliklerle cehennemliklerin ayrıldığı o korkunç gün, bizler için pişmanlık günü olmasın!..
Kıyamet vaktini uzak görmeyelim, zira o gün bize nefesimiz kadar yakındır. Nasrettin Hoca’ya kıyametin ne zaman kopacağını sorduklarında şu hikmetli cevabı vermiştir:
“–Hanım vefat ettiğinde küçük kıyamet, ben vefat ettiğimde ise büyük kıyamet kopmuş olur!”
Yani herkesin ölümü kendi kıyameti demektir.
Hocanın bu fıkrası herhalde şu hadîs-i şerîften alınmış:
Hazret-i Âişe (r.anhâ) şöyle anlatır:
“Çöl Arablarından kaba ve câhil birtakım adamlar vardı. Bunlar Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelirler ve:
«‒Kıyamet ne zaman kopacak?» diye sorarlardı.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de onların en küçüğüne bakarlar ve:
«‒Bu genç yaşarsa, ona ihtiyarlık erişmeden sizin başınıza kıyametiniz kopar!» buyururlardı.”
Râvî Hişâm bin Urve der ki:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, «Kıyametiniz kopar!» sözüyle, onların ölümlerini kasdediyordu.” (Buhârî, Rikâk, 42)